Aynı yerden tekrar sakatlanmaya deniyormuş. Çok önemli bir konu hakkında tartışıyor gibi görünen kravatlı bir futbol yorumcusu söyledi. Kimseye diyeceğim yok gibi. Kendim için yazıyorum. Belki çocuklarım (Çocuklarım dedikçe Halil Cibran’dan utanırım. Onlar bizim değil elbet.) okuduğunu anlar yaşa geldiklerinde onlara hitap eden bir şeyler bulurlar. Umarım o zamana kadar kendimle biraz daha barışırım.
“Bütün davranışlarınız çocuklarınız için hayatlarını nasıl yaşayacakları konusunda bir
model oluşturur” diyen bir cümleden önceydi. “Daha iyi bir anne modeli olmayı dilerdim”
diye düşündükten hemen sonra. Bazen kalbimde kimseye kızgınlık olmadığını
hissedebilirken, bazen de bu konuda yanıldığımı, aslında içimin kızgınlıkla dolu olduğunu düşünmek yerine, her şeyin değişebilirliğini, duyguların da gelip geçiciliğini kabullensem daha az başarısız hissederdim herhalde.
Yıllar önce henüz otuzuma varmamışken sağ bacağımda küçük bir kist çıkmıştı.
Ahbabımız olan bir doktora gösterdim, hemen alınmasını uygun gördü. Hiç iz kalmasın
diye bir estetik operasyon ile halledilmesini istedi asistanından. Anlam veremedim bunu
önemsemesine. İz kaldı ama hiç rahatsız olmadım izlerimden. Bana öğretmenlik yapmış
tanıdıklarımdan biri, bir gün merdivenlerden inerken bandajı farkedip, neye adım
atmaya korktuğumu sordu. En küçük bir şeye bile bu kadar büyük anlamlar yüklenilmesi
hiç de acayip bir durum değildir benim gibi biri için. Sadece her şeyin olabilme olasılığını
kabul eden bir tarafsızlığım vardır.
Kırklarımdayım ve aynı yerde çıkan leblebi büyüklüğündeki kistim ile yıllardır
beraberim. Her şeyi her şeye bağlayan veya her şeyi tek bir şeye bağlayan fikirlere
karşı düşünmenin eğitimini aldım yıllarca. Hem akademide hem hayatta üstelik.
Savunma mekanizmalarımın el verdiği ölçüde başarmışımdır, artık bunu kabul edecek
kadar büyüdüm. İnsan kendi üstüne düşenlerin sorumluluğunu almakla, her şeyin sorumluluğunu üzerine yıkanlar karşısında kendine haksızlık etmeyecek bir uyanıklıkta olmanın arasında kalıyor. Sonuçta affetmek de sevmek de şefkatte kendinden başlıyor. Kendine saygı ve sevgisi olmayanın başkasına bu olumlu duygularla yaklaşması da mümkün olamıyor.
Bakış açımın ve algımın ötesinde de düşünebilmek ve onun yaratıcılığında farklı deneyimlere de açılabilmek isterdim. İnsanın bildiği var oluş koşullarının ötesine geçebilmesi ne faydalı olurdu.
Yaşanan her şeyin yaşanmaya değer bir hayat deneyimi olduğunu varsayan argümanların karşısında duracak bir şey bulmak gerçekten mümkün mü? “Keşke böyle olmasaydı” deme hakkımız yok mu?
Bir mevsim daha geçti. Başkası sebep olmasa kendi kendime müzik dinlemeyi bırakmıştım
uzun zaman önce. Şiir de okumuyorum artık. Kendini duygulara bırakmak, gevşemek
yok ne zamandır benim için. Planlı bir robot gibi, yerine getirilecek görevler ve sorumluluklar arasında durup hislere bakmak rutin akışı bozardı. Ama bu sabah yıllardır dinlemediğim bir şarkıyı mırıldanmaya başladım yokuşu çıkarken kesilen nefesimle. Adımlarımı yavaşlatıp
tepelere baktım, durdum, yürüdüm, ağır ağır. Telefondan şarkıyı açayım derken
beceremeyince vazgeçip kendim söylemeye devam ettim. Okula vardığımda dilimden
düşmedi şarkı. Selam verdiğim birkaç öğrenciye sordum bilmiyorlardı. Oysa eski bir
şarkı değildi benim için. Ne zaman yirmi yıl geçmişti bu şarkının üzerinden şaşırdım.
Öğretmenler odasında bir arkadaş sonunda mırıldanmama dayanamadı sanırım, bu
sabah kendimi genç kız gibi hissetmekten vazgeçmemi söyledi. “Neden bazı insanlar
yıkıcı olmayı tercih ediyor yapıcı olmak yerine?” dedim.
Şarkıda da söylendiği gibi kırıklarını aldırdım kalbimin, zırhımı çıkardım astım
portmantoya, ama kırılmamak için saklanmaya veda edesim var. Sevdiğim tüm şarkıları
bağıra çağıra yollarda söyleyesim var. Yakışıksız bulan olursa umursamayasım, kendimi
ne zannettiğimin sorgulanmasına veya bakan tarafından nasıl algılandığıma aldırış
etmeyesim var.
Hiç sakatlanmamış hiç sakatlamamış olmayı dilemek ile ilgilenmeyi kesesim var….