A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Seni Kaldır Beni Kaldır…

Kategori Kategori: Felsefe | Yorumlar 1 Yorum | Yazar Yazan: Mustafa Alagöz | 10 Mart 2022 15:08:06

İletişim verili beşeri durumdan insani varoluşa giden yaşamsal bir macera, tinsel yolculuktur. Yolculuktan kasıt bireyin değişik yönler, araçlar ve düzeylerde ilişkiler yaşamak zorunda kalıyor olmasıdır, bir arayıştır. Anlamanın ve anlaşılmanın güvenli, özgür ve üretken bir sürecidir. “İnsan iletişim varlığıdır” demek bir abartı olmaz elbette.

Her insan, genel bir ayrım yaparsak, üç türlü ilişki alanında kendini deneyimler; kendi kendisiyle, diğer insanlarla ve doğayla. Bu alanlar farklı nitelikler taşıdıkları için ilişkinin yöntemi de niteliklere göre biçimlenir.



Toplumla ve doğayla olan ilişkiler önceden koşulları ve kuralları belirlenmiş yöntem ve araçlarla belirlenir. Toplumla ilişkiler sosyolojik ve ekonomik koşullara göre belirlenmiş törel ve hukuksal kurallarla düzenlenir. Doğayla ilişkiler ise bilim ve teknolojik olanakları kullanarak yaşanır.

Doğa ve toplumla olan ilişkide koşullar verili ve hazır güçler olarak bireye dışarıdan dayatılır. Bu durum tarihseldir ve her birey kendi etkinlik-eylem ve yetilerini hazır bulduğu bu koşulları içinde gerçekleştirir.

İnsanın kendiyle ilişkisi dışsal bir otoritenin, yönergenin, kuralın belirlemediği bir yaşam alanıdır. Elbette dışsal koşulların her bireyin tutkusunun, inancının, alışkanlığının, sorumluluk bilincinin oluşmasında etkileri olur. Ancak bunlar sadece koşullardır. Koşulların etkilerini içselleştirme, buna bağlı olarak yüz yüze geldiği sorunlara karşı nasıl bir duruş ortaya koyacağı, benliğini nasıl yapılandıracağı her insanın kendi eylemleri, yetenekleri, yönelimleri, arzu, gereksinim ve tutkuları tarafından belirlenir. Kimse kimsenin yerine inanç sahibi olamaz, kendini ve yaşamı nasıl anlamlandıracağına hükmedemez, ayrıca kimse de bunların oluşturulmasını bir başkasına devredemez.

Bu durumun insanın “son özgürlük alanı” olduğu söylenir. Her insanın biricikliği, dokunulamaz ve devredilemez haklarla donanımlı oluşu buna bağlıdır. Tersinden de söylersek her insanda dokunulamaz ve devredilemez alanın olması onu “son özgürlük alanına” sahip bir varlık kılar. Onun için “dağın taşın... cesaret edip üstlenemediği emaneti insan üstlenmiş” ve yeryüzüne Tanrının halifesi olarak ilan edilmiştir.

Biricik olmak aynı zamanda insanlaşmanın tüm olanaklarıyla donanımlı olmasına da işaret eder. Yukarıda söylediğimiz üç ilişki alanında da insan biricikliği ile davranıp kendini gerçekleştirir.  Ancak biricikliğini doğayla, toplumla, günübirlik insani ilişkilerle doğanın zorlukları, toplumsal yaşantının kültürel ve yasal olanakları, kendisinin özgün arayışları ve yetileri ölçüsünde gerçekleştirebilir. Bu dışsal ve bireysel dinamikler genel olarak her bireyin özgürleşmesine, edimsel varoluşuna olanak sunarken aynı zamanda keyfiliklerini sınırlayan güçler olarak da işlev görür.

Düşünsel ve eylemsel her deneyim insan için bilgi edinme, anlayış geliştirme, kendini tanıma, amaç ve tutkularına bağlılık derecesine şahit olması bakımından kendi kendine yarattığı bir fırsattır. Bu fırsatın getirisi ise kendini bilmek yolunda “sahip olmak” değil, “olmaktır”,

Her oluş, var olmak anlamında bir üçlemenin birliği olarak gerçekleşir:  Aramak-Bilmek-Bulmak. Arayan, bilen, bulan aynı özne olduğu için aslında gerçekleşen, “kendini bil” olarak ifade edilen varoluşsal uyarının edimselleşmesidir. Hazırda bir “Kendi” olmadığı için bu edimsellik bitimsizdir. Bitimsiz olarak bu arayış insanın özüne yüklenmiş, ilahi diyebileceğimiz içsel bir sorumluluktur.

