|
|
Goya: Ya Sanat Ya Ölüm (Akıl Uyuyunca)Kategori: Kültür/Sanat | 0 Yorum | Yazan: Ersin Engin | 21 Haziran 2021 01:46:01 2020 yılında okuduğum bir kitaptan çok etkilendim; aslında bir tiyatro oyunuydu bu kitap: Çağdaş İspanyol yazarlardan Antonio Buero Vallejo’nun “Goya – Ya Sanat Ya Ölüm” adlı yapıtı. Fazla olmasa da arada tiyatro oyunlarını okumayı seviyorum. Her ne kadar sahnede izlemenin verdiğine benzemese de yine de keyif alıyorum bu deneyimden. Romandan ya da öyküden çok fazla zorluyor şüphesiz okuru. Pek çok görsel ve betimsel boşluğu doldurma işi okura kalıyor, bazen anlam dağılıyor okurken ve takip etmek zorlaşıyor.
Okuru diğer türlere göre kendi hayal gücü, yaratıcılığı ve kurduğu imgelerle daha fazla yalnız bırakıyor tiyatro metni. Bu kitabı okurken de öyle oldu; zorlandığım için birkaç kez baştan başlamak zorunda kaldım. Fakat daha çok Goya ve eserleri hakkında yeterli bilgim olmamasından kaynaklanan bir zorluk yaşadım daha çok. Düşündüm de az çok Picasso, Van Gogh, Dali, hatta Michalengelo ve Da Vinci hakkında bir şeyler biliyoruz da onlar kadar büyük ve etkileyici bir ressam olan Goya’yı çok da iyi tanımıyoruz. En azından kendi adıma bunu söyleyebilirim. O yüzden bu kitabı bitirebilmek için Goya hakkında iki kitap ve pek çok makale ve yazı okumak zorunda kaldım. Okuduğuma da değdi açıkçası. Bu sayede Goya’nın sadece önde gelen bir ressam değil aynı zamanda yaşadığı dönemin en önemli düşünürlerinden biri olduğunu da öğrenmiş oldum. Özgün adı El Sueño de la Razón (Akıl Uyuyunca) olan kitabı dilimize Hilmi Tukur kazandırmış. Kitabın başında Aziz Çalışlar’a ait kapsamlı bir önsöz var. Oyun kısaca Goya’nın ölümünden yaklaşık beş yıl önce 1823 yılının Noel’i öncesi günlerinde Kral VII. Fernando ve bakanı Calomerde’nin özgürlükçülere karşı başlattıkları işkence ve terör ortamında geçiyor. Oyunun kahramanı ve aynı zamanda kurbanı kitabın adından da anlaşılabileceği gibi Romantizm akımının ünlü isimlerinden ressam ve gravür sanatçısı Francisco Goya. Oyun içerisinde, çevresini saran tehdit edici dünyayla açıktan açığa karşılaşma olanağından yoksun, hasta ve sağır olarak evinde bir nevi hapis hayatı yaşayan Goya’yı, onun bilinci aracılığıyla algılayabildiğimiz bir ölüm kalım savaşı içerisinde görüyoruz. Goya’nın son dönem resimlerinden olan ve evinin duvarlarına dekorasyon amacıyla yaptığı Kara Resimler (Pinturas Negras) oyunda sadece bir dekor değil aynı zamanda sahnedeki kişilerin söz ve hareketleriyle bütünleşerek, oyun kahramanının bilincindeki iç sürecin verdiği ölüm kalım savaşının nesnellik kazandığı dinamik öğeler olarak oyunun merkezinde yer alıyor. Bu da okuma deneyimi sırasında Kara Resimler’i gerektiğinde analiz etmek ve anlayabilmek için yakınınızda tutup sahne ile arasındaki bağlantıları kurmanızı gerektirecek diğer zorlayıcı unsuru oluşturmakta. Oyunda Goya’yı oyun kişisi olarak belirleyen iki temel unsur var; bunlardan biri işitme engeli diğeri de cinsel saplantıları. Yazar Goya’nın duymaması yalnızca bir bedensel engel olarak değil aynı zamanda oyunun sahnelenmesi için özgün bir yapısal yöntem olarak da kullanmış. Goya sahnedeyken onunla konuşan kişiler işitme engellilere özgü işaret dili kullanıyorlar ve sesleri