27 Mayıs 1960 tarihi olayların evvelini yaşayan bir çok insan vardır. 555 K ile başlayan sürecin gerisinde, ihtilalde hangi ellerin olduğunu özel kişilerden dinledik. Bilhassa bir televizyon kanalında, devrin önemli kişisi olan Madanoğlu’nun ağzından ihtilal öncesi ve ihtilal gününü takip eden dönemdeki olayları, tek bir virgülünü kaçırmadan dinlemiştim.
Cemal Madanoğlu, Bir konu dışında, 27 mayıs hareketini en ince ayrıntısına kadar anlattı. 1960 senesinde Harp Okulu komutanı olarak tuğgeneral rütbesindeydi. Ekranda ihtilal süreci hakkında söylediklerini bugün gibi hatırlamaktayım. Askeri harekete, halk tarafından karşı konulmadığını görünce daha da cesaretlenip, daha geniş çaplı hareketle ülke sathında tatbik edilen eylemin halk tarafından kabul görülmesi, ihtilali yapanlar tarafından sevinçle karşılanmıştı.
Aslında böyle bir durumu kuşku ile beklediklerini, ancak bu kadar kısa bir zamanda sistemin çalışıp, sivil idarenin yetkilerini askerlerin ele alması sonrasında, karşı konulmamasını garipsediklerini ifade etmişti rahmetli Madanoğlu.
İhtilal direnişle karşılaşmayınca Milli Birlik Komitesi kendilerine lider olarak İzmir’den Cemal Gürsel paşayı getirerek, sonraki adımların atılmasını beklemişlerdi. Yine aynı komiteden Mithat Ceylan Paşa ile bir söyleşimde kendisinden dinlemiştim, Sivas’da 59.Tümen komutanı idi. ‘Halkın sessiz kabul edişini bizler tedirginlikle karşıladık’ diye ifade etmişti. Askeri darbe nedenlerinin başında, konunun doğru olup olmadığını tartışmak istememekle birlikte, dönemin siyasi iktidarının, askerlerin yaşam standartları konusunda olumlu geliştirme yapmaması ile iç huzurun bozulmasına neden olduklarını söylemekteydiler.
Geriye, o tarihlere gitmeyi düşünüyorum ancak, ülkemde iktidarda baskı rejimi uygulayan Demokrat Parti hükümeti vardı. Basına sansür tatbik edilen bir dönem yaşanmaktaydı. Eleştiri adına fikir beyan eden gazetecilerin tutuklandığı bir ülkemiz vardı. 1957 seçimlerinde bir çok sandıkta hileli neticelerin, yöredeki valiler tarafından hükümete yaranmak adına, üstü örtülmeye çalışılmıştı. Seçimde sandık cinayetleri bile işlendiğini, fısıltı gazetelerinden halk öğrenmekteydi. İktidar ise, ülkeye çok partili siyasi hayatla demokrasi getirdik, diye Demokrat Parti olarak meydanlarda söylem vermekteydi. Oturdukları koltuğu bırakmamak adına, Meclis’ten bir de 146 ve 147 sayılı tahkikat komisyonu kararlarını çıkararak, olmayan demokrasiye hançer vurmuş oldular.
İşte bu karar bardağı taşıran son damla idi. Aslında İnönü’nün Meclis’te kürsüden yaptığı son konuşmayı yayınlamaya sansür gelmiş, gazeteler bu konuşmayı yayınlayamamıştı. Bu konuşma tarihe not düşülecek bir konuşma idi.
İsmet Paşa’nın şu cümlesi İçişleri Bakanı Dr. Namık Gedik tarafından sansüre tabi tutulmuştu:
‘‘Biz demokratik rejim dedik. Demokratik rejim kurulmuştur. Şu demokratik rejimi, istikametinden ayrılıp, baskı rejimi haline getirmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz; ben de sizi kurtaramam.’’
Doğru söylemişti İsmet Paşa, o bile kurtaramadı. Hatırlarım, Yassıada’da mahkeme kurulmuş, mahkeme başkanlığına Ankara Bakanlık semtinde Olgunlar sokak Kent Apartmanı’nda oturan Hakim Salim Başol, Cumhuriyet Başsavcılığ’ına Altay Ömer Egesel tayin edilmişti. Yassıada duruşmaları için yüzlerce sayfa iddianame yazılmasını Altay bey üstlenmişti. Salim Başol’a ise, kimlere ne ceza verileceği Milli Birlik komitesi tarafından dikte edilmişti. Bu itirafı Madanoğlu yapmıştı. ‘Bir ihtilal yapmıştık, mutlaka bir kaç kişiyi suçlu gösterip asmamız gerekliği üzerinde tartıştık’ demişti. Bu tartışmaların odağında da, o tarihte Albay olan Alpaslan Türkeş bulunmaktaydı.
27 Mayıs’dan sonra yaz akşamları Ankara’nın sıcak havasından kurtulmak adına Çankaya’ya arkadaşlarla çıkardık. Gece, Cumhurbaşkanı seçilen, Cemal Gürsel parka yanında tek yaveri ile yürüyerek gelirdi. Parkta oturup bizlerle sohbet ederdi. İhtilalden hiç konuşmazdık, amma Cemal AĞA’nın çok zor günler geçirdiği yüzünden belli olurdu. Kısa bir zaman sonra Alpaslan Türkeş, Hindistan’a Büyükelçi müşaviri olarak tayin edildi.
Bir akşam yine Çankaya’da otururken Cemal Ağa elinde bastonla yürüyerek parka geldi. Bastona anlam verememiştik. Bir ayağı sekmekteydi. O söylemedi, biz de sormadık amma, Alpaslan albayın Yeni Delhi’ye sürülmesi ile ilgi olduğunu düşündük. Tevatürde ise başka gerçeklerin mutlaka bulunduğuna inandık.
İhtilalin bedelini birileri canları ile ödedi. O zaman da üzülmüştüm, bu gün de aynı üzüntü içindeyim. Siyasiler yaptıkları hatalardan yüce divanda yargılanmalı. Mahkum da olmalı. Ancak bir insanın yaşam hakkını elinden almamalısınız diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.