|
MAFYAKategori: Nalına Mıhına | 0 Yorum | Yazan: Metin Atamer | 07 Haziran 2021 10:25:38 Yaşadığımız günler içinde olaylar o kadar hızlı gelişiyor ki, bir konuyu daha hazmetmeden ikincisi geliyor, bir evvelini hatırlamakta güçlük çekiyoruz. 2013 yılı sonuna doğru Aralık ayında bir çok gelişmeler oldu. İran’lı bir iş adamı Reza Zarraf’ın itiraflarına dayanarak, bir savcının, rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık suçlarını işledikleri iddiası ile bazı iş adamlarını, bazı bürokratları, banka müdürü, ve çeşitli düzeyde kamu görevlileri hakkında soruşturma açtığını hatırlar mısınız? Hatta bu olaylar içinde dört bakan ve üç bakan çocuğunun da yer almış olduğunu unutmadığınızı düşünüyorum.
Bu soruşturmaların başlatılmasını müteakip Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, soruşturmayı açan savcının görev yerini değiştirip, dosyayı bir başka savcının yürütmesine karar vermişti. Siyasetin bir kuruma etkisinin bu olayla başladığına inanırım. Bu soruşturmanın dış talimatlı olduğunun günlerce dile getirilmesine karşın, görevli olan dört bakan, soruşturmanın selameti adına görevlerinden alınmıştı. Ancak bu bakanların, Anayasanın 148 maddesi 3.ncü fıkrası gereği, doğal olarak Yüce Divan’da yargılanması gerekirken, Meclis Genel kurulunda yapılan oylamada Yüce Divan’a gönderilmeleri iktidar partisinin oyları ile ret edildi. Hani derler ya, “Tarih her zaman tekerrürden ibarettir.’’ Yıl 2021, Yine yolsuzluk, yine görevi kötüye kullanma! Bakan olarak atandığı Ticaret Bakanlığı’na, kendi firmasından, fahiş fiyatla dezenfektan aldıran bir bakan görevden alındı. Konunun Yüce Divan’da soruşturulması için oylama yapıldı. Konu iktidar partisinin oyları ile ret edildi. Meclis teamülünde, haklarında böyle şüphe olan milletvekilleri, Yüce Divan’da yargılanır, varsa suçu, cezasını çeker, yoksa suçu, beraat eder. Şimdi hala bu bakanlar, boyunlarında bir şüphe yaftası ile yaşamaktalar. 2013 yılında Aralık ayı sonuna doğru, Manisa Akhisar ilçesine toplu açılış için gelen, zamanın başbakanı, törende konuşma yaparken, bir binanın balkonundan başbakana ayakkabı kutusu gösteren ev kadını Nurhan Gül’ün evinin, anında polislerce basılışını hatırlar mısınız? Kadının yaka paça karakola çekilip, iki gün ifadesinin alınmasını toplum unutmadı. Bir ayakkabı kutusu, neden bir başbakanı kızdırır ve karton bir kutudan neden gocunur? Nurhan hanımın ayakkabı kutusu protestosunun, yurt dışı bağlantılı olup olmadığı araştırıldı. Daha sonrasında ayakkabı kutusu göstermek yasaklandı. Bu arada başbakanın oğlu Bilal’in ifadeye çağırılması konusunda Cumhuriyet Savcısı tarafından bir belge hazırlanır. Bu belge Emniyet Genel Müdürü tarafından geri çevrilir. Bu arada dosya elden ele geçerek, konu sulandırılmış olur. Türkiye’de bu siyasi çalkalanma sürecinde ekonominin de ciddi zarar gördüğü bir hakikattir. Kurgulanma yerinin yurt dışı olduğunu vurgulayan devrin başbakanının, ana resimdeki gerçeği gündemden uzaklaştırmakta başarılı olduğunu düşünmekteyim. Ancak yolsuzluk, rüşvet ve görevi kötüye kullanma konusundaki şüphelerin birer kara leke olarak kaldığını, o günler olduğu gibi bugün de şüphe ile görevden alınanların sırtında bu kamburu taşıdıklarına inanırım. Ayakkabı kutularında milyon dolarların