|
|
Kadınsız / ErkeksizKategori: Makale | 0 Yorum | Yazan: M. Şehmus Güzel | 06 Mart 2021 14:03:28 Kadınlar(ımız)a borcumuzu ödemek mümkün değil. Ninelerimize, analarımıza, halalarımıza / bibilerimize, teyzelerimize, ablalarımıza, kızkardeşlerimize, sevgililerimize, eşlerimize, kızlarımıza, kızlarımızın kızlarına... Bütün kadınlara. Evet kadınlar olmasaydı biz de ol(a)mayacaktık. Bilineni yinelemek bu ama yinelemekte yarar var. Kadınların erkeklere kıyasla birçok avantajı da var, işte ikisini hemen anımsatayım: “Yaratmanın” ne olduğunu deneyimle bilmeleri ve “erkek mekanizmasının” sırrını çözmüş olmaları.
Kadınsız erkeklerin el ve ayaklarının nasıl çarşafa dolandığının dünya kadar örneği var. Fransa’da bir televizyon kanalı, İngiltere’de ve ondan kopya alan birçok başka ülkede altı yıl kadardır izlenen “The week the women went” isimli ve epey başarılı bir programı uyarladı : “Une semaine sans les femmes” / ”Kadınlarsız bir hafta” adıyla. Türkçeye “Kadınsız bir hafta” veya “Kadınlar olmadan bir hafta” biçiminde çevirmek kulağa daha uygun. “Kadınlar olmasaydı erkekler ne yapardı ? Nasıl yapardı ? Çocuklara nasıl bakardı ? Nasıl yemek hazırlardı ?” ve benzeri sorulara yanıt arama hareketi. İster istemez aklıma Bilge Olgaç’ın Kaşık Düşmanı isimli harika filmi geldi. Bilge Olgaç, 26 Kasım 1980’de Ankara’nın Keskin ilçesine bağlı 402 nüfuslu Danacıobası Köyü’nde düğün gecesi patlayan tüpgaz lambasının yol açtığı faciada köydeki kadınların tümüne yakınının yaşamını yitirmesinden hareketle çektiği filmde faciayı ve sonrasını, erkeklerin, kadınsız erkeklerin, nelerle karşılaştıklarını, nasıl yaşamaya çabaladıklarını, mizahı eksik etmeden, aktarıyor. Bu film Fransa’da düzenlenen Uluslararası Kadın Filmleri Şenliği’nin 7.sinde, 1985’te, Juri Büyük Ödülü ile Kadın Gazeteciler Özel Ödülü’nü kazandı. O yıl ilk kez verilen “En İyi Erkek Oyuncu” ödülüne ise filmde başrollerden birini oynayan Halil İbrahim Ergün layık görüldü. Yaşanmış bir faciadan yola çıkılarak bu film çekildi. Yaşanılan kurgulaştırıldı. Yarı alaylı yarı dramatik biçimde anlatıldı. Gerçek meselelere parmak basıldı. Bize özgü ve bizim gerçek meselelerimize. Fransa’da adını andığım bir tür telefilm gibi sunulan ama daha çok “télé–réalité” adı verilen televizyon programına benzeyende ise kadınlar bir haftalığına Fas’a, Marakeş’e tatile götürüldüler, erkekler ise Montrésor isimli (Mon Trésor biçiminde yazıp, Hazinem diye çevirilebilen isim meseleyi de bir parça açıklıyor) minik köylerinde kadınsız yaşamın bütün cephelerine bakma olanağı buldular. Ağlayanlar oldu. Erkeklerden. Ama Marakeş’te şık bir otelde ekmek elden su gölden tatilin tadını çıkaran kadınlardan da ağlayanlar oldu. Kolay değil elbette Fransa’nın göbeğinde dört yüz evet evet aşağı yukarı dört yüz kadar nüfusa sahip bir köyde, etle kemik gibi erkekleriyle yıllardır birlikte yaşamış kadınların erkeksiz Marakeş keyfi tam da keyif olmadı : Hamama, masajlara, köftelere, kebablara, falana filana rağmen. Erkeksiz ya da kadınsız yaşamın tadı acı mı tatlı mı ? Artık karar onların ve izleyenlerin. Burada yaşananların, yapay olarak yaratılan kadınsız yaşamın önceden bilinen bir biçimde, senaryo gereği gibi neredeyse, “yaşanması”, daha doğrusu “oynanması” bir parça tiyatromsu kaldı. Ancak kadınsız erkeklerin çoğunun, tümü dememek için, sınıfta kalacağı belli oldu. Kadınların da erkeksiz, kendi erkekleri olmadan, yaşamaları zor, bu da ortaya çıktı. Erkekler de