|
|
Söz / Sözün ÖzüKategori: Makale | 0 Yorum | Yazan: M. Şehmus Güzel | 12 Mayıs 2020 22:08:22 Sözleşmek. Konuşmak. Söyleşmek. Yazmak. Yayınlamak : Tarihe, kendi tarihimize bir iz bırakmak. Bir katkıda bulunmak. Ana, baba, hala, teyze, amca, dayı, nene, dede ve benzeri büyüklerimizle söyleşiler yapmak : “Sözün gösterilmesi” için onları söyleşi yaparken kamerayla ölümsüzleştirmek. Evet Sözlü Tarihi canlandırmak. Sözlü Tarih’in olanaklarından en iyi biçimde yararlanmak mümkün.
Peki o zaman Sözlü Tarih nedir ? Sözlü Tarih, insanların anılarının, geçmiş ve güncel yaşamlarının anlatıldığı biçimde ses aygıtına kaydeedilmesi, banda alınmasıdır, filme çekilmesidir. Herkesin kendine özgü yaşam deneyimlerinin canlı tarihidir. İnsanların yaşamlarını, yaptıklarını kasetlere almaktır, filme çekmektir. Böylece kaset ve filmler aracılığıyla yakın geçmişimizi tanımak olanağı buluyoruz. Resmi tarihin, devletin ve devlet kurumlarının yarattığı tarihin yanında toplumsal tarihe doğru yola çıkıyoruz artık. Yakın tarihimizi ve hatta bütün tarihimizi anlamakta belirleyici ses kayıtları, filmler ve özel ailesel belgeler son derece yararlı ve ihmal edilemez birer araç biçimine dönüşüyor. Böylece sadece yazılı olana bağlı kalmıyoruz. Çünkü artık yazılı olan yanında görsel ve işitsel olana da, yada sadece işitsel olana da sahipiz. Ve bu özellikle resmi tarihler tarafından varlıkları unutturulmak istenen, varlıkları yadsınanlar için son derece belirleyicidir. Yaşamsal önemdedir. Herkesi olduğu gibi, örneğin giyinişleri, oturup-kalkışları, yemekleri, reçeteleriyle yemek türleri, yemek hazırlayışları, yemek yiyişleri, dilleri, “ağız içinde dilleriyle” (Osman Şahin’i okumalı, tam sırasıdır) tanımak ve tanıtmak için. Sözlü Tarih, geçmişi, gelecek için saklama olanağı verir. Her türlü resmi tarihin örtmelerine, yalanlarına ve uydurmalarına karşı. Sözlü Tarihi nasıl kullanmalı? Okullarda, gençlerin, çocukların kendi toplumlarını, halkının geçmişini tanıması için. Yaşlıların yaşadıklarını, yaşanmışlıkları, deneyimleri ve dersleriyle gençlere bizzat anlatmaları, arada filimle de olsa, gençlerle yaşlıları biraraya toplaması bakımından çok yararlıdır. Bu bizim tarihimizdir, yerel ve ailesel tarihe yeni bir boyut kazandıran. Biz buyuz diyen. Babalarımızı, analarımızı belki yaşarken gördük. Onlarla konuşabildik, ama onların anlattıklarını, kasete almamız, hele filme çekmemiz daha güzel olmaz mı(ydı)? Yeni yaşam biçimlerinin, doğuşlarında hiçbir sorumluluğumuz olmayan güya “yeni alışkanlıkların” herkesi/hepimizi dört bir yandan kuşattığı, giyim ve kuşamda, yemek ve içmekte bile standartlaşmanın alıp başını gittiği günümüzde, atalarımızın anlattıkları tarihimizi daha etraflıca anlamamıza ve anlatmamıza yardım etmez mi(ydi)? Ana, baba, nene ve dedelerimizin anlattıklarını filme çekerek, kasetlere kayıt ederek tarihimizi öğrenmek ve öğretmek, görmek ve göstermek, tarihimizi bütün safhalarıyla anlamak ve yenilere anlatmak kolaylaşmaz mı(ydı)? Sözlü Tarih, müzelerde, sergilerde gösterilenleri daha kolay anlamaya, sergilenenleri daha canlı kılmaya da yarar. Yaşlıların anlattıklarını seyreden gençler, tarihi, yani geçmişi olan bir toplumun, bir halkın devamcıları olduklarının