Birkaç sene evvel gazete patronum, rahmetle andığım Aykut Tuzcu’ya, meslekte 10 seneyi geçtim, ama hala elimde bir belge yok demiştim. Hemen bana bir sarı basın kartı çıkartarak göndermişti. Çok sevinmiştim. Yazı yazmaktan çok mutlu olmaktayım. Düşüncelerimi kağıda dökmek başka bir zevk. Yaşadığımız bu ülkeye gazete, 1800 yıllarında, Osmanlı tarafından İstanbul’a, Avrupa’da matbaanın bulunmasından çok sonra getirilmiş. Bazı kaynaklara göre matbaanın bulunuşu M.S.593 senelerine rastlar. Çin’de basit baskılarla, kalın kağıtların üzerine tek tek elle baskı yapılması ile başladığı kabul edilir.
Çocukluğumuzda yatılı okulda lastik harflerimiz vardı. Dizgi yapıp, kağıt veya bez üzerine baskı yaptığımızı hatırlarım.
Matbaanın, Avrupa’da Johann Gutenberg tarafından 1439’da bulunması, Rönesans değişim dönemi içinde mütalaa edilir. Dini kitap olan İncil’in topluma yayılmasını sağlamak amacı ile yola çıkılmış, daha sonra her konuda yayın için kullanılmaya başlanmış. Osmanlı devleti matbaaya bu icattan tam 200 sene sonra, 1639 da kavuşmuş, ancak hazin bir hikayesi vardır. IV. Murat’ın emri ile Bünyamin Efendi Hollanda’dan ağaç matbaa makinalarını 1000 altına satın alıp, gemi ile gelirken, IV. Murat ölür, Sultan İbrahim tahta çıkar. Ancak sarayda çıkarılan kuliste, halkın aydınlatılmasının iyi netice vermeyeceği üzerinde yapılan propaganda ile Sultan İbrahim matbaadan korkar. Yapılan izaha ikna olur ve Matbaa makinaları eritilmek için haddehaneye gönderilir. Matbaa makinalarının sonu burada bitmez.
Aradan yine 80 sene geçtikten sonra, Macar asıllı İbrahim Müteferrika, matbaa konusunda girişimlerini Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya anlatır, dini kitaplar basmamak kaydıyla 1719’da kurulmasına izin alır. 16 Kânunevvel 1727 de ‘
Vankulu Lügatı’olarak ilk baskısını yapar. Daha sonraları Osmanlı Sarayı matbaa konusunda toplumun okuma, ve öğrenmesinden tedirgin olduğundan, gazete ve dergi çıkarılması engellenir. Zaman içinde Takvim-i Veka-i adlı bir nevi günlük olayların kayda alındığı, Devlet tarafından çıkarılan, gazete yayınlanmaya, Cemaziyelevvel 1831’de başlanır. Yani 1 Kasım 1831’de.
Yazı yazmak, topluma doğruları aktarmak, fikir ve düşüncelerine inanılan muharrirlerin yazılarını aktarmak için gazete çıkartmak gibi düşüncelerin her dönemde insanların arzusu olduğuna inanmaktayım. Padişah yönetiminde hür düşünce ve fikirlerin inkıtaa uğramadan, doğruları toplumun bilgisine sunmanın çok cesaret istediğini düşünürüm. İşte bu düşünce içinde 1860’da
Agah Efendi ve
Şinasi’nin çıkardıkları Tercüman-ı Ahval gazetesi ile topluma, birçok konuda, doğru bilgiler aktarmaya çalıştılar.
Ahmet Vefik Paşa ve
Ziya Paşa gibi güçlü kalemlerin yazıları, bu gazetede yayınlanmaya başladı. 1866 senesinde Ziya Paşa’nın Tercüman-ı Ahval gazetesinde, Osmanlı Devleti’nin eğitim sistemi ile ilgili sert eleştiri yazısı, gazetenin süresiz kapatılmasına neden olmuştur.
Gazeteci olarak hayran olduğum iki karakter vardır. Biri Selanik’te 1888 doğmuş, esas ismi Osman Nevrez olan
Hasan Tahsin. İzmir işgal edildiğinde, düşmana karşı direnişte, ilk kurşunu sıkan yürekli bir gazetecidir. Diğeri ise yazılarını ve kitaplarını okuduğum, 1889 İstanbul doğumlu
Şeyh-ül Muharririn olarak andığımız
Burhan Felek. İstanbul’da, Cumhuriyet gazetesinde tanıma fırsatı bulduğumdan, kendimi çok şanslı addederim.
Sarı Basın kartı sahibi olan bu değerlerin seviyesine gelmenin hiç de kolay olmadığına inanırım. Mühim olan konu sarı karta sahip olmak değil, o kartın hakkını vermek önemlidir. Neden gazetede çalışan muharrir ve yazarların kimlik kartları sarı renklidir? Yeşil veya kırmızı değil de neden sarı olur bu kartlar? 1889 yılında Newyork’da yayınlanan gazetede Fenton Outcault tarafından yaratılan
The Yellow Kid çizgi karakteri, mizahla eleştiriyi kullanarak toplumu düşünmeye yönlendirir. Bu nedenle gazeteci kimliğinin rengi sarı, olarak tespit edilmiştir. Bizim ülkemizde ise gazetede yazı yazmak cesaret istemektedir. Tıpkı, Sultan II Abdülhamid döneminde, 1880’de kurulan hafiye teşkilatı ile yapılan baskınlarla, halkın sindirilmeye çalışılması gibi; idareyi eleştiren yazarların sürgüne gönderildiği o dönemde olduğu gibi, bu gün de eleştiriye tahammül etmeyen yönetimin, gazeteci yazarlara çektirdiği eziyeti hatırlamaktayım, diye bir sözüm geldi söyledim, hem nalına hem mıhına.