“Kendini bil” ilahi uyarısı zamana ve mekâna aşkın olarak her bireyin karşılaşmaktan kaçınamayacağı bir sorunsaldır, sorunsaldır çünkü hiç bir zaman son adımı atılamayacak bir yolculuk,  arayışı bitmeyecek bir gizem, yazımı sona ermeyen bir kitaptır.

İnsan eylemleri, niyetleri, yaşam ilkeleri, tutkuları ve arzuları ile kendi yokluğundan, potansiyel verili olanaklarından kendini var eder. Böylece diğer öznelerin gözlemine ve değerlendirmelerine açık hale gelip başkalarınca da bilinir duruma gelir. Kendini sadece kendine yüklediği kabullerle değil başka bilinçlerin sorgulaması üzerinden de fark eder duruma gelmiş olur. Sonuç olarak insan kendini özgür-özgün, biricik olarak ortaya koymuş olur. Kendi varoluşunun sorumluluğunu üstlenmiş olmanın güveni ve kendinden kendini doğurmanın sevincini hissedebilir.

***

Günübirlik yaşamda paylaşımdan ve iletişimden çokça söz edilir. Peki, paylaşılacak, iletişimi gerçek kılacak olan nedir? Karşılaştığımız olayları, duyduğumuz haberleri, günlük sıradan etkinlikleri dile getirmek mi? Hayır, bunlar mekanik dokunuşlardır. Bir anlamda zihin ambarında biriken çer-çöpü ortalığa boca etmektir. Basit bir bakışla bile bunların karşılıklı olarak insanlarda canlandırma, farkındalık yaratma, ferahlık verme gibi konularda etkisinin çok cılız olduğu gözlemlenebilir. Burada olan şey hafızada birikmiş olan kırıntıları yenilere yer açmak üzere dışarıya atmaktan ibarettir. Ancak belirleyici olanın “boca dilen” şeylerin niteliği değil, bizim seçimlerimiz, aktarma biçimimiz, içsel itkilerimiz ve yönelimlerimizdir.

“Tecellide tekrar yoktur”, “her dem taze”,  “Allah her an bir işte/oluştadır”: Bunlar varoluşun evrensel bir yasasının değişik ifadeleridir. “Anda kalmak”, “farkındalıklı olmak” gibi söylemler ise bu ilkeselliği göz önünde bulundurarak kendini bilmek, özgürlüğünü edimselleştirip özgünleşmek için bir uyarıdır. Buradan doğan paylaşımlar iletişimin bereketini sunar; dönüştürücü, şevk verici, canlandırıcı, ferahlık veren bir hal ve özlenir anılar yaşanmasına yol açar: “Her dem tazeliğin” canlılığı, “anda olmanın” verdiği tatmin deneyimlenmiş olur.

Bireysel ilişkilerde insanın alışkanlıkları, inançları, önyargıları, beklentileri, kısaca bireyselliğinin tüm bileşenleri ilişkilerde kendiliğinden etkin olurlar. Kendiliğinden olanlar da yaşam enerjileridir, ama yönelimleri farklı farklı olduğu için insanın iç dünyasında karmaşaya yol açarlar. Önemli olan kendiliğinden olanı farkındalığa çevirmek, değişik yönelimleri olan içsel itkileri uyuma yükseltmektir.

Uyuma gelmiş, sorgulamada duran bir bilinç iradenin özgürleşmesi, farkındalıklı, dönüşüme açık bir birey olmanın, organik ilişkiler –iletişim- kurmanın dinamosu olur. Ancak dinamik bir bilinç,  insanın kendi kendisiyle hesaplaşmayı diri tutması, kendine“suç üstü” yapabilme cesareti göstermesi , “nefsini kendine şahit olarak yeterli” görebilmesiyle ayakta kalabilir.

Bütün bunlar insanda sorumluluk bilincinin yerleşmesi için olmazsa olmaz düzeyinde değerlidir, çünkü sorumluluk kişiliğin merkezinde durur. Ancak Sorumluluk üstlenmek, belirli kuralları ve buyrukları yerine getirmek değil, hayatın karşımıza çıkardığı duruma uygun yanıt verebilmektir (mesleki, kurumsal dışarıdan yüklenmiş yükümlülükler değil).

Gerçeğin insanı özgürleştirdiği söylenir, sorumlulukta öyle, çünkü sonucun belirlenmesi ona bağlıdır. Özgürlük sorumlulukla edimselleşir. Özgürlüğün belirleyici olmadığı ahlak, vicdan, paylaşım ve ilişki kendi doğalarına uygun olarak gerçeklik kazanamaz. Bireysel ilişkiler bu durumda karşılıklı bir sığınma olmaktan, birbirlerini araçsal kılmaktan öteye geçemez. Sadece özgürlük yönelimi ve özgür iradenin gücü bunları evrenselliğe yükseltip besleyici, üterken, nesnel, eşit ve hakkaniyetli doğalarıyla ortaya koyabilir.   

***

Yaşam Heraklit’in nehri gibi akışkandır; insanın hiç bir anı diğerinin tekrarı değildir, bu anlamda bir insanla ikinci kez yeniden karşılaşılamaz. Ancak nehrin suyu her ne kadar farklılaşarak aksa da nehir yatağı hep vardır; durağan yatakta değişken akış. İnsan da ”fıtratında” –doğasında- aynı, ama edimlerinde, isteklerinde ve hallerinde hep değişkendir. Bireysel ilişkiler “Hal” üzerinden, onlar yoluyla kurulur. Fakat hiçbir insan hali onun insan olma doğasından, nefsinden bağımsız değildir, eşdeyişle hiçbir insani hal insana yabancı olmaz.

İnsan önceden belirlenmesi mümkün olmayan bir potansiyelle doğar.  Dünyaya geldiğinde nasıl bir kişilik kazanacağı, orijinal yüzünün ne olacağı belirlenemez. Onu kendisi keşfedip oluşturacak, herhangi bir varlık olmaktan belirli bir varlık olmayı sağlamış olacaktır. “En güzel kıvamda yaratılıp aşağıların aşağına atılma” durumu da, potansiyel olarak “eşrefi mahlûk” sayılması da kendisinin sorumluluğuna, verili yetilerini kullanmasına bırakılmıştır.

Peki! Bunları gerçekleştirmekten, onu kendi özüyle buluşmaktan alıkoyan engeller neler olabilir? Yanıt belli, yine insanın kendisinden: zanlar, önyargılar, alışkanlıklar, içgüdüsel arzular, kıskançlık, kibir gibi nefsanî durumlardan olayı.

Dünyadan alacaklıymış gibi davranmak kendisiyle buluşmasını engellediği gibi nesneleri, olayları, insanları hep faydalı-faydasız-, iyi-kötü, yanlış-doğru, katılıyorum-kabul etmiyorum ikilemleriyle değerlendirmekle ilişkileri gerdiriyor, iletişim yollarını da kapatıyor.

Değerlendirme ve yorumlarda bulunurken, ister olumlu ister olumsuz olsun aklımızda hazır olarak tuttuğumuz ve güvenli olduğuna inandığımız kalıplar ölçü olarak kullanılıyor. Düşünsel veya pratik bir duruş belirleme durumunda, daha başlangıçta eldeki hazır kalıplara, onaylanmış “doğrulara”, yapışıp kalınıyor. Bu durum, insanı kalıplarının mahkûmu, önyargılarının bağımlısı, kendi düşüncelerinin militanı haline getiriyor. Militanlaşma, vazgeçilmez doğrulara sarılıp kalma bireyi ideolojikleştiriyor, onu bağlandığı inanç ve düşüncelerle özdeşleştiriyor.