duyulmuyor. Söylediklerini Goya’nın verdiği yanıtlardan öğreniriyoruz; diğer bir deyişle anlayışımız izleyici olarak Goya’nın anlayışıyla sınırlı ve bu sayede onun engelini de paylaşmak zorunda kalıyoruz. Goya’nın cinsel saplantısı ise, kendisinden çok daha genç olan sevgilisiyle ilişkisinde ortaya çıkan kendi erkeklik gücüyle ilgili kaygısı. Bu ilişki, gözlerimizin önüne, kendi erkeklik gücüne olan inancını kurtarmak için çabalayan kuşku ve kıskançlığın yiyip bitirdiği, bireysel güç ve kudret hayalini en karanlık içgüdülerine aktaran bir Goya’yı sermekte. Bu oyunda yazar Antonio Buero Vallejo görsel ve sessel öğelerin dramatik derinliği ve yoğunluğuyla, kendisini çağdaş Batı tiyatrosunun en iyi dram yazarları arasına yerleştiren, son derece zengin bir tiyatro evreni yaratmayı başarmıştır. Buero’nun bu yapıtı, yalnızca, içinde özgün bir sahne şiirinin bulunduğu, yoğun ve zengin bir tiyatro değil, aynı zamanda derin ve sağlam bir metindir. Buero, oyun kişisi Goya’yı, gerçek Goya’nın tarihsel yaşam öyküsünden çıkarmıştır. Ancak, bu yaşam öyküsünü olduğu gibi kullanmamış, bu tarihsel kişi ile çağı üstüne yazılanları kendi görüşüne göre değiştirerek kullanmıştır. Dolayısıyla, burada, kişiler hem gerçek bir tarihsel zamanda hem de onu aşan dramatik bir zaman içinde yaşamaktadır. Oyunun en önemli ve onu güçlü kılan temel özelliklerinden biri de budur. “Akıl Uyuyunca Canavarlar Ortaya Çıkar” Goya’nın bir gravürüne verdiği isimdir. Kitabın İspanyolca orijinal ismi bu yapıtı referans alır. Bu gravür kısaca bir kâbusun görselleştirilmesi olarak nitelendirilebilir. Bir masa üzerinde oldukça rahatsız bir pozisyonda uykuya dalmış bir adam baykuşlar ve yarasalar tarafından kuşatılmış görülmektedir ve bir vaşak olanları kenardan izlemektedir. Goya bu gravürü yaparken Albert Dürer’in melankolinin eziyetini çeken sanatçı betimlemesinden etkilenmiştir. Akıl uyuyunca canavarların ortaya çıkması sembolik olarak cehalettin resmedilmesidir. Resimdeki yarasa aynı zamanda bir cehalet sembolüdür; baykuşlar ise İspanyol kültüründe ahmaklığı ya da aptallığı temsil eder. Cehalet ve aptallık insan aklı derin bir uykuya dalınca karanlık köşelerden, kuytulardan, bilemediğimiz, göremediğimiz yerlerden süzülerek ortaya çıkarlar. Uyuduğumuzda cehalet ve ahmaklığın canavarlarını görmeyiz ve kınayamayız. Goya, bu eserini İspanya’nın yolsuzluklarla, engizisyon baskısıyla ve savaş belasıyla karşı karşıya kaldığı en zor zamanlarında 1700’lü yılların sonunda yapmıştır. Resimde gözleri açık sakince duran vaşak ise farkındalığın ve Goya’nın içgörüsünün diğer bir deyişle bu resmin ortaya çıkmasını sağlayan vizyonunun sembolüdür. Buerro Vallejo esere bu ismi vererek aynı zamanda yaşadığı baskı ve antidemokratik dönemle resmin sembolik anlamı arasında temsili bir ilişki kurmayı da amaçlamıştır. Antonio Buero Vallejo Oyunun yazarı Antonio Buero Vallejo 1916-2000 yılları arasında yaşamıştır ve Federico Garcia Lorca sonrası İspanyol tiyatrosunun en önemli oyun yazarlarından biri olarak kabul edilir. Buero Vallejo İspanyol gerçeğini ve yaşamını yeniden sahneye döndüren yazar olarak gösterilir. İç savaş sırasında Cumhuriyet Ordusu saflarında yer alıp savaş sonrası tutuklanıp altı buçuk yıl hapiste