bulunuşu, yasadışı olarak nitelenmiş olsa da, ortada bir gerçek bulunmakta. Bir evde bu kadar para neden bulunur? Nereden gelir, niçin gelir? Nereye gidecektir? Bu soruların toplumun belleğinden inanırım. Ülkemde devam eden garip olayların arasından biri de papaz Andrew Craig Brunson davasıdır. Gülen cemaati lideri tarafından casus olarak Türkiye’ye gönderildiği iddiası ile 9 Aralık 2016’da tutuklanır. Bu konuya bağlı olarak Amerika ile Türkiye kelimenin mecazi anlamı ile PAPAZ olurlar. Amerika’nın ‘ Sen bizim Papazı ver, yoksa bu günleri çok ararsın’ kozuna, ‘Sen de FETÖ yü bize geri ver, takas edelim’ denmesi, iki ülke arasında ciddi gerilim yaşanmasına neden oldu. Bu zıtlaşma döviz kurlarında olumsuz hareketlere, 3.78 olan dolar kurunun 5.95 üzerine fırlaması ile ülke ekonomisinin ciddi yara almasına neden oldu. Sonuçta rahip Brunson’u, Adnan Menderes Havalimanında bekleyen uçağa teslim etmeye mecbur kaldığımızı unutmuyoruz. Kim ne kaybetti ve kim ne kazandı? Seneler boyunca meydana gelen bu olaylardan en ciddi olanı, yakın tarihte ortaya çıkan ve devletin yasadışı örgütlerle olan ilişkisinin, bağlantıyı yapan kişi tarafından iddia edilmesi, hükümet üyelerini tedirgin etmeye yetti. Böyle karanlık işlerin hapiste bulunan önemli ismi, özel kararname ile serbest bırakıldı. Çeşitli ekranlara çıkıp kendini savunma gereğini duyan ülke yetkilisi, ‘Mafya’dan ayda 10 bin dolar maaş alan siyasetçi var’ cümlesi ile 600 milletvekilini zan altına itti. Bu yetmiyormuş gibi aynı partinin sözcüsü ‘ Elinde belgesi olan gitsin savcılığa versin’ demez mi ? İnsanın aklına sanki her ikisinin de ayrı dünyaların insanları olduğu düşüncesi geliyor. Yasadışı olayların emniyetle mutlaka bağlantısı olduğuna inanırım. Aksi, işin seyrini zorlaştırır. Eşyanın tabiatına aykırı olur. Uğur Mumcu’nun aracının altına patlayıcı düzeneği yerleştirilmesi sürecinde, 20 metre ilerdeki polis kulübesinde bulunan polislerin, hiçbir şey görmemesi gibi. Yasadışı organize işlerin içinde, aklımızın almadığı düzenekler vardır. Bilhassa uyuşturucu trafiğinin uluslararası bağlantılı olduğuna inanırım. Bir ülkede bazı tüketilen ürünlerin ederi yüksek vergilerle çok büyük değere ulaşırsa, yasadışı sistem devreye girer. Üretimdeki KDV ve ÖTV ve diğer bütün vergiler cazip olur. Yeraltı dünyası bu cazibeye kapılır, üretim konusu malı yasadışı yollardan temin ederek, bu gelirin sahibi olur. Bu geliri de, işlerin sorunsuz yürütülmesi için yardım edenlerle paylaşır. Bir siyasi partinin başkanının yurtiçi seyahatleri yapıp vatandaşın dertlerini dinlemesinin, sıradan yapılan geziler olduğunu bilmekteyiz. Bir kente gitmek için izin alınması komünist rejimlerde olurdu. Demokratik ülkelerde bir parti başkanına Ser Cumhur gibi ‘Gelin Hanıma Rize’de daha ileri gitmeden ders verdik, bu da Rize’nin adabını gösterir, bunlar iyi günler, daha neler olacak neler,’ demeye hiçbir kişinin hakkı olmasa gerek. Bir tarihte yine iktidar sahipleri İsmet İnönü’nün de Kayseri’ye girmesini engellenmeye çalışmışlardı. Bir deyim vardır kim söylemiş bilmem, ama çok severim. ‘Geçme namert köprüsünden Su Aparsa Seni, Yatma Çakal yatağında Aslanlar Yese Seni’ anlamını haykıran parti başkanı Kadına saygı duymaktayım diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|