Çanakkale`ye ilk gittiğimde 1978`li senelerin başı idi. O tarihte Çanakkale’den Eceabat’a arabalı vapurla geçip şehitliği ve özellikle Kilitbahir’i gezmiştim. Beni çok etkilemişti. Çanakkale’nin 1914 dönemi, dünya tarihindeki önemini hem okuyup hem de gözümde canlandırmakla başlamıştı merakım. 57. alayın günlük yemek listesi gelir aklıma. Üzüm hoşafı, yağlı buğday çorbası ve peksimet. Kimi zaman üzüm hoşafı ve ekmek. Sabah verilen tayından sonra öğle yemek yerinde YOK , yazılmış. Akşam tekrar üzüm hoşafı ve tayın.
Bakınız aldığımız her nefeste hayatlarını bu vatan için feda etmiş binlerce Mehmet’lere neler borçluyuz? Günlerce sadece üzüm hoşafı, yağlı buğday ve tayınla beslenmiş, ve konu vatansa gerisi teferruat diye gözünü kırpmadan ölüme koşmuşlar.
Böyle bir durumda Kilitbahir’deki Mecidiye tabyasına savaş gemisinden atılan bir top mermisi isabet eder. Tabya’daki topa mermi götüren raylı sistem kırılır. Aynı zamanda topun nişan sistemi bozulur. İşte hikayenin bu kısmına aklım pek ermemekte. Küçük vinç sistemi ile mermi deposundan bir mermi kaldırılır. Tekerlekli raylı metal taşıyıcılar üzerine konur, yukarıya itilip topun yanına taşınır mermi. Yine bir kaldıraçla mermi topun ağzına verilir. Bu sistem felç olunca, Naim Süleymanoğlu misali, Seyit Onbaşı, vatan aşkıyla sırtlar 215 kiloluk mermiyi. Rampadan Topun yanına kadar taşır bu ağırlığı. Tabyada sağ kalan askerlerle koyarlar topun ağzına. Mermiyi verirler topun içine. Bozulan nişan sistemi yerine Seyit onbaşı göz kararı, üç arşın sağa götüre, iki arşın sola getire, haydi allah rast getire diyerek topu ateşler. İngilizlerin en önemli zırhlısı Ocean’ı dümene yakın bir yerden vururlar. Dümeni bozulan zırhlı, akıntıyla, Nusret gemisinin döşediği mayınlara bindirir. Koskoca zırhlı Çanakkale’nin soğuk sularına gömülür.
Evet, diğer İngiliz zırhlılarının da battığı gibi, Ocean kısa bir sürede denizin derinliklerine iner. Mart ayı, Çanakkale’de denizin çok soğuk aktığı dönemdir. Gemideki askerlerin sıkı giyimli olarak, bataryaların başından, denize düştüklerini bir düşünün. Yüzme bilseler bile, soğuk su ve akıntıyla boğuşup, nereye kadar yüzecekler diye hiç düşündünüz mü? Bir yaşam savaşı, hani kıyıya ulaşsa bile, kıyıda onlara göre düşman askerleri, Türk’lerle karşılaşacaklar. Diğer tarafta tabyada vurdukları Ocean gemisinin sürüklenmesini seyreder askerler.
Resimlerde konu olan Seyit Onbaşının sırtındaki mermi fotoğrafı, gerçek mermi olmasa da, o günü canlandırmakta. Sadece Mart ayında OCEAN gemisi değil, diğer Fransız zırhlı savaş gemilerinin de, Nusret gemisinin mayınlarına çarpıp battığını bilmekteyiz. BOUVET zırhlısı da bunlardan biri. 603 mürettebatı ile boğazın serin sularına birkaç dakikada gömülürken, 30a yakın Fransız askeri, balıkçılar tarafından kurtarılır. Ya boğazın serin sularına mahkum olacaksın ya da Türk askerinin merhametine sığınacaksın gibi seçenek gelmekte önlerine. Mart ayında, boğazın serin sularında çırpınmak nasıl olur bilmiyorum.
Birkaç sene evvel yine İstanbul’da, Montrö’de tarif edilen Karadeniz Boğazı kıtalararası yüzme yarışına katılmıştım. Bu yarış bana çok keyif vermişti. Aynı sene, Çanakkale’de bir dernek tarafından düzenlenen, 30 Ağustos Zafer Bayramı adı ile anılan, yine Kıtalararası Yüzme Yarış’ına katılmak istedim. Yarış Eceabat’tan başlayarak, Çanakkale’de, müze olarak gezilen Nusret gemisinin bir kopyasının bulunduğu yerde, 6.5 kilometrelik bir parkur sonunda bitecekti.
Bu boğazda yüzmek olağan dışı bir ayrıcalıktı. Yarışmacı olarak ücretini yatırdım, kaydımı yaptırdım. Yarış günü topluca bizi Çanakkale’den alıp, karşıya geçirdiler. Tanıdığım bir çok açık deniz yüzücüleri vardı gemide. Eceabat’a vardığımızda, plaj gibi kullanılan bir deniz kenarına götürdüler. Yarış başladı, hepimiz koşarak denize girip yüzmeye başladık. Suyu soğuk Çanakkale Boğazı’nda fazla kıvrım olmadığı için, mevcut akıntı insanı zorlamakta idi. Olsun burada yüzmek bile bir ayrıcalıktı. Rotam boyunca her sağ kulacım arasından nefes almakta, ve yönümü kontrol etmekteydim. Zorlu bir maratondu. Derken Kilitbahir açıklarına geldim. Her kulacımda bu sefer dağın üstündeki asker heykelini görmeye başladım.
‘ Dur Yolcu Bilmeden Gelip Bastığın Bu Toprak Bir Devrin Battığı Yerdir’.Her aldığım nefeste, bu cümleyi görmekteydim. Bir, üç, beş, derken bu askere selam vermem gerektiğine karar verdim ve Çanakkale boğazının ortasında 1 dakika selam durarak şehitleri andım. Akıntı beni alıp götürmüştü. Olsun, onları hatırlamanın huzuru vardı bende. 1 saat 12 dakikada karaya vardığımda inanılmaz bir mutluluk içindeydim. Sonra düşündüm, nelerle bu vatanı koruyup bu günlere getirmeye çalışmışız, ancak bu gün nereye gittiği belli olmayan bir girdaptayız diye, bir sözüm geldi söyledim, hem nalına hem mıhına.