kalmasına ve sonrasında da Franco muhalifliğini devam ettirmesine rağmen ülkesini hiçbir zaman terk etmemiştir. Franco’nun sansüründen kaçmak isteyen diğer yazarlar İspanya’dan ayrılırken Buero Vallejo hükümeti eleştirmek için sembolizmi kullanmış ve oyunlarını sahneye koymayı başarmıştır. Buero Vallejo, Goya – Ya Sanat Ya Ölüm adlı oyunuyla İspanyol tiyatrosunun dünyaca tanınmasına yol açmış, aynı zamanda çağdaş Batı tiyatrosunun en iyi oyun yazarları arasında gösterilmiştir. Son derece zengin bir tiyatro evreni yaratmayı başarabilen Buero Vallejo’nun çok sanatlı tiyatrosunun yetkin örneği Goya – Ya Sanat Ya Ölüm adlı oyunudur. Dramatik-plastik bir bütünsel zenginliğe sahip olan bu oyun, Goya’nın ölesiye yaşam mücadelesini, çok boyutlu bir oyun yapısı içinde vermekte; siyasal iktidar ile sanatsal yaratma, toplumsal baskı ile bireysel özgürlük karşıtlığından oluşan bireysel tragedyayı, tarihsel bir alegori içinde sunmaktadır. Pinturas Negras (Kara Resimler) Şubat 1819’da Goya Madrid dolaylarında tesadüfen durumuna uygun düşen Quinta del Sordo, Sağırın Evi adıyla bilinen ve bu yazının konusu olan oyunun da geçtiği bir kır evini satın alır. Goya 46 yaşından beri işitme problemleri yaşamaktadır ve bu evi satın aldığında 73 yaşındadır. Evin adının Sağırın Evi olması gerçekten bir tesadüf müdür yoksa Goya bilinçli olarak bu evi tercih etmiş midir; bilinmez. O kadar uzun zamandır yaşadığı şehri neden terk ettiği de tam olarak anlaşılmaz ama bir varsayıma göre Leocadia Weiss ile yaşadığı gayrimeşru ilişkiyi başkalarına, özellikle de engizisyona sergilememek için inzivaya çekilmeyi tercih ettiği söylenir. Goya’nın inzivaya çekilmesinin bir diğer belki de daha gerçekçi nedeni de baskıcı yönetime ve tutucu geleneklere karşı duyduğu tepkiyle toplumdan uzaklaşmak istemesidir. Goya eve taşınmadan önce ciddi bir rahatsızlık geçirir ve ölümün eşiğinden döner. Avrupa’nın ve İspanya’nın savaş acılarıyla yoğrulduğu dönemler Goya’yı bu acıların tanığı olarak da ruhsal anlamda derinden etkilemiştir. Kısaca uzaklaşmak istediği acılarla ve çekişmelerle dolu kaos ortamı ve ruhsal anlamda kendi içinde yaşadığı rahatsızlıklar nedeniyle zihninde büyük bir çatışma o inzivaya çekilse de peşini bırakmaz. 1819-1823 yılları arasında yaşadığı evin duvarlarına son derece etkileyici, dramatik ve çözümlenmesi oldukça güç olan on dört resimden oluşan Kara Resimler’i yapmıştır. Bu resimlerde sanatçının korkunç zihin durumunun izleri açıkça görülmektedir. Diğer taraftan Todorov gibi eleştirmenlere göre bu resimler deli olarak ifade edilebilecek bir sanatçını eserleri değildir. Aksine Goya zaten onyıllardan beri bilinçaltındaki iblisleri tutan engelleri kaldırıp onları bilinçli olarak çizimlerini işgal etmelerine izin vermiştir. Kara Resimler, Goya’nın geç döneminde yaptığı en gizemli ve etkileyici resimlerdir. Goya gençlik yıllarından itibaren çalışmalarında eleştirel olabilme cesaretini göstermiştir ama yaşamının son döneminde gerçekleştirdiği Kara Resimler daha önce yaptığı tüm resimlerden bir adım öne geçer. Bu resimlerde tamamen özgürleşmiştir. Kilise, saray ve üst düzey yöneticiler, hayranlar artık önemini yitirmiştir; sanatçı dış etkilerden bağımsız, sadece kendisi için bu