Çocukken bizimkilerin mahallede birkaç yakın dostu vardı. Haftanın her günü olmasa da bir veya iki günde biraraya gelirlerdi. Kendilerine has sohbetlerinde neler konuşurlardı pek hatırlamamakla birlikte bu dostlardan Cihat bey, çok nükteden biri idi. Kendisi tabip subaydı. Türkiye’nin başarılı, belki de ilk çene cerrahı olduğunu hatırlarım. Gülhane Hastahanesi, önceleri bugünkü Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın bulunduğu yerde idi.
Cihat bey daha sonraları bu hastahanenin komutanlığını da yapmıştı. Bu birim sonraları Askeri Tıp Akademisi’ne dönüşmüştür.
Bir diğer aile ise Kemal Cemal beylerdi. Kendisi Denizli Milletvekili olarak Millet Meclisi’ne her gün Ulus’a giderdi . Kimi zaman Meclis’e kadar yürür, kimi zaman ise otobüse biner giderdi. O tarihte yaygın taksi hizmeti olmadığını hatırlarım. Kemal beyin eşi öğretmendi ve o da çok nükteden biri idi. Kış ayları Ankara’ya yoğun kar yağar, her yer karla kaplanırdı. Böyle gecelerde bu aileler biraraya gelir, bizim kömürlükte bulunan uzun tahta merdiveni kızak gibi kullanarak yokuştan aşağıya ailecek kayardık.
Kışın evlerimizde kömür sobası yanar, bu sobaların yaydığı ısı bütün eve yeterdi. Sobaların içleri ateş tuğlası kaplı olduğundan kok kömürü yakılırdı. Hatta kışın Ankara’da satılan kolyos veya uskumru alınır, bu sobaların içinde, sobanın üst kapağı açılarak ızgarası yapılırdı.
Evlerde haftada bir veya iki defa banyo yapmak için banyoda bulunan bakırdan yapılmış silindir biçiminde termesifonlar yakılırdı. Bu termesifonlar odunla ısıtılırdı. Her zaman banyo yapmazdık, ancak hafta sonları bu termosifonlar yakılır, sırayla yıkanırdık.
Evlerde buzdolabı olmadığından yemekler genelde günlük pişirilir, artan yemek olursa mutfakta bulunan tel dolaplarda saklanırdı. Çamaşır makinası olmadığından bütün çamaşır elde yıkanırdı. Çamaşır biriktirilmez, hemen hemen her gün az da olsa yıkanırdı .Evlerde koridorlara kurulan iplere çamaşırlar asılır, burada kurutulurdu. O tarihte elektrikli ütüler yeni çıkmış, kömürle çalışan ütülerden yeni vazgeçilmişti. Ne zaman bu ailelere gezmeye gitsek veya bu aileler bize gelseler bu iplerde çamaşırlar eksik olmazdı.
Cihat bey kapıdan içeri girer girmez “hadi yine bornozları asmışsın Kamil bey” diye babama latife eder kahkahalarla gülerlerdi. Konunun ne olduğunu bilmeden bizler de gülerdik. Aklıma bu cümlenin iyice kazındığını hatırlarım.
Yine böyle bir akşam gezmesinden geç olarak eve döndük . Ev bahçe dairesi olduğundan hem bina içinden hem de bahçe kapısından içeri girilebilirdi. Bahçe kapısından içeri girildiğinde uzun bir koridor vardı. Çamaşır asılan ipler bu koridorda bulunurdu. İçeriye girdik, ışıklar yandığında iplerin üstünde bornozları gördüm. Aklıma gülünecek bir konu olarak algıladığım cümle geldi “baba, yine bornozları asmışsın“ demem üzerine yediğim tokatla koridorun sonunda buldum kendimi. Hemen yerden kalktım, doğru yatağıma girip yorganı başımın üstüne çektim. Bir türlü anlamamıştım, Cihat bey söylediğinde herkes gülmekten kırılırken, ben neden tokat yemiştim.
Her gün sabah banyo yapıp çıktığımda bornozumu giyer kurulanırım. Çocuk aklımla düştüğüm bu durumu hatırlarım, zaman zaman tebessüm eder, zaman zaman çocuk terbiyesi konusunda o tarihte nerde olduğumuzu düşünürüm diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına .