Tanıdığımız birçok bestekârın erkek olduğu bir gerçektir. Güftekârların büyük bir bölümünün de erkek olduğu bilinir. Bu konuda herhangi bir yorumda bulunmamakla birlikte, zamanın platonik sevgilerinin, açıklanamayan hislerinin satırlara döküldüğünü düşünmekteyim. Pek çok değerli bestekar eserlerinin kayda geçirilmesi için, konunun erbaplarından yardım görmüşler.
Osmanlı tarihinin çeşitli dönemlerinde kayıtlanan, Türk Sanat Müziği olarak bildiğimiz klasik eserin büyük bir bölümünün altında gayri Müslüm bestekârların imzası bulunmakta. Hatta yüzlerce diye ifade edebileceğim eser de ya kaybolmuş ya da yanmış. Bir örnek vermek gerekirse Hamâmîzâde İsmail Dede Efendi’nin 500 den fazla beste yaptığı söylense de, günümüze ulaşan 294 adet eseri bulunmaktadır.
Hani açığa vurulmamış, ancak mısralar arasında kadınlar tarafından kayda alınmış eserler var mıdır, diye düşündüğüm çok olmuştur.
1894 yılında Mabeyinci Faik beyin bir kızı dünyaya gelir ve adını Faize koyarlar. Anne Şeminur hanımın bu ilk kızıdır. İkinci kızı Fahriye de ablası kadar yeteneklidir. Her iki kız evlatlarını da özenle yetiştirmeye çalışırlar. Tanburî Cemil bey, Mabeyinci Faik beyin yakın dostu olduğundan, kızlarına küçük yaşta musiki ve tanbur dersleri aldırır. Abla Faize Türk Sanat müziği içinde tanbur icra eden önemli bir kadın sanatçıdır. Kız kardeş Fahriye ise yetenekli bir kemençe sanatçısı olur.
Fahriye Fersan, Refik Fersan ile evlenir. Her ikisi de, Klasik Türk Müziği tarihimizde önemli bir yer işgal ederler. Faize Ergin ise özel öğrenim görürken Enderun-i Hafız Hüsnü beyden usul derslerinin yanında, İsmail Hakkı beyden repertuar dersleri alır.
Faize hanım maarif müfettişlerinden Ruhi Ergin beyle evlenir. Eşinin teşviki ile beste çalışmaları yapar. Çok fazla besteye imza atmamış olsa da, bıraktığı eserler çok değerli parçalardır. Çok az bestekarın kullandığı makamlarda eserler vermiş olduğunu görmekteyiz. Bestekar Faize hanımın Nihavent makamında aksak usulde bestelediği çok sevilen bir şarkısı vardır, ‘Kız sen geldin Çekeşten , pek güzelsin herkesten‘ .
Bir başka şarkısı ise Şeddiaraban makamındadır, güftesi Abdulbaki Baykara’ya aittir, usulu ise Devr-i Hindi:
‘Bade-i vuslat içilsin kase-i fağfurdan, bir ilahi neşe doğsun name-i tanburdan‘. Bu şarkıda kullandığı enstrümanı ne kadar sevdiğini anlamaktayız.
Bir başka bestesi ise Nikriz makamında verdiği bir eserdir. ‘ Gönül ne için ateşlere yansın’.
Bunların dışında çok sevdiğim bir eseri vardır bestekârın, Acemaşiran makamında, ağır aksak usulde bestelenen bir şarkı. Güftekârının kim olduğu bilinmese de bu eser, benim çok sevdiğim eserler arasında önemli yer tutar. Son yıllarda bu şarkıyı daha bir fazla sevdiğimi ifade etmek isterim:
‘Kime hâlim diyeyim, kime feryâd edeyim, kime rüsvay olayım, kime şevka edeyim, kime bu dağ-ı derûnum, kime ifhâm edeyim, gülerek gel güleyim, kendimi handân bileyim’
Geçtiğimiz son on-onbeş sene sürecinde öyle olaylara şahit olmaktayız ki ülkemizde, Türkiye’de mi, yoksa başka bir ülkede mi yaşamaktayım, diye tereddüt etmekteyim. Cumhurbaşının bir başka ülkenin başkanı ile görüşme sağlamasının çok önemli bir olaymış gibi yansıtılmasını çok yadırgamaktayım. Medya tarafından bize aktarılan görüşme konuları ile, görüşülen ülkenin televizyonlarında verilen haberlerle karşılaştırdığımızda, kimin doğru söylemediği ortaya dökülmekte. Bizler aklı olan insanlarız, cahil halkı aldatabilirsiniz ama bizim aldığımız eğitimde ‘Aklını kullanmak’ esastır. Hatta bakın kutsal kitabımız olan Kur’anı Kerim de SADsuresi 28inci ayet çok açık anlatmakta: ‘ Ey Akıl Sahipleri Akledin ! Aklınızı Kullanın. ‘Sana bu mübarek kitabı , âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.’ denilmektedir.
Hani hem bilimsel olarak aklı kullanmak gerekir hem de dinin emri olarak aklımızı kullanmamız gerekir, hani şikayet etmeyim diyorum ancak ‘Kime Halim Diyeyim, Kime Feryad Edeyim’misali aklını kullanmayanlara bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.