resimleri yapmıştır. Başkalarının yargısı, takdiri ve resimlerinin anlaşılması gibi şartlandırılmışlıklardan özgürleşerek; sadece kendisini ifade etmek için çalışmalarını gerçekleştirmiştir. Goya’nın ölümünden yıllar sonra Fransız Bankacı Emile d’Erlanger evi 1873 yılında satın almış ve restorasyon uzmanı Salvador Martinez Cubells’i görevlendirmiştir. On dört resim, 1873 yılında, restorasyon uzmanı ve ekibi tarafından, duvarlardan tuvaller üzerine aktarılmıştır. Bankacı, resimleri 1878 yılında Paris’te açılacak olan uluslararası sergide satmayı amaçlamış ama bu gerçekleşmemiştir. Bunun üzerine resimleri, 1881 yılında Madrid’de yer alan Prado Müzesine bağışlamıştır ve halen bu müzede sergilenmektedir. Köpek, oldukça sade ve şatafatsız bir eser; fakat özellikleri bakımıyla romantik, dışavurumcu ve sembolist bir yapıt olarak değerlendirilir. Bu resim ressamın bütün resimleri arasında en garip ve benzersiz olanı olarak kabul edilmektedir. Goya, bu resimde eğik toprağın içine saklanmış ya da batmış bir köpeğin sadece başının görünmesini betimlemiştir. Köpek birine ya da bir şeye bakmaktadır ama ne olduğunu biz bilemeyiz ve resmin boşluğun sembolü haline gelmesinin sebebi ona bir anlam atfetmenin bu kadar imkânsız oluşudur. Burada her türlü resimsel mekân fikri ve aynı zamanda insanlığa ilişkin her türlü düşünce bir kenara bırakılmış gibidir. Bununla Goya’nın resmin olanaklarını keşfedişinin doruk noktasına ulaştığı kabul edilir. İspanyol ressam Rafael Canogar’a göre Köpek “görsel bir şiir” olarak değerlendirilmelidir ve ona göre bu eser batıdan çıkan ilk sembolist resimdir. Renklerin kullanımının basitliği, çok geniş bir alana yayılmış az sayıda öğe kullanımı, dik olarak çizilmiş olması ve konu olarak o güne kadar yapılmış resimlere göre bağımsızlığın uç örneklerinden olması gibi özellikleri nedeniyle bu eser resim geleneklerinden kopuşun simgelerinden biri ve modern sanatın doğuşunu muştulayan başlıca özgün yapıtlardandır. Goya pek çok eleştirmen ve ressama göre modern resmin öncüsü olarak kabul edilir. Kara Resimler ve Köpek resmi sanatçıya bu unvanın verilmesinin başlıca nedenlerinden olarak görülür. El Perro’nun ifade ettiği sembolizm ise pek çok farklı şekilde ifade edilmiştir. Kimilerine göre köpeğin toprağın içinde yarı batmış hali ve yukarı doğru bakışı bu resmin yalnızlığı anlattığı yönünde yorumlanmıştır. Köpeğin çevresini saran boşluk sebebiyle yaşadığının farkında olmadığı da dile getirilmiştir. Bir diğer yandan El Perro’nun Goya’nın kendisini sembolize ettiği, ressamın gördüğü ve yaşadığı karanlık ortamın onda yarattığı çaresizlik ve melankoliyi açığa vuruş biçimi olarak bu resmi kullandığı öne sürülmüştür. Bu görüşe göre sanatçının yalnızlığının, çaresizliğinin ve ölüm korkusunun açığa vurulduğu resimde, boşluğa çaresizce bakan köpeğin yüzündeki ifadede bütün bu duygular yoğun olarak hissedilmektedir. Goya’nın Ardından Goya’nın öncülüğü sadece resim sanatıyla sınırlı kalmaz. Bir sanatçı ve düşünür olarak kendisinden sonra gelen pek çok sanatçıyı, edebiyatçıyı ve düşünürü de etkilemiş ve modern sanatın doğuşunu haber veren en önemli sanatçıların başında gösterilmiştir. Kaynaklar:
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|