bilincine varırlar. Ortak birçok değerleri paylaştıklarını öğrenirler ve yaptıklarıyla bu ortak değerlere bizzat bir şeyler kattıklarını da … Zamanla filmlerden ve kasetlerden oluşacak Sözlü Tarih kolleksiyonları T büyük harfle Tarih’e ilgi duyanlara çok önemli kaynaklar kazandırdı/kazanddırıyor. Bu tür kaynaklar yazılı tarih çalışmaları, bilhassa toplumsal tarih araştırma ve incelemeleri için de büyük öneme sahiptir. Sözlü tarihin en hızlı biçimde kullanıldığı alan radyo ve televizyon programlarıdır: Halkın anlayacağı biçimde programlar için sözlü tarih birebirdir: Örneğin bugün kimi unutulan, kimi “yitmek” üzere olan meslekleri düşünelim: Bir yemenicilik, bir köşkerlik, tenekecilik, bakırçılık ve benzeri bir dizi meslek örneğin. Bu meslekleri bizzat yapmış bir ustanın dükkanında söyledikleri ve bunun filmi, en iyi biçimde anlatmaz mı mesleğini, binbir unsuru, sorunları ve kazançlarıyla ... Bütün anlatılanlardan sonra, tarihleri unutturulmak, kültürleri silinmek istenen meslek sahiplerinin, toplumsal kategorilerin, halkların, toplumsal sınıfların bireylerin, çocuklarına ve özellikle gençlerine seslenmek istiyorum: Kameranız varsa kameranızla, yoksa basit bir ses alma aletiyle kendi yaşamınızı, babalarınızınkini, nene ve dedelerinızinkini, yakın ve/veya uzak akrabalarnızınkini çekin filme, alın kasete: kaydedin TARİHE. Böylece kendi tarihinizi ve büyüklerinizinkini, yaşadıklarınızı ve onların yaşadıklarını unutulamaz/unutturulamaz kılabileceksiniz. Nişan, sünnet, kına gecesi, doğum, nişan, düğün, bayram, hastalık, hasta bakımı, vefat, cenaze töreni ve benzeri mutlu, mutsuz ve önemli günleri kameralarla saptamaya alışanlar aynı çalışmayı günlük yaşamın diğer yönlerine ve yaşlıların anlatacaklarına yöneltirlerse büyük bir adım atılmış olur. Bunu başarmak için konunun uzmanı, müthiş gazeteci veya söyleşi ustası olmaya ihtiyacınız yok: Biraz dinlemeyi bilmek yeter. Dinlerken sık sık araya girmemek. Sözü kesmemek. Hele yaşlılar anılarına dalmış anlatırken, sözü tamamen onlara bırakmak. Arada bir konuyu geliştirmek için bir-iki soru sormak. Hepsi bu kadar. Konunun uzmanı olmak isteyenler varsa, hemen hemen her dilde söyleşi nasıl yapılır adlı kitaplar ve broşürler bulabilirler. Gazetecilik okullarında konu özel olarak incelenir. Bütün sosyoloji (toplumbilim) derslerinde ele alınır. Dinlemeyi bilen, bu işi başarır. Önce bir ses alma cihazı ve birkaç kasetle başlayabilirsiniz. Sonra belki bir kamara ile devam edersiniz. Daha sonra yarattığınız sözlü tarih materyalını/hazinesini istediğiniz gibi kullanabilirsiniz: Televizyonda, viedo olarak, gösterebilirsiniz. Arşivlerde, kendi olanaklarınızla, yada ortak olanaklarla yaratacağınız arşivlerde daha sonraki kuşaklar için saklayabilirsiniz. Müzelerde, kitaplıklarda, kültür merkezlerinde, özel gecelerde, yaş yıldönümlerinde, bayramlarda, değişik türdeki kutlamalarda izleyicilere sunabilirsiniz ... İşte böylece artık kendi ortak tarihinizin yazılmasına sizin de katkınız olur: Karınca kararınca. Ama kalıcı bir biçimde. Yazmak için bir kalem ve bir kağıt, varsa bir defter, yeter. Söyleşi için bir teyp, iyi hazırlanmış yerinde ve yetkin sorular de gerekir. Günlükler, anı defterleri, anılar, daha