Saçma. Herkesin kendi hikayesine mahkum kalması her zaman saçma geliyor. O hikaye ile toprağa gidecek olması. Kimi bir nebze de olsa bir şeyler bırakıyor arkasında. O da zaten unutulmak suretiyle siliniyor. Çok dramatik değil mi? Aslında her yaşam bir eserdir. Ve ilgi çekici olmayan bir eser yoktur. Kimi macera dolu, kimi melodram belki. Ama her hayat hikayesi özel bir eser.
Bir bedene sıkışmış, bir odaya sığmaya çalışmış, bir kadere bağlanmış ömürler. Kendinden kaçmaya kalksan kaçamazsın. Zaten elma yüzünden kovulmuşsun, bir daha cennete girememe sebebin olur, vazgeçtim oynamıyorum demen.
Hiç bitmeyeceğini düşündüğü geceler oluyor insanın. Hiç çıkamayacağını sandığı kuyular. Hepsi geride kalıyor. Hem ruhumuzda hem bedenimizde iz bırakarak. Keşke hiç geçmeyeceğini düşünerek kendimizi acıtmasak. Keşke o zaman da bilsek “ Sahil olursak her dalganın nasıl vurursa vursun kıyıdan çekileceğini.”
Henüz yirmili yaşlara gelmemiş bir ergenken, dost “bak gör hepsi geçecek, hep böyle, bu yoğunlukta acı hissetmeyeceğiz” demişti. Dostun her dediğine kabule hazır ben, ümitle yüzüne bakmış “Gerçekten mi? Her şey mi?” diye sormuştum. Elbette dünya değişmeyecekti. Yalnızca biz öyle yaşamayacaktık. Böyle etkilenmeyecektik. Annemden kalma bir masa saatim vardı. Yere atıp kırmıştım o gün. Zamanmış algımızı ve duygumuzu böyle değiştiren. Olayları karşılama şeklin ve kabullerin olgunlukmuş. Teslim olman gereken durumda efendi efendi boynu sunağa uzatıp beklemenmiş.
Dost yine doğru söylemiş. Hiçbir şey değişmiyor. Sadece biz alışıyoruz. Artık bildiğimiz, tanıdık olduğumuz duyguları ağırlıyoruz. Bir de bazı değerlerin tadını bildikçe, cana ağır gelenleri de tahammülle karşılamayı öğreniyoruz.
Usul usul izliyorum sabahları, öğleden sonraları ve akşamları. Kalbimde artık belli şeylerin özlemi de var. Az yıllı zamanlarda hayat dediğin umut veya umutsuzluk arası git gellerken, yıllar arttıkça o gitgelli zamanlardaki bir şeylere bile özlem biriktiriyormuş insan. Demli bir çayın buruk tadı, bir vapur sireni, muma mahkum bir gece, kızıl bir gün batımı, bir demet gül kokusu, bir kapının buzlu camının ardında bilmenin yettiği bir sülüet, biriyle mırıldanan bir şarkı hayatın güzellikleri imiş meğer. Bunların tadı hiçbir kitaptan öğrenilmiyor. Hayatta kalma mücadelesi veren eski bir arkadaş ya da evladın bir bakışı hatırlatıyor asıl olanı bazen.
Asıl olan,
Nefes oldukça
Yaşamalı..
Kalbi selim olalım.
Ne öyle ne böyle olmak zorunda değiliz.
Kalbi selim olalım…
Biri bendire vurdu, şükür.
Diğeri “yara bir kapıdır geçmesini bilene” dedi.
“Eylemin ve söylemin hep aynı hizada,
Anlamayana karşı Hakk ile sabret.
Sana, olmaz denilen her şeyi unut.
Kalbindekini bilir bu makamın sahibi.”
Ağaçların arasından batan güneş yüzüme, kapattığım gözlerime vurdu.
Bendire vuranı, dervişle konuşanı, kalbiyle dinleyeni bir araya getiren dost kişi, “gölgen varsa ışıkla kavuşmuşsundur” dedi.
Anlamını bulamamak aramaktan vaz geçmeyi gerektirmez. Anlama yaklaşsak da ondan yoksun kalsak da, mantık çerçevesinden anlaşılmayan şeyin ta kendisi hayat.
Saçma da gelse.
Kalbi selim olalım...