|
|
Zeytin AğacıKategori: Ayorum Güncel | 3 Yorum | 18 Nisan 2008 11:55:18 Neslihan Acu'dan yeni yazı. "Biz bu gözünü mangır bürümüş yönetimlerle, bu badem bıyıklarla,doğayı katledenlere "turizme katkı" ödülü veren bu hain zihniyetlerlemi AB üyesi olacakmışız? Acı acı da olsa gülünmez bu duruma. Sadeceutanç duyulur."
TOPUNUZ BİR ARAYA GELSENİZ TEK BİR ZEYTİN AĞACI ETMEZSİNİZ! Biz bu gözünü mangır bürümüş yönetimlerle, bu badem bıyıklarla, doğayı katledenlere “turizme katkı” ödülü veren bu hain zihniyetlerle mi AB üyesi olacakmışız? Acı acı da olsa gülünmez bu duruma. Sadece utanç duyulur. Bugün Melih Aşık’ın köşesinde okudum, Mecidiyeköy’de eski bir likör fabrikası vardı, onun 24 dönümlük arsası satışa çıkarılıyormuş. Tapuda yer alan, bu arsanın sadece kültür ve turizm amaçlı kullanılabileceği şerhi, Büyükşehir Belediyesi tarafından kaldırılmış. Biz diyelim, hokus pokus edilmiş. Vay başımıza! Şehrin göbeğinde bile milim yeşil alan bırakmamaya ant içmişler sanki. Sevgili okur! Bilmem farkında mısınız ama kurtaracak pek az şeyimiz kaldı. Tanrıların vatanı bu ülke, binlerce yıl bir sürü medeniyete analık yapmış bu ülke, batısı ayrı kuzeyi güneyi doğusu ayrı cennet olan bu ülke, artık can çekişiyor. Göller nehirler kuruyor. Tuzumuzun çekildiği göle bile lağımlar boşaltılıyor, verimli tarım arazileri çevre katili yabancı fabrikalara peşkeş çekiliyor. Turizm yatırımı ayağına her türlü yeşilin ırzına geçiliyor. Oysa bu bir aldatmaca! Turizm murizm yok bizde. Dolayısıyla geliri de yok. Zengin Amerikalı, zengin Avrupalı bizim ülkeye adım bile atmıyor. Gelmeye kalkanlara caydırıcı nitelikte dağıtılan broşürlerde, ülkedeki gayri sıhhi koşullara, dini alışkanlıklardan kaynaklanan temizlik ihlallerine (daha açık yazamıyorum, siz anlayın) dikkat çekiliyor, aman dışarıda hiçbir şey yemeyin, aşılarını bilmem nelerinizi eksiksiz olun deniyor. Kolera, sarılık,tifo yolunuzu bekliyor yoksa. O yüzden zengin turist, aynen Yunanistan’da alıyor soluğu. Bakın dünkü, bugünkü gazetelerde yazıyor... Bodrum’un en güzel yerlerinden Yalıkavak’ta lağımlar mavi denize foşur foşur nasıl dökülüyormuş yıllardır. Kimsenin ipinde değil. Bodrum’da denizler son üç dört yıldır köpük köpük. Birazı bu lağımlardan, birazı oraya buraya kuralsız denetimsiz açılan balık çiftliklerinden…. Yunanlıya ucuz çiftlik balığı satmak için, bizde en güzel tatil köylerinin hemen burnunun dibinde açılan balık çiftliklerinden bahsediyorum. Yunanlı sonra bu balığı Avrupa ülkelerine dağıtıyor. Kirlenen bizim denizler, balığı yiyen Avrupalılar. Ben bir keresinde Hürriyet’te Mehmet Yaşin’in bir gezi yazısını okumuştum da, burnumun direği sızlamıştı hasetten. Yunan adası Santorini’de, her gün batımında, turistler ellerinde şarap kadehleri ve kemanlar eşliğinde seyrediyorlarmış batan güneşi ve sonra alkışlıyorlarmış. Dünyanın güzelliğini. Bizde de aynı güneş doğuyor, aynı güneş muhteşem renklerle batıyor. Ama bizde ne güneşe aldıran var, ne mavi denizlere, ne cennet çamlıklara, ne zeytinliklere! Kesiliyor, biçiliyor, yakılıyor, talan ediliyor her yer! Her yer bina. Lağımlar aynen denizlerde. Sonra da kendi dışkılarının içinde mutlu mesut yüzüyor insanlar. Dümbelekler eşliğinde. Ne bir incelik kaldı ortalıkta, ne bir ruh güzelliği. Kalas gibi insanlar, kokuşmuş ruhlar… Para kokusu aldıklarında bıyıklarının her teli ayrı ayrı titreşenler! Her yeri ve her şeyi satıyorlar. Bizi