Bir işe yarar mı? Hayat ne işe yarar? İnsanı diğer canlılardan ayıran en çarpıcı özelliği nedir biliyor musunuz? İnsan canı çok sıkılan bir yaratıktır. Canı sıkılan bir aslan bir inek ya da bir sinek düşünebiliyor musunuz? Tamam anne babaların canı sıkılacak fırsatları olmaz. Çocuklarına bir bakmamız yeter yine de. Günümüzün çocuklarını hiçbir şey doyurmaz, sürekli sıkılırlar.
İnsan sıkılınca ne yapar? - Yemek yer : Yemek yapmak, özellikle de dostlarla muhabbet ederek yemek yaşamdaki en büyük keyiflerden. Ama her sıkılığımızda yersek şişmanlarız!
- Arkadaşlarını arar: İnsan insanın kurdudur can sıkıntısını alır. Ya da çoğu kez öyle görünür. Can sıkıntısının üstünü örter çoğu kez. Geyik muhabbeti ile oyalanırız. Sonunda yine canımız sıkılıyordur ama bu kez belki de kuruntular edinmişizdir boş sözlerden.
- Televizyon seyreder: Büyük bir olasılıkla hem şişmanlar hem de aptallaşır. Ne izlediğine ne kadar izlediğine bağlı.
- Spor yapar: Spor yapmaya yatkınsanız, alışkanlığınız, olanaklarınız varsa belki de can sıkıntısını gidermenin en güzel, en sağlıklı yoludur.
- İş yapar: Ama yapması gerektiği değil de sevdiği işi yapan kaç kişi vardır? Peki iş bir yana, sevdiğimiz bir uğraşımız var mı? Sevmek deyince zaman geçirmek için değil, aşkla tutkuyla sevmekten söz ediyorum. Kendimizi mutlulukla anın içinde kaybederek yaptığımız sonunda ürettiğimiz şeyi sevdiğimiz bir uğraşımız var mı? Eğer varsa canımız hiçbir zaman sıkılmaz.
- Alışveriş yapar!
- Sevişir.
- Belki de kitap okur. Bu da bir tür üretmektir aslında. İnsanın ruhunun dokusuna bir renk bir ilmek katışıdır. Ruhunda açacak çiçekler için tohum saçması. Ya da göle maya çalmak! Ne okuduğuna nasıl okuduğuna niye okuduğuna bağlı elbette.
- Yazar, çizer, boyar, oyar. Tasarlar, kurgular… Sanata bulaşır.
Evet insanın can sıkıntısının en büyük sonucu nedir biliyor musunuz?
Sanat!
Bunu hiç de sanatı küçük düşürmek, gözden düşürmek için söylemiyorum. Belki de şu anda Darwin’in evrim kuramındaki bir gediğine yama yapıyorum. Mutasyona uğrayan o maymun canı sıkıldığı için ayağa kalktı, diyorum.
Etrafındaki, o çığırtılı aptal maymunlar gibi her gün aynı şeyleri yapmaktan, gorillerden kaçıp, bit ayıklamaktan sıkıldığı için ayağa kalktı!
İnsanların çoğu canları sıkılınca kendilerini kolay şeylerle oyalarlar. Ama bir de can sıkıntısından kolayca kurtulamayan, hemen kanıp doymayan insanlar vardır. Bunlar ya politikacı olur ya suç işler ya evliya çelebi olur uzak yerlere yola düşer. Belki her gün saatlerce çalışan bir sporcu ya da aynı noktaya bakmaktan yorulup sıkılmayan bir gök bilimci olur.
Sürekli ve çılgınca canı sıkılanlar vardır bir de! Onlar ya deli olur ya sanatçı.
Sanatçılar, can sıkıntı eşikleri çok ama çok düşük insanlardır. Kendilerini oyalamak, eğlendirmek, sıradanlığa katlanmak, ortalamaya uymak konularında özürlülük derecesinde beceriksiz ve sevimsizliğe varan ölçülerde hoşgörüsüzlerdir.
