|
DEVLET BABAKategori: Nalına Mıhına | 0 Yorum | Yazan: Metin Atamer | 16 Şubat 2022 11:46:24 Üniversite yıllarımda birçok siyasi ile tanışma fırsatım olmuştu. Zaman zaman Ulus’taki Ulus gazetesinin bulunduğu binaya giderdim. Mahalleden tanıdığım, bugün rahmetle andığım Orhan Araslı ile konuşur sohbet ederdim. Binanın üst katında ise Cumhuriyet Halk Partisi’nin merkezi vardı. Ali İhsan Göğüş ve Orhan Birgit’i de ULUS gazetesinde tanımıştım. Daha sonraları Muammer Erten ve Hüdai Oral’ı da bir başka vesile ile tanıdım.
1960lı senelerde siyaset meydanındaki çok sayıda isimden, bende iz bırakanlar Süleyman Demirel, Erdal İnönü, Bülent Ecevit, ve Necmettin Erbakan’dır. Erdal İnönü’nün siyasete itildiğini hatırlarım. Üniversitede rektörlük yaptı. Hatta bize Quantum Fizik dersine geldiğini biliyorum. Rahmetli İsmet İnönü, Heybeliada Asaf plajındaki tramplen platformundan denize meşhur çivileme ile atlarken, Erdal bey yanında olmazdı hiç. Zaman zaman Ömer İnönü teknesiyle gelir, Refah Şehitleri caddesindeki evlerinde, babasını ziyaret ederdi. Saygı ile andığım İsmet İnönü’nün evi, dünürü rahmetli Ali Sohtorik’in hemen yanında idi. Kimi zaman onların sohbetlerini dinlerdik. Refah Şehitleri caddesinin ilerisinde, Halki Palas otelinin verev karşısında Hüseyin Necati Çiller ev kiralardı. Yaz ayları Çiller ailesi de Heybeliada’da kalırlardı. Ne kadar küçük bir dünyada yaşamaktayız. Üniversite yıllarımda rahmetli Süleyman Demirel, üniversite öğrencilerinin Necati Bey caddesinde, eğitimdeki çarpıklık için, protesto yürüyüşlerine duyarsız kalmış, ‘Yollar yürümekle aşınmaz’ diye gazetecilere beyanat vermişti. Ama öğrencilerin bulvar üzerinde topluca yürümelerine, polis kuvvetleri karşı koymuştu. Fruko diye adlandırılan beyaz kasklı, haki elbiseli polis güçleri, ellerinde uzun copları ile protesto eden öğrencilere acımadan saldırırlardı. Kimi zaman bu sathı müdafaada coplandığımız olurdu. Kolumuzun, bacağımızın morardığı olmuştur. O günlerden bu yana, iktidarda bulunan hükümetlerin emrinde bulunan polis güçlerinin, halkın protesto gösterileri karşısında başvurdukları şiddetin daha da artıp, totaliter rejimlerde olduğu gibi halkı sindirmeye yönelik hale geldiğini izlemekteyiz. Son yirmi yılda 22 defa değişen eğitim sistemini protesto etmek için çıkın sokağa, cop ve kalkanlara hedef olursunuz. Hayat pahalılığı, işsizlik, sağlık emekçilerinin çalışma koşullarında iyileştirme yapılmaması, temel ihtiyaçlardaki aşırı fiyat artışları konularında, senelerce aldatılan çalışanlara verilmeyen 3600 ek göstergesi ile ‘EYT’ lilerin verilmeyen hakları için protesto yapmak, vatandaşlık hakkı değil mi? Temel hak ve hürriyetler konusunda Anayasa ile kazanılmış protesto etme hürriyetini kim kısıtlayabilir ki? Veya hangi ülkelerde bu kısıtlama mevcut diyebiliriz ? Totaliter rejimlerde hükümeti ve icraatını protesto etmeniz mümkün değildir. Oysa, anayasamızın 34. maddesi açık bir şekilde ifade etmekte. Madde 34 birinci fıkrası: ’ Herkes, önceden izin almadan , silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.’Açık bir şekilde ifade edilen Anayasa hakkı çerçevesinde, akaryakıta bağlı olarak gıda ürünlerinde meydana gelen aşırı fiyat artışları karşısında, İzmir’li ev kadınları, evdeki boş tava ve tencere ile Tek Kişilik Hükümeti protesto etmeye sokağa indiler. Ellerindeki boş tencere ve tavalar silah olabilir gerekçesi ile karga tulumba polisler tarafından engellendiler. Anlaşılan Tek Kişilik Hükümet sistemi, bütün eleştirilere verdiği tepki paralelinde, pahalılık için yapılan protestoyu da sindirmek istediler. Birkaç gün evvel bir toplantı sonrası gazetecilerin zamlarla ilgili sorularına, Cumhurbaşının ekranlara hitaben prompter olmadan cevap verirken, takılıp kalması ile ilginç bir cümleye çıktı. ‘Avrupa’da, Almanya’da elektrik fiyatları kaç? Yapılan zamlar makul seviyelerde oluşmaktadır.’ Hemen araştırdım. Almanya’da halk kilowatı 0.318 euro cent’ten, sanayi ise 0.225 euro cent’ten elektrik kullanmakta. Bu ülkede işsizlik fonu bulunmakta, kişi başına düşen GS milli geliri ise 55.000 dolar, Avusturya 59.000 dolar, İsviçre 76.000 dolar. Türkiye’de ise 12.500 dolardan son üç senede 8.500 dolara düştü. Ülkenin yetmişbeş yılda kazandığı 278 adet Kamu İktisadi Kurum son 20 senede birer birer satıldı. Elde satılacak bir şey kalmadı. Şeker fabrikaları, Eti Holding, Türk Telekom, Seka, Paşabahçe, Ereğli Demir Çelik, İskenderun Demir Çelik, Aselsan hisseleri, Petkim, Tüpraş, Türkiye Gübre Sanayi, Merinos, Sümer Holding, velhasıl elde satılacak ne varsa satıp Köprüye, Tünellere, Hava Alanlarına, ‘Uçan – Yüzen – Kışlık – Yazlık’ Saraylara harcadılar. Bunlar yetmedi, Merkez bankasındaki ihtiyat akçeleri, Merkez Bankası Rezervleri, Deprem Fonu ve İşsizlik fonunda biriken paralar, sizin anlayacağınız aklınıza gelebilecek bütün kaynaklar tüketildi. Devlete güvenmek esastır ancak, yine bir zamanlar‘ SÜPER EMEKLİLİK’ diye 62,500 emeklinin her birinden 4.250.000.- T.L. aldılar. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Devlet 62,500 emekliyi dolandırdı. Paralar, amiyane tabirle, deve oldu kervanla gitti. Şimdi soracaksınız enflasyon artışı neden engellenemiyor? Ekonomi bilimsel yönetilmezse sonucuna katlanırsınız. Aslında burada kurban edilen, garip halkın kendisidir. Şimdi, yurdum insanının göz nuru, alın teri ile biriktirdiği ve zor günleri için bir kenara koydukları altınlara diktiler gözlerini. Saraydaki tek adam ‘Altınlarınızı bize getirin, sertifika ile teslim edin’ demekte. Benim yerime beşli çete ihtiyat akçelerini götürüp, devlete teslim etsinler, benim altınıma neden göz dikersin hazret, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|