Türk Sanat Müziği diye adlandırdığımız musiki, yüz yıllar boyunca iki kültürün etkisinde kalmıştır. Bunlardan biri Acem diğeri ise Arap musikisidir. Hani Arap dediğimiz zaman tabirimi mazur görün ‘Yalelli‘ musikisi değil. Osmanlı döneminde İstanbul, bu sanat faaliyetlerinin odağı olmuştur. Birçok bestekar İstanbul’da yaşamış, İstanbul’un o dönemlerdeki tabiat güzelliğini seyretmiş, Payitaht içinde eserler vermiş, platonik aşkların etkisinde hislerini kelimelere dökmüşler. Bu dökülen sözler musiki notaları ile taçlanmış, birçok eser günümüze kadar ulaşmış.
Ancak bu eserlerin kat be kat fazlası günümüze kadar ulaşamamıştır. Benim de kaybolan eserlerin peşine düştüğüm oldu. Kaybolan eserlerin peşinden gidip onlara ulaşmak için çok zamanımı harcadım. Ney Ustası Tevfik Kolaylı’nın bestelediği ve basılmamış bir kalın klasöre ulaşmak için, çok uğraşı verdim. Şefik Kolaylı’nın Ankara Küçükesat‘ta bulunan evinden başlayarak, vefatı sonrası İstanbul’a taşınan kızı Leyla Kolaylı’nın Yeniköy’deki evine kadar uzandık. Mahallenin muhtarından Leyla hanımın evi ve iki evladı ile tanışmamız ayrı bir macera idi. Sonuçta, onlarca belki yüzlerce eseri içeren dosyanın, kağıt toplayıcıların hurda torbasında sonsuza dek yok oluşunun bilgisine ulaştığımda, yıkıldığımı hatırlarım. Ne kadar hazin bir sonuç!
Yıllarca satırlara yazıp saklıyorsunuz. Sizden sonra bu çok değerli notaları ihtiva eden kağıtlar, hurda kağıt olarak SEKA’nın kağıt hamurunun içinde eriyip gidiyor. Başka bestekarların da notalara döktüğü yüzlerce bestenin çalınmadan, dinlenmeden yok olup gitmesine ne kadar acıdığımı bilemezsiniz. Bestekârların büyük bir bölümünün, bilhassa Memalik-i Osmaniye’de yaşamları sürecinde, rahat bir hayat sürmediklerini bilmekteyiz. Kimileri balıklı Rum hastanesinin loş bir odasında yalnız başına ruhunu teslim etmiş, birkaç arkadaşı aralarında para toplayarak cenazesini kaldırmışlardır.
Konaklarda fasıllara çağırılan bu değerli bestekarın kimisinin Mızıka-yı Hümayun da senelerini geçirip, saraydan cariye ile evlenip gittikleri bile olmuştur. Kimisi ise köşklerden gelecek davetiyeyi evlerinde beklemişler. Ancak bestekârlar genelde erkek olarak karşımıza çıkar. Çok nadir de olsa kadın bestekarların eserleri Türk Sanat Musikisi sayfalarında bulunurlar. Bunların arasında bir kadın vardır ki ürettiği eserlerini çok sevdiğimi ve okurken çok duygulandığımı ifade etmek isterim.
İstanbul’da, Şehrimin’de 1894 yılında bir kış günü Mabeyinci Faik bey ve eşi Şeminur hanımın ilk kızı olur. Adına, hayatın geliri anlamına Faize ismini koyarlar. İkinci kızları Fahire ise Refik Fersan’la evlenir. Refik Fersan’nın tambur sanatçısı olarak hem Osmanlı Devleti döneminde Mızıka-i Hümayunda, hem de Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda Cumhurbaşkanlığı Fasıl Heyeti Şefi olarak görev yaptığını bilmekteyiz.
Faize hanım Çok küçük yaşta babasının yakın bir dostu olan Tamburi Cemil beyden tambur dersleri alır. Endurini Hafız Hüsnü beyden de müzik dersleri alır. Daha sonra yetenekli olduğundan Darülelhan’da ve başka derneklerde musiki öğretmenliği yapmaya başlar. Eşi Maarif müfettişlerinden Ruhi bey, Faize hanıma destek vererek kendisinin beste yapmasını teşvik eder. 21 Şubat 1954 senesinde vefatına kadar Faize hanımın çok az ve çok özlü besteler yaptığı bilinir.
Faize Ergin’in besteleri çok sevdiğim şarkıların başında gelir. ‘Bade-i Vuslat İçilsin Kase-i Fağfurdan Bir İlahi Neşe Dolsun Name-i Tamburdan‘ Bu güzel şarkının sözlerini Abdulbaki Baykara yazmış. Faize Ergin’in Şeddi Araban makamında bestelediği bu eser, bu makamda bestelenen çok az eserlerin içinde çok müstesna bir yerdedir.
Faize hanımın bir başka bestesi de herkese mal olmuş bir eserdir. Bir başka deyişle herkes şarkının içinde kendisinden bir iz bulur şarkının güftesinde. Hani yaşadığımız dünyada karşılaştığımız zorlukların içinde, çıkılmaz durumlarda haykırır şikayet ederiz ya, işte böyle bir durumu ifade eden bir eserdir. Güfte olarak kimin kaleme aldığı bilinmemekle birlikte makam Acem Aşiran ve usulü ağır düyek :
Yaşadığımız Türkiye’de günlük dertlerin içinde bir şarkı söyleyip kendimizi avutmak ve dertleri unutmak adına söyleyebileceğim bir şarkıdır bu beste, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.