İnsanı diğer canlılardan ayıran bir başka müthiş özelliği daha vardır. Hadi tahmin edelim. İnsan başka hiç kimsenin çabası olmadan kendini gayet güzel kandıran, kendini kandırmayı seven tek canlıdır. Bir insanın tüm yaşamı kendini nasıl kandıracağı üzerine yapılan uzun bir uzmanlık çalışmasıdır. Bu çalışmanın doruk noktasında ölerek ödülünü alır. İnsan niye hep kendini kandırır? Çünkü - İnsan her şeyi hep merak eder –kendinin ne olduğunu, yaşamın ne olduğunu
- İnsan niye merak eder? Çünkü canı sıkılır! Yapacak çok işi olduğunda bunalır, ne anlamı var bu kadar didinmenin diye merak eder. Hiç işi olmasa, gündüz mavi göğe, güneşe bulutlara, gece aya, yıldızlara, yarasalara bakar ve niye bütün bunlar var, ben niye varım diye sorar kendine. Bu soruya bir yanıt bulması gerekir. Çünkü insan her sorunun bir yanıtı olması gerektiğini kabul eder. İnsan için sorunun olması yanıtın varlığının kanıtıdır. Gülünç ama çaresiz bir durumdur bu. İnsan sıkı bir yanıt arama işine girmiştir çağlar önce. Pek çok değişik yanıt bulmuştur. Bulunan ya da uydurulan yanıtların bir kısmı yanıta gereksinim duyan ama arama bulma sabrı, uydurma yeteneği olmayan diğer çaresizlere değişik biçimlerde sunulmaktadır. Ninniyle, sopayla, inançla, parayla, modayla…
Sanatçı da kendini kandırmak isteyen insandır. Ama o bu kendini kandırma işini biraz ileri götürür. Becerikliyse bizi de kandırır. İnandırır demiyorum. Bir romana bir şiire bir öyküye bir resme inanmak diye bir şey olamaz. Ama okurken bakarken bizi içine alıyorsa kandırıyor demektir. Alıştığımız bildiğimiz tanıdığımız ne varsa ondan uzaklaşıp, çıkıp başka bir dünyaya girmemiz, orada kalmamız, orada halimizden memnun olmamız için kandırır bizi. Öyle ki daha iyi ya da daha kötü bir dünyanın olabileceğine kanarız. Bir süre olmamaya ya da bambaşka biri olmaya kanarız. Artık çok iyi, çok akıllı olmaya kanarız.
İşte insanın can sıkıntısının en gelişkin sonucu olan sanatın en büyük özelliği insanı kandırması, kandırmasının gerekliliğidir. İnsanın can sıkıntısı ile kendini kandırma ilişkisinden iyi ya da kötü –sık sık ve sanırım oldukça kötü- koca bir uygarlık yarattığımızı ve bu uygarlığın hiçbir zaman tam olarak her şeyiyle kavrayamayacağımız evrenin içinde bir nokta olarak bile nitelenemeyecek bir yer kapladığını düşündüğümüzde, kötülüklerle çirkinliklerle bezeli yaşamlarımız gülünç, eğreti, uçuk kalmıyor mu? Gerçek sanatın yapması gereken ya da yapabildiği bu gülünç, bu uçuk, zavallı yaşamın nasıl da güzel, olağanüstü, gizemli bir tansık olduğuna bizi kandırmasıdır. Bu açıklanamaz tansığa aşkla bağlanmaya, yalnızca aşkı ama ciddiyetle değil uçarı, çocukça, haşarı bir gülümseme ile yalnızca aşkı aramaya kandırabilmesidir. Bunu yalnızca sanat yapabilir. Çünkü yaşam gibi onun da bir anlamı bir gereği yoktur. Tıpkı yaşamın kendisi gibi bizi kandırmaktan bir çıkarı yoktur.