Özdeşleşme bireyin kendine ilah edinmesinin diğer adıdır. İnsanın dünyaya sonsuzca açılmış olarak davranabilme şansını ortadan kaldırır. “Ellerinizle yaptığınıza tapmayın”, “kendinize ilahlar edinmeyin”, söylemleri bu tehlikeye karşı birer uyarıdır. İlah edinmek, insanın kendine içselleştirip iradesini onun hükmü altına sokarak boyun eğdiği kabulleridir. Elle yapılan ilah derken, kast edilen bir heykel, ikon, resim vb. şeyler değil elbette. Kendi irademizle, emeğimizle, düşüncemizle var ettiğimiz her ne var ise; sahip olduğumuz herhangi bir meziyet, toplumsal statü, şöhret, bir kişi,  mal-mülkte olabilir.

Bu duruma düşen her anlayış öfkeli, tedirgin, iddialı, saldırgan ve kendine güvensiz olmaktan kurtulamaz. Başkaları ile ilişki kurabilir, ama iletişim kuramaz. Kendi kabullerinin dışına çıkamaz, başka görüş ve değerlendirmelere açık olamaz,  kısacası düşünemez. Cahil kalır. Cahillik bilgisizlik değil, yeni bilgiye ve dönüşüme direnmektir.

İnsan insanla ilişkisinde kendini bilir, benliğnin kapalı yanları ile yüzleşir, yaşamını anlamlandırabilir. Bu karşılıklı bir beslenme, paylaşma, anlama-anlaşılma ve iletişimde bulunma deneyimidir. Hep “öteki” yoluyla “beriki” olunuyor, her birimiz birbirimize göre ötekiyiz. Kendimizde “öteki” olduğumuz ölçüde “beriki”, yani kendimiz olabiliyoruz. Dolayısıyla ‘öteki’si bağımsız bir şahsiyet, öz-bilinci olan özgün bir varlık kabul ederek ilişkinin zemini, iletişimin olanağı olarak görülmeli. Hata ve eksiklik görme hevesine kapılmadan, eğer varsa böyle bir durum, sınırını gösterip alternatifler sunabilmek ilişkilerde güveni sağlıyor. Muhatabı sıkıştırıp savunur duruma sokmadan, rencide olacağı, dışlanacağı endişesine kapılmasına yol açmaksızın kendini rahat ifade edebileceği atmosfer yaratmak önemli. Bir değerimizin olduğunu hisseder ve bunun başkalarınca fark edilmesini için için isteriz. Bir şeylerin oluşmasına vesile olduğumuzu kanıtlamak ve başkalarının onayını alma tohumu doğamıza ekilmiş bir kere. “Marifet iltifata tabidir” özdeyişi varlığımızın verili eğilimi olan bu itkinin bir ifadesidir.

Dönüşüm yeni yeni iletişim ve ilişki alanları açar, iletişim ise dönüşümlerin besleyici enerjisi, yol açıcı dinamosu olur.

Peki,  tüm bunlar niçin? Niçin sorusu NEDİR ve NASIL sorularını anlamlı ve işlevli hale getiriyor. Yaşamımızda bütün yapıp-etmelerimiz, yazıp-çizdiklerimiz, dillendirip- sergilediğimiz eylemler varlığımızdan bize yapılan çağrılarda, gönderilen haberlere verilen yanıttan ibaret. Hayatı inşa etmek, bir geleceğinin olduğunun bilinci insanı içten gelen bu uyarılara kulak vermek zorunda bırakıyor.

Birbirimize muhtacız, ama özgünüz de. Ben olmak “Biz” olabilmenin olanakları ve desteğiyle mümkün. “Biz” olabildiğimiz ölçüde özgün ve özgür “Ben” olabiliyoruz.

“Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışasınız diye sizleri halklara, kabilelere ayırdık...” (Hucurat: 13)

O zaman “seni kaldır beni kaldır o hali yakalayalım.”

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: Henüz oy verilmedi / 0 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

islam doğan { 15 Mart 2022 14:00:24 }
Tebrik ederim kardeşim. Anlayabildiğim kadar çok hoşuma gitti.
Sade ve samimi bir anlatım. Bu tip yazılarda hep (bak ben ne bilgiliyim) havası verilmeye çalışıldığını hissederim ama sende ben kendimi daha basit nasıl anlatırım çabası hissetmişimdir. Tebrikler selam ve sevgiler.
Diğer Sayfalar: 1.

 

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git