Ne kadar akıl almayacak olay varsa dünyamızda, birkaçı son 20 senedir mutlaka bizim ülkemizde yaşandı. Nisan 1961 Viyana’da toplanan ülkeler temsilcileri Diplomaside Viyana Sözleşmesi adı ile, 53 maddelik bir deklarasyon hazırladılar. Ülkelerin diplomatik ilişkilerinde uymaları gereken kuralları sıralayan bir sözleşmeyi imzaya açtılar. Bu sözleşmeye imza koyan ülkeler arasında Türkiye de bulunmakta. Bu sözleşmede birçok önemli hususun sıralanmış olduğunu okumaktayız. İmza veren üye ülkelerin imza sayılarının 22’yi aştığında, yeterli olduğu ‘Kabul’ edilerek, geçerlilik kazanacağına dair bir de 51 inci madde bulunmakta, mütabakatta. Türkiye Cumhuriyeti bu sözleşmeye imza veren ilk ülkelerden bir tanesi.
1960 Askeri Harekatının hemen sonrasında gelen bu Uluslararası antlaşmaya imza koymanın, devrin Türkiye yöneticileri adına sivilleşme konusunda gösterge niteliğinde olduğunu düşünmekteyim. 24 Nisan 1964 tarihinde yeterli sayı bulununca sözleşmenin Birlişmiş Milletlere gönderilmesi sağlanmış. Bu sözleşmeyi kanunen kabul ettiğimiz tarih ise 4 Eylül 1984. Bu kabulde geçerlilik 12 Eylül 1984 tarih ve 18513 sayılı resmi gazetede yayını ile sağlanmış. Kanun hükmünde bulunan 3. maddede çok önemli bir ayrıntı yatmakta.
Madde 3. ‘Bu kanun Bakanlar Kurulu tarafından yürütülür’’ demekte. Yani Cumhurbaşkanı tarafından yürütülür dememekte.
Bir de kanundaki 9. uncu madde varki bu madde akil adamlara hitap etmekte. Bu madde içeriğini dikkatli okumak gerekir:
Madde 9. Kabul eden Devlet, herrhangi bir zaman ve kararının gerekçesini açıklamak zorunluluğunda olmaksızın, gönderilen Devlet misyon şefinin veya misyon Diplomatik kadrosunun herhangi bir üyesinin istenmeyen şahıs ’PERSONA NON GRATA’ olduğunu veya misyon kadrosunun herhangi bir başka üyesinin kabule şayan olmadığını bildirebilir. Bu takdirde, gönderen Devlet, duruma göre ilgili şahsı geri çağırır veya misyondaki görevine son verir. Bir şahıs kabul eden Devletin ülkesine gelmeden önce de istenmeyen veya kabule şayan olmayan şahıs olarak ilân edebilir. Diplomatik misyon üyeleri kendi adlarına değil, ülkelerini temsilen yaptıkları her hareketten sorumludurlar. Zaten kendi şahsi fikir ve davranışları, misyon yüklendiklerinden, geçerlilik arz etmez. Onlar ülkeleri adına konuşurlar ve hareketleri ülkeleri adına olur.
Türkiye yıllardır Avrupa Birliğine girmek için bir çok fedakarlıkta bulundu. Avrupa Birliği Hukuk sistemimizdeki bazı kanunların değişmesini istedi. Biz de uyum yasaları çıkararak, değiştirilmesi üzerinde ciddi adımlar attık. Yasalarımızın birçoğu değişerek Avrupa Birliğine uyumlu hale geldi. Buna itiraz etmedik.
Yabancı misyon üyelerinden bazıları, kimisi Avrupa Birliği üyesi ülkesi, kimisi değil, ülkemizdeki hukuk dışı bir uygulamadan rahatsız olduklarını dile getirmek için bir deklarasyon yayınlamışlar.
Ülkemizde Enis Berberoğlu misali tutuklu olan bir çok milletvekili, gazeteci bulunmasını izah etmenin oldukca güç olduğunu düşünmekteyim. Ayrıca Avrupa Birliği kanunlarına uyum sağladıktan sonra bir kişinin elde delil olmadan, iddianame olmadan, sadece sözle tutuklu kılınmasını, hukuk mantığı ile izah etmek mümkün değildir. Hoş, bir ülkenin içişlerine müdahale yönünden bakarsanız, konuya Yeni Zellanda’nın Türkiye’ye, tutuklu Kavala konusunda, bildiriye imza koymasının abesle iştigal olduğuna inanırım. Ancak aylardır ülkemin kanayan yarası halinde olan delil olmadan tutukluluk süresinin cezaya dönüşme halini kabul etmek mümkün de değildir.
Ülkemde ‘Cumhur Rejimi’ tatbik edildiği bir hakikat. Bu nedenle Uluslararası Hukuka göre, verilen kararların içinde ‘AKIL’ aramak mecburiyetinde kalmaktayız. Gelin 3042 sayılı kanunun 3. maddesine bir daha bakalım. ‘Viyana sözleşmesi Bakanlar Kurulu Tarafından yürütülür’ sözüne rağmen, düşünmeden söz söyleyen Cumhurbaşı emri ile 10 Büyük Elçi’nin birden ‘İstenmeyen Adam’ yani ‘’Persona Non Grata’’ ilan edilmesi sonucu ülkemde nelerin kaybolacağını şimdi bizler düşünmekteyiz diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.