Yalnızlık meselesi üzerine iletilerimiz aracılığıyla sohbetimizde 7 Temmuz 2020’de MUSTAFA YAŞACAN’dan ilginç bir yanıt aldım. İlginç ve yalın. Yalın ama yalnız mı? Karar sizin. Yaşacan’ın iletisini aynen aktarıyorum:
Stoke-on-Trent’ den ...
“La vie ne vaut rien. Mais rien ne vaut la vie.” “Life is worth nothing. But nothing is worth life.” André Malraux.
Sabah altıda kalk, perdeni aç ve doğru tuvalete koş. Dönüşte radyo aç, memleket haberleri, Brexit, Jeremy Corbyn başat haberler her daim, BBC vira saldırıyor solcu lidere.
İn mutfağa ve ılık, sirkeli suyunu ve sonra kefirini / kef’rini (bilmeyenler Viki Dede’ye sorsunlar lütfen) hazırla, doğal ilaçlarına katık yap onları.
Odana dön ve günlük eksersizleri yap. Sporunu ihmal etme.
Telefonuna bakmayı unutma, kim aramış, kim mesaj göndermiş, akşam saat 9’dan sonra. Henüz kamuya açık değil telefon, beklesin 1 saat daha.
Duşunu al ve çık sokağa.
Okulda kimse yok daha, hazırla kahvaltını mutfakta, yok bugün kafeteryada ye, o güleç kadınla havadan sudan, hasta babasından konuş. Söz sözü açsın. Eşine ve çocuklarına (varlar mı bilmem) selam etmeyi unutma.
Geç kahveye, elindeki makaleden iki paragraf okurken çevreye bak, kaç kişi telefonda, kaç kişi tabletde, kaçı konuşuyor birbirleriyle… Yanıt, telefonlar gözde, bir ya da iki tablet ve bir dizüstü bilgisayar var. Şimdi oturdu iki kişi, hoş beşten sonra telefon ve kağıtlarla baş başalar.
Oda da müzik, bilgisayarda üç hesaptaki iletileri tara, şunu sonra oku, bu yazıyı yazıcıya gönder; peşinden haberler: önce Reuters, sonra DW, sonra Rusya Haberleri. The Guardian, Washigton Post’un haber başlıkları derken, Artı Gerçek ve ANF, Yeni Akit ve Sabah’ın İngilizce baskısı...
Yeter bu kadar, dön asli çalışmana: 1940’larda TC Devleti ile Sovyetler Birliği arasında TKP, karanlık bir dönem, sadece işkencede öl(dürül)en TKP’ liler ve hikayeleri, işkencedeki öğrenciler, nazi yanlısı subayların ifadeleri ve devletin sorgu ve takip raporlarına ulaşılamıyor, elde var Amerika Birleşik Devletleri’nin Dış İlişkileri arşivinden çıkanlar ve 1940’ların gazeteleri … Ve anılar … Ve kimi anı kitapları ... Oku, not al, yaz, derle, oluştur. Biriktir.
Saat 12:30 yemek zamanı, menü de iş yok, dön odana; aç dolaptan bir şeyler ye. Olmadı Afgan restorandın 14:00’de açılmasını bekle. Çöp kebab ve salçalı pilav ye, ya da et çorbası ve mantı, karnını doyur.
Saat 18:30 yollar ferahladı, giy mayonu pantolonun altına, doğru havuza...
20:30 usul usul yürü odana doğru.
Odanda yine haberlere bak son defa, bilgisayardan bir müzik seç ve okumaya çalış...
Saat 22:30, kapat ışıkları, uzan yatağına. Sessizliğin soğuk kucağına bırak kendini, ılıt (ısıt mı?) yavaşça ve dal uykuya.
Yalnızlık mı dediniz? Ne yalnızlığı? Hayat(ımız) bu.
Hayat devam ediyor, yaş(l)a(n)dıkca değerleniyor.
Evet hayat(ımız) bu. Düşe kalka gidiyoruz işte. Basımız dik. Alnımız açık. Yarınlarımızdan umutluyuz her zamanki gibi. İşte yazıyoruz ya!
Not : Stoke-on-Trent, İngiltere Krallığı’nın / Büyük Britanya’nın / Birleşik Krallığın orta yerinde, bir parça batısında, Londra’dan çok uzakta da değil, eski sanayi kenti. 260 bin kadar nüfusu var. Bir de 14 bin öğrencisiyle iyi bir Üniversitesi. Müzeleri de.