önceki söyleşiler, gezi notları, izlenimler, öyküler, romanlar, şiirler de tarih için, kimliklerin canlı tutulması için son derece önemlidirler. Şiirler yazılı olsun veya sadece sözlü olsun, fikirle/düşünceyle yaşamın sözçüklere düşülmesidir. Ve sözçüklere düşüldükçe yazılırlar da. Yazan her zaman şiire can veren olmasa bile. Ezgiler, şarkılar, türküler, ağıtlar, masallar için de aynı şey söylenebilir. Bayramlar, bayram günleri, düğünler, düğün-dernekler için de ... Düğünlerde “yırlanan” türkü ve şarkılar, oynanan oyunlar, yapılan danslar, her türlü yerel oyunlar, çekilen halaylar bir halkın kültürü ve kimliği için vazgeçilmez unsurlardır: Mutlaka bilinmesi, kaydedilmesi, saklanması gereken. Köçeklerin yaptıkları, şaklabanların anlattıkları da. Cambazlar, hokkabazlar ve benzerlerinin “hileleri/hurdaları” da, oyunları da. Bu meselede atasözleri hiç unutulmamalı: Dünya kadar örneği var her dilde her gönüle göre. İşte bütün bu örnekleriyle Sözlü Tarih’in önemi ortaya çıkıyor. Sözlü Tarih aynı zamanda sanata düşkünlüğümüzü de ispat etme olanağı tanır: Sanatın gerekliliğini de. Geleneksel olarak “tarihin sıkıcı olduğu” sanılır. Anılarla, Sözlü Tarih’in bütün elemanlarıyla bu sıkıcılık aşılıyor/aşılabilir. Sözlü Tarih sayesinde resmi tarihin sınırları zorlanır. Devletlerin bir yerde bizzat yarattıkları ve kendilerine belli bir haklılık veya meşruiyet kazandırmaya yönelik resmi tarihlerin ötesine geçilebilir. Merkezden yapılan ve neredeyse sadece merkezi anlatan/aktaran ve bilinçli olarak yaşananların kimini saptıran, aklayan, görmemezlikten gelen, saklayan, örten resmi tarih yerine merkez dışına çıkan, yerel tarihe yönebiliriz böylece. Böylece başkentlerden/merkezlerden uzak yeni tür bir tarih yaratmanın olanaklarını buluruz. Aktaran konuşandır, yakınımızdır, olayları bizzat yaşamıştır. Uydurmaz. Yaşadığını olduğu gibi anlatır/aktarır. Tarih yakınlaşır. Toplumsallaşır. Yerelleşir. İnsancıllaşır. İnsanlık kazanır. Tarihin insan tarafından yaratıldığı somutlaşır. Siyasetin merkezler dışında nasıl yapıldığını saptamak olanağını buluruz/bulabiliriz. Taşra kentlerindeki, kasabalarındaki yansımalarını da. Oralarda siyasetin nasıl alğılandığnı, nasıl yönlendirildiğini da ... Birçok yerde yazılı olana inanmak gelenektir: İlle belge! Belge ille! Yazılı olan belge oluyor da sözlü olan, ses kasetlerine, film kasetlerine kayıtlı olan sözler/anlatılanlar neden belge olmasın? Hele kimi yazılı, resmi veya gayri resmi belgenin nasıl “tırtıklandığını”, nasıl hileyle uydurulduğunu/oluşturulduğunu binbir örnekte görüyorsak/görmüşsek. İşte o zaman Sözlü Tarih bir konuda denek taşı/mihenk taşı görevini de üstlenebilir. Bir bilgiyi değişik birkaç kaynaktan sağlamak/denemek için. Yinelemekte yarar var: “Söz uçar, yazı kalır”: “Verba volant, scripta manent” deyişinin pabuçu dama atılalı çok oluyor. Ve biliyoruz: Sözlü Tarih sayesinde söz artık ucucu değil. Banttan yeniden duyabiliyoruz / dinleyebiliyoruz / yayınlayabiliyoruz. Ve o zaman, evet işte o zaman, söz kalıcı oluyor, tarih olmanın yolunu buluyor. Sözün özü budur. Yurttaşlar ses kayıt aygıtlarınıza, kameralaranıza: Sözlü Tarih yola çıktı çoktan.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|