Eski Dünya Bankası baş ekonomisti ve Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) eski başkan yardımcısı Anne Krueger, Türk ekonomisini değerlendirdiği bir yazı kaleme aldı. Krueger, Erdoğan’ın ve onun emrindeki ekonomistlerin (Erdonomistler) siyasi varlıklarını sürdürmek için Türk halkının geleceğini kararttıklarını belirtiyor. Ünlü ekonomist Türkiye’nin dünyada yeteri kadar ilgi görmediğini ve özellikle ekonomik durumuyla yakından ilgilenilmesi gerektiğini savunuyor.
Türkiye; Avrupa Birliği, Rusya ve dört Orta Doğu ülkesi ile kara veya deniz sınırlarını paylaşan jeopolitik ve ekonomik açıdan önemli bir ülke olmasının yanı sıra NATO’nun Müslüman çoğunluklu tek üyesi ve İttifak’ın ABD’den sonra en büyük ikinci ordusuna sahip olma özelliklerini taşıyor. Dolayısıyla Amerikalı ekonomiste göre, Türkiye’nin yaşadığı kriz sınırlarının çok ötesinde önemli.
Krueger yaşanan ekonomik krizin sebeplerini dışarıda değil içeride olduğunu ifade ediyor. “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve hükümeti, siyasi muhalefetin yükselişini bastırmak için ülkenin demokratik kurumlarının içini boşaltmak ve ülkedeki kutuplaşmayı derinleştirmek için yıllarını harcadı” diyen ekonomist, 2013’ten sonra anayasal düzenden uzaklaşma ile birlikte ekonominin de duraksamaya girdiğinin altını çiziyor.
Refahın görece arttığı yılların ardından 2010’ların ortalarında büyüme yavaşlamaya başladığında, Erdoğan hükümeti büyük ölçekli altyapı yatırımlarına sponsorluk yaparak ve bankaları faiz oranlarını düşük tutmaya teşvik ederek karşılık verdi. Ancak bu harcamalar dış kaynaklardan finanse edildiğinden enflasyonist baskı yarattı. Türkiye enflasyon oranı 2017’de çift haneli rakamlara ulaştı ve o zamandan beri daha da yükseldi.
Krueger Türkiye’nin, COVID-19 krizinden çok önce ekonomik zorluklarla karşı karşıya olduğunu ve pandemi geldiğinde Türkiye’yi sert vurduğunu belirtiyor. Son derece agresif olarak nitelendirilebilecek teşvik önlemleri ise ekonomik büyümenin devam etmesini sağlasa da, makroekonomik durum sürdürülemez hale geldi. Resmi veriler enflasyon oranını %21 olarak belirlese de çoğu uzman gerçek oranın daha da yüksek olduğuna inanıyor. Piyasa gözlemcileri, önümüzdeki aylarda %30 veya daha fazla bir enflasyon oranı bekliyor. Sonuç olarak, Türk halkının önemli bir bölümünün reel gelirde ciddi bir düşüş yaşamasına Krueger şaşırmıyor.
Ayrıca, hükümetin teşvik politikalarının çoğu, reel üretimi artırmadan enflasyonu hızlandırdı, sermaye kaçışını tetikledi ve bu yıl ABD doları karşısında değerinin %45’ini kaybeden Türk lirasında büyük bir değer kaybı yarattı. Rezervlerini hızla tüketen merkez bankasının brüt rezerv yükümlülükleri Mart 2021’e kadar 150 milyar doları aştı, varlıkları ise 90 milyar doların altına düştü.
Erdoğan, enflasyonun yüksek faiz oranlarından kaynaklandığına dair çılgın bir teoriyi savunduğu için uzun süredir merkez bankasına faiz oranlarını düşük tutması için baskı yapıyor.
Erdoğan, alışılmışın dışında politikalarına inatla bağlı kalırken, mal kıtlığı daha sık ve şiddetli hale geliyor ve bazı devlete ait işletmelerin fiyatları kontrol etme çabalarına yol açıyor. Ancak devlete ait firmalardaki artan açıklar mali açıkları, dolayısıyla enflasyonist baskıları artırıyor.
Enflasyon yüksek ve yükseliyor, ekonomik büyüme duruyor, döviz rezervleri düştü, birçok mal ya yetersiz ya da basitçe mevcut değil ve düşük ve orta gelirli haneler giderek yoksullaşıyor. 2013’te 12.600 dolardan 2020’de 8.500 dolara düşen kişi başına düşen GSYİH ile birlikte, 85 milyon insan, büyük ekonomik problemlerle karşı karşıya kaldı.
Krueger yeni bir liderlik veya daha sıkı bir para politikası içeren bir rota düzeltmesi olmadan, Türk hane halkının ekonomik beklentilerinin kararmaya devam edeceğini ve ülkenin istikrarı üzerindeki olumsuz etkinin dünya tarafından görmezden gelmesi imkansız hale geleceğini belirtiyor.