kadınlar da birbirlerine ihtiyaçları olduğunu çok iyi anladılar. Bu çok önemli derslerle dolu bir saptama oldu kimi için. Dönüş, yuvaya dönüş ve buluşma görkemli oldu. O halde çocuk bakımı, evin yönetimi, yemek yapılması, alış-veriş ve benzeri ev işleri için iki kişi olmak lazım. Görev bölümünü de mutlaka birlikte konuşup, birlikte kararlaştırmak ve birlikte yapmak en iyisi. Çocukların fikrini almayı, önerilerini dinlemeyi, kararlara katılmalarını ihmal etmeden. Sonuç bu. Gerisi size kalıyor. İlginç bir nokta daha var : Tours isimli kente altmış kilometre uzaklıktaki bu minik köyün isminde saklı sırda : Yukarıda belirttiğim gibi, Mon trésor biçiminde iki ayrı kelime olarak okunduğunda “hazinem” anlamına geliyor. Montrésor olarak birlikte yazılınca da aynı anlamda elbette. Ama yine de açıklamakta yarar var. Bu köyün seçilmesinde isminin bir rolü de oldu mu ? Peki o zaman kadın(lar)ımızı hazine(leri)miz olarak kabul etsek mi ? Bunun yanıtı da birimizden diğerimize değişebilir. Artık nasıl isterseniz öyle. Kadın konusunda yazılacak dünya kadar şey var elbete : Nasıl mücadele etmekten, örgütlenme biçimine kadar. Neler yapılması gerektiğinden kadın ve erkek ilişkisine. Kadınların siyasi isteklerinden mesleki isteklerine : Kaymakam ve vali olmak için yapılanlar örneği anımsanabilir. Siyasi partilerdeki değişik türdeki çalışmalar da... Sinemada, resimde, tiyatroda, müzikte ve diğer sanat dallarında kadın(lar) ve kadına "bakış" meseleleri de. Bugünkü kadın ve yaptıkları, yapmak istedikleri, mücadelesi pek çok dersle yüklü... Tarihten gelen örneklerin bilinmesinde de yarar var mutlaka : T büyük harfle Tarihte kadın. İşte Osmanlı İmparatorluğu'nda kadına oy veren erkeklerin bulunduğunu bilmek epey ilginç. O yıllarda kadınların seçme ve seçilme hakkı bile yokken hele. Tarihteki ve günümüzdeki ihtilalci kadınları öğrenmek, biraz daha yakından tanımak... Günümüzden örnekler vermek te mümkün : İşte Mısır’daki ayaklanmada Tahrir Meydanı’nda, Gezi’de, Boğaziçi Üniversitesi eylemler dizisinde, bu son günlerde askeri darbeye karşı Birmanya’daki dev gösterilerde ve daha pek çok mücadelede kadınlar da seslerini duyurdular, duyuruyorlar. Hem de sadece katılımcı olarak değil, yönetici ve yönlendirici olarak ta. Kadın konusunda erkekler de yazıyor. İyi de oluyor. Ben de yıllardan beri yazıyorum. Yazmalıyım. Daha da yazılacaklar var elbette. Ama birkaç kez yinelediğim ve yazdığım gibi, kadının konumu, sorunları, mücadelesi, örgütlenmesi, erkeklere bırakılamayacak kadar ciddi ve önemli. Dolayısıyla kadınların bir an önce kendi kaderlerini ellerine almaları gerekli. Şimdiye kadar yapılmadıysa geç kalınmış sanılmasın. Bir şeyler yapmak için her koşulda zaman bulunur. Kadınların ve erkeklerin birlikte, özgürlük, daha çok ve daha geniş özgürlük, sıkı ve hakiki eşitlik ve toplumsal ve dayanışmacı bir düzen içinde yaşayabilecekleri kadın ve erkeklerin ortaklaşa cumhuriyetleri yaratabilmek umuduyla. NOT : Bilgi Olgaç’ın filmini, faciayı, filmin çekim öncesini ve ilgili birçok şeyi Kadın Aşk ve İktidar isimli kitabımda anlatıyorum. Merak eden okuyucularımın bu kitaba bakmalarını öneririrm : Alan Yayıncılık, İstanbul, 1996, s. 79-91. Kadın Sineması isimli kitabımın (Pêrî Yayınları, İstanbul, 2006) ekitap.ayorum.com’da parasız/bedava olarak 2020’de sunduğumuz ekitap biçimindeki “ikinci baskısının” da bu konularda işinize yarayabileceğini sanıyorum.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|