![]() |
|
![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
|
YILMAZ !
İki yıl askerlik yaptı Yılmaz Güney : Sürgün bölüğünde. Üç yıl gurbette, yurtdışında yaşamak zorunda kaldı. Yurtdışında daha uzun süre kaldığı sanılıyor, çünkü o üç yıl içinde başkalarının otuz yılda yapacağından fazlasını gerçekleştirdi. Yılmaz Güney’in en çarpıcı özelliği çok çalışkan olmasıdır. Zekasının da yardımıyla aynı anda birçok işi yapabilmesidir. Aynı anda birçok işin yanında birçok tasarıyı da olumlu sonuca ulaştırmak amacıyla ugraştı. Ve genellikle tasarılarını sonuçlandırabildi. Zamanı yetmediği için gerçekleştiremediklerini, kendisinden sonraya kalanları saymıyorum burada... Evet çok çalıştı. Çok üretti. 47 yılını çok güzel renklerle donattı. Yazar, öykücü ve romancı, saati gelince şair, sinema ustası, oyuncu, senarist, yönetmen, gençliğini yaşamış bir delikanlı, sıkı ve hakiki bir devrimcidir Yılmaz Güney. Yılmaz Güney, siyasi bir lider ve bir tür yol göstericisi olarak Güney, Yurtsever Devrimci-Demokrat, Demokrasi Bayrağı, Mayıs gibi dergileri yönetti. Birçok siyasi yazıya imza attı. Makalelerinin derlenmiş biçimi, Siyasi Yazılar isimli çalışması bu açıdan önemlidir. Bilinmesinde yarar var. Size önce Yılmaz Güney’in cenaze törenini anlatmak istiyorum : Yılmaz’ın cenaze töreni 13 Eylül 1984’te yapıldı: Paris Paris olalı böylesi bir cenaze töreni görmemişti. O gün, sabah saatlerinden itibaren, Paris Kürt Enstitüsü’nün önü ana-baba günüydü. Paris’teki « Küçük Türkiye » oradaydı. Hepimiz oradaydık. Yılmaz Güney’le vedalaşmak için dünyanın dört bucağından gelen Güney dostları, arkadaşları, yol arkadaşları, yoldaşları, tanıdıkları ve elbette hayranları, hemşerileri saygı duruşunda bulundular. Kimi sıkılı yumruklarını kaldırdı gökyüzüne, yarınların daha mutlu olması dilekleriyle ve geleceğe sarsılmaz inanmışlıkla. Kimi iki damla gözyaşını saklamaya çalıştı : “Erkek adam ağlamaz” meselesi. Oysa buna gerek yoktu : Çünkü Yılmaz bilirdi erkeklerin de ağladığını. Saklamak boşuna. Eller üstünde taşındı Yılmaz, Rue La Fayette’den Republique Meydanı’na. Fransa’da böylesi yasaktır ama yasak o saatlerde delindi. Republique Meydan’ı öğlen saatlerinden beri tıklım tıklımdı. Orada bindirildi Yılmaz cenaze arabasına. Servet Tanilli o arabanın içindeydi. Yılmaz’la birlikte. Ve arabanın tepesine gazeteciler, kameraları ve fotograf makinalarıyla, üşüştüler. Onları oradan indirmek zor işti. Ama indirildiler. Çaresiz. O araba harekete geçtiğinde arkasından akan seli görmeliydiniz. Evet akan bir seldi bu. Yılmaz Güney Nehri. Ceyhan ve Seyhan’a, Dicle ve Fırat’a, Asi Nehri’ne, Kızılırmak’a selam gönderiyordu. Yılmaz sizlerle. Her daim. Güney, cenaze törenini görmek isterdi diye düşünüyorum. Çünkü o gün herkes oradaydı. Bütün Paris cenazesinin peşinden yürüdü. Bir avukat arkadaşı, o kalabalığı görünce, "İşte Yılmaz Güney budur." dedi. Yılmaz'ın halkı, kadın, erkek, genç yaşlı, çoluk çocuk, o gün oradaydı. Adana, Yenice, İstanbul, Adapazarı, Kütahya, Mugla, Burdur, Isparta, Diyarbakır, Siverek, Çüngüş, Ergani, Silvan, Muş, Tunceli, Mersin, Çanakkale, Kars, İzmir, Kayseri, İmralı, İzmit, Nevşehir, Antakya, Sakarya, Konya, Edirne, Çorum, Kastamonu, Antalya, Kemer, Söke, Bucak, Ağrı... o gün oradaydı. Eksiksiz. Duvar’da oynayan çocuklar, kimi Fransa’nın taşra kent ve kasabalarından ve köylerinden, kimi Almanya'dan gelmişdi. Kimi Belçika’dan. Kimi İngiltere’den. Yılmaz Abi’lerine saygılarını göstermek, önünde selama durmak, elveda diyebilmek için. Birçoğu filmdeki kıyafetleriyle neredeyse, gözleri