Hukukta bazı terimler vardır çok severim. Anlamı ne olursa olsun, eğer hukukta yeri varsa değerlidir. Hukukta, konuları birbirine kanun ve hatta kanun hükmünde kararname ile bağlamaktan tutun da, işlevini sağlamaya varıncaya kadar her konuyu okumaktan büyük haz duymaktayım. Keşke diyorum Hukuk okusaydım. Ancak hukuksuz, adaletsiz davranışlarla söylemlere ne tepki verirdim bilmiyorum. Hak ve adalet kanımca bütün yurdum insanının sığınacağı bir liman olsa gerek. Mahkemeler ve hakimlere saygı duyarım. Çünkü onlar, ellerinde bulunan kanunların çerçevesinde hüküm verip, haklıyı ve haksızı birbirinden ayırtedecek vicdana sahip olmaları gerektiğine inanırım.
Her kanunun ülkemi biraz daha medeni hale getirmesi için yazılıp çizilmesi diye düşünmekteyim. Kişiye özel kanun çıktığına şahit olmuyoruz desem, doğruyu söylemiş olmam. Ülkemde siyasi partiler iktidara talip olurken, halka propaganda olarak verdikleri sözlerde, Avrupa Birliğine tam üyelik için azami çaba göstermekten de sözeder. Ancak iç siyaset malzemesi olarak bu konuda fazla bir çaba göstermezler. Türkiye’nin 1987 yılında tam üyelik için yaptığı müracaat sonrası, geçtiğimiz son 20 senede gelinen noktayı anlatmamın bir anlamı olmadığına inanmaktayım.
Avrupa Birliğine uyum yasaları olarak çıkarılan yasalar içinde bir yasa var ki, düşünce ve kurgulama bakımından çok önemli. Sınai Mülkiyet Kanunu 6769 sayılı, kabul tarihi 22.12.2016, Resmi gazetede yayınlanması da 10.01.2017 tarihinde olan bu kanunun amacı; marka, coğrafi işaret, tasarım, patent, faydalı model ile geleneksel ürün adlarına ilişkin hakların korunması ve bu suretle teknolojik, ekonomik ve sosyal ilerlemenin gerçekleştirilmesine katkı sağlamak olarak tanımlanır.
Bu kanun aynı zamanda bu hakların ihlaline dair hukuki ve cezai yaptırımları da kapsamaktadır. Bu kanunun, tescilli bir marka ürünün izinsiz üretilmesini veya taklit edilmesini ülke sathında yasaklama adına hazırlanmış bir yasa olduğuna inanmaktayım. Bu kanunun 29. ve 30. maddesinde hükümler çok açık izah edilmiş. Şu cümlelerle anlatılmakta “Başkasına ait marka hakkına iktibas veya iltibas suretiyle tecavüz ederek mal üreten veya hizmet sunan” diye başlamakta ve “Satın alan , bulunduran , nakleden veya depolayan kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis , ve adli para cezası ile cezalandırılır.’’ demektedir.
Marka olarak üreticiyi ve kullanıcıyı ne kadar da güzel korumakta.
Senelerce önce Uzak Doğuya gittiğim bir seyahatte, akşam şehirde kaçak taklit malların satıldığı bir garaja bir arkadaşımla beraber gitmiştik. Tek başıma gidersem başıma bir şeyler geleceğinden korktuğumdan olsa gerek. Bavullar içinde yüzlerce marka saatlerin, yok pahasına düzinelerle satıldığını görmüştüm. Orjinalinden ayırt edemeyeceğiniz kadar güzel taklit edilmişlerdi. Arkalarında soğuk damgaları bile olan bu saatler 5 dolara satılıyordu.
Bir ülkenin Cumhurbaşkanı o ülkede davranışları, konuşmaları, hareketleri ve söylevleri ile örnek insanı temsil etmesi gerekir. Sadece kendisi değil, aile bireyleri de bu sınırların içindedir. Cumhurbaşının, vatandaşların hedef tahtasına bir başka ülke ve onun Cumhurbaşkanını koyması, oldukça abes bir davranıştır. Vatandaşın ekmek parası bulamadığı bir ülkenin Cumhurbaşkanının eşinin, servet sayılacak pahada bir çanta ile gezmesinin kabul edilmesi zor bir gerçektir. Cumhurbaşının ‘ailemi bu konuların dışında tutun’ demesi bile bir başka acizlik olduğuna inanırım. Hele bir gazetecinin, konu olan çantanın sahte marka olduğunu araştırıp gazete haberi yapması, hani hukuk tabiri içinde söylenen başka bir cümleyi getirir aklıma ‘’ Şüyuu vukuundan beter!!!’ diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.