Son birkaç günde ve gecede okuduklarımdan çıkardığım, not ettiğim ve şimdi sizinle paylaşmak istediğim bir-iki belki üç belki biraz daha çok öz deyişi hemen sunuyorum, “saklasamanıgelirzamanı” dedirten türden: “Yalnızlığa inanma! Kendine inan! Söz ver!” Erganili serçe. Minik serçe. “Alim unutmuş kalem unutmamış.” Etem Çalışkan’dan, Adana’dan esen rüzgarın taşıdığıdır. Kulağa küpe!
“Yolu(nu) kaybettiğini sandığında başa dönmelisin. En başa.” Seyfi Bilir’den.
“Anı yazmak, ölümün elinden bir şey(leri) kurtarmaktır.” André Gide’den aynen veya aynene yakın.
“-Yıkılan yerlerde kimler işe yaradı?
-Mahpuslar.
-Demek sağlam adamlarmış mahpuslar?
-Sağlam.
(...)
-Mahpuslar neden kaçmadı?
-Mahpsuların namusu var. “
Abidin Dino bu satırları “1940” başlıklı makalesinde yazıyor, 18 Ocak 1940 tarihli Servetifünun-Uyanış dergisinde (Sayı: 2265-580, sayfa 134). İstanbul’daki Abidin 26-27 Aralık 1939’daki Erzincan Depremi ile ilinti kurup mahpusların “fırsat bu fırsattır” deyip firar yerine kurtarma işlerine katılmayı tercih etmelerine şapka çıkarıyor: İNSANLIK ÖLMEDİ DEMEK, mahpusların deprem sırasında sergiledikleri dayanışma örneği unutulmasın diye. Dayanışmanın böylesine yansıtılması dayanışma bir halkın çimentosudur demenin Abidincesidir. Kopmaz, birlikte paylaşılan dayanışma, kıskanılmaz: Bir gün dost, hergün kardeş.
7,9 ölçeğindeki deprem bütün bölgeye ölüm ekmiş, 32 binden çok insanı alıp götürmüş, yüz binden fazlasını yaralamıştı. O günlerde Bursa’da, “Taştan Tayyere”de “yatan” Şair Baba üzüntüsünü “Kara Haber” şiirinde şöyle dile getirmişti:
“Erzincan’da bir kuş var
Kanadında gümüş yok
Gitti yarim gelmedi
gayrı bunda bir iş yok.
Oy dağlar dağlar, dağlar...
Aldı ellerine kanlı başını
Karın ortasında Erzincan ağlar...
O ağlamasın da kimler ağlasın
Kar yağar lapa lapa
tipidir gelir geçer...
Yan yana sırt üstü yatan ölüler
akşam olur tandıramaz
ateşini yandıramaz
Gün ağarır şafak söker
kimsecikler gitmez suya
ezilmiş başlarıyla ölüler
vardılar uyanılmaz uykuya
Ses edip geceye beyaz taşından
kışlanın saati çaldı ikiyi.
Ne çabuk lahzâda bitti yaşamak
Kimisi altı aylık,
kimisi sakalı ak,
kimi on üç, on dört yaşında;
kimi yola gidecek
kimisi mektup bekler
yan yana, sırt üstü yatan ölüler...
Yayıkta yağ vardı, dövülemedi,
akpeynir torbaya koyulamadı,
hasret gitti ölüler
dünyaya doyulamadı...
Uyanıp kaçamadılar,
kuş olup uçamadılar
açıldı kuyular, kimse inemez
Erzincan Beygiri rahvandır amma;
ölüler ata binemez.
yan yana, sırt üstü yatan ölüler...”
İşte “Bu Vatanın Çocukları” : Abidin ve Nâzım. Ya da Nâzım ve Abidin. Bu da bize yeter.