‘Osmanlı Devleti’nin, Bilecik’in Söğüt kasabasında KAYI aşireti olarak başlama tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte, Ertuğrul Gazi’nin 1280’de ölümünden sonra, Osman Bey’in reisliğinde 1299 tarihinde kurulduğu kabul edilir. Kimi tarihçiler ise 1302 tarihinde Koyunhisar Savaşı’ndan sonra bağımsızlığın ilan edildiği tarihi alırlar. Kayı aşiretinin, Bozok’ların bir dalı olarak, Anadolu’da hüküm sürmesinin başlanması ile Doğu Roma İmparatorluğunun başına bela olur. Sonundaü Doğu Roma İmparatorluğunu yıkan Osmanlı Devletine, İmparatorluk ünvanı da geçer.
Aslında DEVLET olmanın başka bir şey olduğuna inanmaktayım. Aşiret tarihi sürecinde, Kayı boyunda bulunan savaşçıların, genelde kervanlara baskın düzenleyip, haraç alarak gelir temin ettiği bilinir.
Hatta Bizans İmparatorluğunda sınırlarındaki uç beyliklerine verilen ad olan, Ermenice TAKAVOR kelimesinden alınma, Tekfur’luklarına yapılan baskınların, haraç temin etme amaçlı olduğu bilinir. Bir yerde Osmanlının, kendi tarihi içinde, eşkıya olarak nitelediğimiz şekilde gelir temin etmesi, ilk dönemlerinde normal olarak kabul edilebilir. Ancak bu haraç ve talan sadece kuruluş yıllarında değil, Osmanlı Devletinin 621 sene hükümdarlık sürdüğü süreçte hiç sonlanmamıştır. Her sefere çıkılan yönde ele geçirilen yerlerde, önce savaşçılar yağma ve talan yapar, daha sonra ordu kente girermiş.
Zapt edilen yerlere birer beylik kurulur, yıllık haraç miktarı belirlenirmiş. Bir de bu konuda Osmanlı Devletinde kurulan teşkilatın adının da ‘Divanü’l Haraç‘ olduğu bilinir. Bu şekilde devlete gelen gelir kontrol edilirmiş. Kubbe altı vezirleri içinde bir vezir, bu gelirlerden sorumlu tutulurmuş. Osmanlı döneminde yaşayan halk, Padişahın ümmeti olduğundan, itiraz, karşı tez, veya alınan bir kararı kabul etmeme gibi bir konuyu akla bile getirmek, devlete karşı gelmek sayılırmış. Genelde verilen karara itiraz edenlerin ‘KELLE’ leri gider, yaşam hakları ellerinden alınırmış.
Bilmem hatırlar mısınız, Ömer Seyfettin’in ‘TOPUZ’ isimli bir hikayesi vardır. Osmanlı Devletinin işleyişini çok çarpıcı bir şekilde ifade eden bu hikaye, Devlet-i Osmaniye’yi çok iyi tanımlar. Osmanlı döneminde Avrupa ülkelerine yapılan seferlerde, Avrupa’da yaşayan insanlar ‘TÜRK’ler geliyor’ diye endişe ederlermiş. OSMAN’lı geliyor demezlermiş. TÜRK kelimesinin önemli olduğuna inanmaktayım.
Sona eren Osmanlı Devletinin bıraktığı boşlukta, rahmetli ATATÜRK’ün, yeni bir Devletin kurulması sürecinde ’ÜMMET’ yerine ULUS devletin tesis edilmesi için adımlar atmış, yeni nesil çocukların ULUS devlet kavramını özümsemelerine çalışmıştır. Türkiye Cumhuriyeti adı ile kurulan bu devletin halkına TÜRK ismi verilmesinin uygun görüldüğünü düşünmekteyim.
Bir de TÜRK nasıl olmalı sorusuna cevap bulmak gerekir. Türk’ün, çalışkan olması gerek, dürüst olması gerek. Türk yalansız ve hilesiz olmalı. Türk’ün, büyüklerini sayıp küçüklerini sevmesi gerek, TÜRK’ün, ülkesini yüceltmesi ve ileri muasır medeniyetler seviyesine getirmesi gerek. Bu hedeflerin ne zararı var?
En önemlisi şu cümlede yatmakta ’EY BÜYÜK ATATÜRK açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim’. Bu cümlede ATATÜRK ismi geçtiğinden, birilerini rahatsız ediyor olabilir. Ancak ant içindeki doğru hedeflerin hangisinden rahatsızlık duyulmakta, anlamakta güçlük çekmekteyim.
Ancak, çalışkan olmak istemeyen, yalan söyleyen, haram yiyen ve düzenbaz olmak isteyenler, hatta ülkenin muasır medeniyetler seviyesine çıkmasını istemeyen, tembel, asalak, yabancı uşağı kişiler için bu ant, rahatsızlık verir.
Hatta ‘Varlığım Türk Varlığına Armağan Olsun’ diyemeyecek tiynetsizler olabilir. Bundan daha önemlisi ise ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ cümlesi, ulus devletin kavramını anlatmaktadır, ÜMMET devletini savunanlar için, bu bir engel olduğundan, dile getirmek istemezler.
Önemli bir Çin ata sözünü hep hatırlarım, ‘Küçük insanların gölgeleri büyüyorsa bir ülkede, o ülkede güneş batıyordur’
Atatürk’ün gösterdiği hedeflerinden, aydın Türk gençleri, asla sapmayacaktır, diye bir sözüm geldi söyledim, hem nalına hem mıhına.