yaşlı, işte gelmişlerdi ve oradaydılar. Türkiye'yi onun filmleriyle tanıyan Fransızlar, Arjantinliler, Brezilyalılar, İspanyalılar, Urugaylılar, Filistinliler, Araplar, Afrika’nın değişik ülkelerinden değişik halkların temsilcileri oradaydılar... Hepsi Yılmaz Güney’i, sinemasını, mücadelesini ve yaptıklarını çok iyi biliyorlardı. Yılmaz Güney birçoğu için bir örnekti ve bir örnek olarak kalıyor. Ve Yılmaz Güney’in kadim dostları: Hastalık günlerinde yanı başından ayrılmayanlar: Kazım’lar, Bekir’ler, Ahmet’ler, Kendal’ler, İsmail’ler, Erdoğan’lar ve diğerleri. Ve ailesi elbette: Fatoş Güney, Küçük Yılmaz ve Elif. Evet herkes oradaydı. Herkes. Abidin Dino, Remzi Raşa, Ayşe Emel Mesçi, Tülay German ve Erdem Buri ve daha pek çok ama pek çok sanatcımız da. Kimi en önde, kimi kitlenin içinde, tanıdıklarıyla birlikte. Herkes Yılmaz’la içiçe. Herkes Yılmaz’la. Yılmaz herkeste. Père Lachaise Mezarlığı içine girildiği andan sonra ilerlemek artık mümkün değildi. Mezarlar, mezar taşları, ağaçlar, ara yollar, her yer, evet her yer kapışılmıştı. Adım atılacak yer kalmamıştı. Zorla ilerlebiliyorduk. Salkım saçak insanlar ağaç dallarıyla sarmaş dolaş, bir insan ugultusu : Yılmazzzzzz... Servet Tanilli’nin damıtılmış sözcüklerden oluşturduğu ve bir demet Malatya gülü gibi sunduğu konuşması: Fena vurdu dinleyenleri. Nasıl ağlıyor insanlar kardeşim nasıl ağlıyor. Anlatamam. Kocaman adamlar ve, bu satırları yazan ben, nasıl ağlıyoruz: Nasıl? Servet Tanilli nereden buldu çıkardı bu sözcükleri: Taaa kalbimizin oralara kadar gidiyor, göğüs kafesimizi sıkıştırıyor, bizi perişan ediyor, ve vuruyor bizi içeriden. Vuruyor ve kalkamıyoruz. Dizlerimiz artık tutmuyor : Çömeliyoruz. Yılmaz’ın “it oturuşu” dediği türden. Oturuyoruz ve göz yaşlarımızı bıyıklarımıza ve sakallarımıza saklıyoruz. Bıyıklarımız ve sakallarımız ıslanıyor heval! Anlatamam. Sadece hüngür hüngür sesleri duyuluyor. Gökyüzü başını önüne eğiyor. Kuşlar susalı çok oluyor. Mezarlıkta sadece Tanilli’nin sözcükleri ve koskocaman adamların, erkeklerin ve kadınların ve dünkü çocukların, ama bilhassa erkeklerin hüngür hüngürleri duyuluyor. Sadece hüngür hüngürleri... Kaç gün sürdü bu gözyaşları, kaç ay, kaç hafta, kaç saat? Aniden kuş sesleri örttü bütün gürültülerimizi, bütün gökyüzünü, bütün kalabalığı. Bütün insanlığı. Ve hepimiz Yılmaz Güney’le birlikte indik ve çıktık. İndik ve çıktık. İndik ve çıktık. Kaç defa ? Kaç zaman ? Kaç asır ? Sonra kardeşlerim o mezarlık çiçeklerle bir donatıldı bir donatıldı ki anlatmak olası değil. Birara Fatoş’a gözüm takıldı: Çünkü o ve yakınları ve herkes Yılmaz’dan ayrılamıyorduk. Fatoş’a takıldı gözüm evet ve Fatoş’un o çiçek bahçesi, o çiçek sergisi önünde memnun ve neredeyse mutlu olduğunu farkettim. Bu da bize yeter dedim. Zaman aktı, saatler geçti, Yılmaz’dan o gün bir çiçek bahçesinde, bir çicek sergisinde ayrıldık. Ama tamamen ayrıldık mı? Bilinmez. Biz onu bırakmadık o da bizi bırakmadı. Bırakmaz. Père Lachaise’de de bizimle. Yılmaz’ın arkadaşları, yoldaşları, ve yol arkadaşları arasında Dr. Abdurrahman Kasımlo, Ahmet Kaya ve Uğur Hüküm de var. Kalkınca her biri Paris Komünü ve Enternasyonal türküleri cınlayacak. Halklar halaya duracak. Mezarlık duvarları yıkılacak ve canlar meydanları, sokakları, cadde ve bulvarları yeniden dolduracaklar. Güneşe bakarak gülecekler ve yeniden dövüşecekler. Adana’da Koza Film Festivali açılışında.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
![]() ![]()
| Tüm Yazarlar |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
|
![]() |