|
Al Eline Kalemi Yaz Başına GeleniKategori: Nalına Mıhına | 0 Yorum | Yazan: Metin Atamer | 08 Eylül 2021 09:55:18 Her insan gibi ben de bir tarihte kendime söyledim ’Al eline kalemi yaz başına geleni’. Aslında buna benzer bestekâr Bimen Şen ustanın sultan-i yegâh makamında sengin semavi usulde bir şarkısı vardır. ‘Al Sazını Sen Sevdiceğim Şen Hevesinle’ diyerek başlar bu şarkı, ancak bizlerin Bimen usta kadar Şen olmamız gün geçtikçe zorlaşmakta. Bu nedenle al kalemi eline yaz başına geleni demek istiyorum. Aslında kalemi elimize alıp başımızdan neler geçtiğini yazmaya kalksak, sayfaların yetmeyeceğine inanmaktayım.
Yazmak için günümüzde çok çeşitli kalemler mevcut. İlkokula başladığımızda bir kalem bir kalemtıraşımız bir de mürekkep kalemimiz vardı. Çeşitli kalınlıkta uçları ve de mürekkebi saklayan hokkamız bulunmakta idi. Hokka ters dönse de mürekkep dışarı akmazdı. Yazı derslerimizde bu kalemlerimizi mutlaka okula götürürdük. Sınıfta bu kalemleri kullanıp çok güzel yazı yazan arkadaşlarımız vardı. Benim de yazım fena değildi. Bu nedenle çok çeşitli kalemlerim vardı. Hala masamda onlarca değişik kalemim bulunmaktadır. Şimdiki nesilde ise kalemden ziyade klavye bulunmakta ve kalemle yazdıkları yazılarını okumak için özel maharet gerekmekte. Kalemi oluşum tarihi açısından ele alırsak, yüzyıllarca önceye gitmemiz gerekli. Mesela ilk yazının MÖ. 3300 yıllarında Sümer’lilerin bulduğu çivi yazısı olduğunu bilmekteyiz, ancak medeniyetlerin kaynağı belki 10,000 yıl evveline kadar gitmektedir. Anadolu’da kullanılan bildiğimiz çivi yazısında, kalemin şeklinin bir üçgeni andırdığını tabletlerin üzerindeki şekillerden anlamaktayız. Bu yazıyı Hitit medeniyetinde, tapınak rahiplerinin birçok konuyu kayda geçirebilmesi için bulunduğunu söyler tarihçiler. Üçgen sert bir kalemin ham toprak hamurunun üzerine şekiller oluşturması ile Hitit çivi yazısı meydana gelmiş. Hatta çivi yazısı ile yazılan mektupları bile çamur hamurundan zarf yapıp üzerine kime gönderildiği yazılmış. Sonrasında fırınlanarak günümüze kadar gelmesi sağlanmıştır. Çivi yazısının bir İngiliz subayı olan Henry Ravlinson tarafından 1844 yılında çözüldüğünü bilmekteyiz. Basite indirdiği kutu sistemi ile çivi yazısını çözdükten sonra, tarihin bir çok karanlık köşesinin aydınlığa kavuşmuş olduğunu anlamaktayız. Ankara Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen bu tabletleri hayranlıkla seyrederim. Ticari mektupların konularını, Mezopotamya’daki komşu ülkelere gönderilen mallara karşı, oradan getirilecek malların ticareti oluşturmakta. Bu tabletlerde birçok taahhütler bulunmakta. Bazı mezarlarda bulunan tabletlerden ise kişilerin saygı duyduğu insanlardan aldıkları mektuplarla gömüldüğünü görüyoruz. Bunu Kayseri Kültepe’de elde edilen tabletler söylemekte. Antik Kültepe, çeşitli istilalara maruz kalmış, şehir yedi kez yakılmış, yıkılmış, kalan yıkıntılar üstüne yeniden şehir kurulmuştur. Kültepe’de üst üste yedi katman bulunmaktadır. Kanımca Anadolu daki birçok antik şehir kalıntılarında bunu görmek mümkündür. Hatta TROYA harabelerinde de bu tür şehir katmanlarını görmek olası. İlk parayı bulan LİDYA’lılar da Anadolu’nun bir başka köşesinde MÖ. 7000’li yıllarda yaşamışlar. Ancak Hititliler zamanında ülkeler arası ticaretin paradan ziyade mal takası şeklinde oluştuğunu görmekteyiz. Hititlilerin ticari tabletlerinde paranın konu edilmediğini, yalnız takas olarak kayıtlarda bulunduğunu okumuştum. Yapılan kazılarda kalemler elimize kadar ulaşmasa da, yazı kültürünün başka pek çok kalıntıları, Anadolu’nun çeşitli köşelerinde Hitit uygarlığının yaşadığı şehirlerdeki kazılardan elde edilmiştir. Hititlerle aynı dönemlerde yaşayan Mısır medeniyetinde ise başka bir yazı çeşidi kullanılarak PAPİRUS diye adlandırdığımız karton tipi levhalara konular kaydedilmiştir. Söylentilere bakarsak, yine tapınak rahipleri kayıt tutabilmek için yazıyı bulmuşlar. Hatta çok tanrılı dinden tek tanrılı dine geçmeye çalışan Akhenaton’u kabul etmeyen rahipler, ellerindeki gücün yok olmasına direndikleri bilinir. Bu nedenle Akhenaton genç yaşta ölür veya öldürülür. Eşi Nefertiti ve sonrası TutankAmon, çok tanrılı dine geri dönerler. Mısır medeniyetinde, birçok konu, rahipler tarafından papirüs üzerine yazılmış metinler içinde korunmuştur. Bir çeşit sulak bitki olan CYPERUS PAPYRUS özünden yapılan kalın kartonu andıran tabakalara, sübye mürekkebi kullanılarak iğne uçlarla yapılan işaretler, bu medeniyetin yazılı mazbatasıdır. Firavun dönemlerinde yaşayan rahipler ve duvar ustaları kimi konuları bu levhalara yazmışlar, kimi konular ise kulaktan kulağa aktarılarak sürdürülmüş. Papirus üzerine yazılanlar, günümüze kadar gelmese de, duvar, sütun ve kayalara sert madenle kazılarak ifade edilen bir çok tören günümüze kadar gelmiş. Yapılan araştırmalarda papirus üzerine yazmak için iğne kalemleri ve mürekkep olarak sübye boyasını tercih ettikleri söylenir, ancak renkli şekiller için doğadan aldıkları bitki ve toprakların renklerini tercih ettiklerini düşünmekteyim. Tarihi belgeleme adına yazılan ve kayda alınan birçok konu tarihi korumak adına müzelere kaldırılmakta. Ülkemizin de son 650 senesinin tarihi OSMANLI arşivleri adı altında, Dolmabahçe Sarayı’nın bir bölümünü süslemektedir. Bu belgelerde gerçek dışı bir kayıt bulamazsınız. Osmanlının bu kayıtlara gerçek dışı hiçbir bilgi girmediğini bilmekteyiz. Ancak Milenyum sonrası ilk 20 sene içinde kayda geçen bilgilerin, ekranlardan halka söylenen yalanların, kimlerin kalemi ile kayıtlara geçeğini, hangi konuları kapsayacağını merak etmekteyim diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|