satıyorlar! Geleceğimizi, çocuklarımızın hakkını satıyorlar! Lanet olası borçların faizlerini ödemek için. Hiçbir şey kalmayınca ne satacaklar peki? Siz hiç İstanbul kadar feci ırzına geçilmiş başka bir şehir gördünüz mü? Dünyanın en güzel şehriydi İstanbul, ulan insafsızlar! Ben çocukken Mecidiyeköy’ün iç tarafları dutluktu, bir baştan bir başa. Ben çocukken karlı havalarda Levent’e kurtlar iniyordu. Ormanlıktı çünkü oralar. Ben çocukken İstanbul’un içinde denize girilebiliyordu. Büyükada’yı, Heybeli’yi, Sedef’i falan hiç saymıyorum. Bugünkü teneke konservelere hiç benzemeyen, bembeyaz, güvertesi olan, içinde dolaşabildiğiniz, küpeşteye yaslanıp denizi seyredebildiğiniz gemiler vardı. Sirkeci’den kalkan o gemilerle Avşa’ya, Marmara Adasına gidilirdi. İçinde meyvelerinizi yıkayacağınız kadar temiz denizler gördünüz mü siz hiç? Tek bir arabanın olmadığı sahil köyleri? Tüm Marmara ve Ege, zeytinlikti, cevizlikti, çınar ağacıydı eskiden. Her yer üzüm bağıydı. Siz havada çift burgu yapan yunusları seyrettiniz mi hiç? Onların dostluklarını, neşelerini hissettiniz mi? Çok yıldızlı bir otelin havuzuna tıkılmış yunuslardan bahsetmiyorum. Açık denizlerde sere serpe yüzen yunuslardan söz ediyorum. Artık yok o yunuslar. Arada sersemleyip, yolunu şaşırıp bizim denizlere düşerlerse, 2000 model vahşi insanlarımız tarafından gözleri oyuluyor işkence görüyorlar, gezegenin bu en akıllı, en barışçıl canlıları. Tekrar söylüyorum. Çok çok az şeyimiz kaldı koruyacak. 2B kanunu yürürlüğe girdiği andan itibaren, ormandı ağaçtı kalmayacak bu ülkede. Cennet koyları keyiflerince toprak doldurup otel dikenlere ödül verildiği sürece, diğer akbabaların ve piranhaların iştahları sürekli bilenecek. Çok yakında bu ülke ormansız, gölsüz, madenciler tarafından delik deşik edilmiş, kel çorak bir ülke halini alacak. O zaman ABD’nin ve Avrupa’nın ne kadar yasadışı, çevre katili fabrikası varsa getirip tepemize dikecekler. Nükleer santraller de cabası. Zeytin ağacı, incir ağacı, ceviz ağacı ve üzüm bağları... Bunların olduğu, bunların kıymetinin bilindiği topraklarda uygarlık var demektir. İşte bunların kıymetini bilen Yunanistan, İtalya, İspanya, Fransa… Bize göre hayli sorunsuz, hayli uygar yaşıyorlar. Oysa bizde hep barbarlar işbaşındaydı. Sonuçta, 30 yılda vardığımız yer burası işte! Uygar ülkelerde çevre bakanlıkları, kültür bakanlıkları, doğayı ve kültürel değerleri korumak için yasa üstüne yasa çıkartıyorlar. Bizde ise yasalar daha iyi talan etmek amacıyla çıkartılıyor. Ne diyeceğim bakın sayın talancılar…. Topunuz bir araya gelseniz tek bir zeytin ağacı etmezsiniz. Bunu da böyle bilin. NESLİHAN ACU
Yorumlarcemil eren
{ 24 Nisan 2008 18:24:08 }
neslihanin yazisi gerceklerin azini yansitiyor.
soyle bir tekerleme vardir bilirmisin: ''nus ile uslanmayani etmeli tekdir tekdir ile uslanmayanin hakki kotektir.'' isin boyutlari oyle buyudu ki kotek bile etkisiz kalir. biz burada her seyi yakindan goruyoruz. karsilarinda mahalle kadinlari gibi muhalefet yapan bir anamualefet partisi varken ve bunlar da ABD ve AB cetelerinin taseronları olarak, limonata gibi bir muhalefetin sagladigi iliman bir iklimde patronlarinin her istedigini en iyi sekilde yerine getiren onursuz davranislarini surduruyorlar. Neslihan guzel yazmis ama felaket konusmakla yazmakla duzelecek boyutu coktan gecti. muhalefet pisirik olma luksune sahip degildir. muhalefetin muhalefet olma onurunun bilincine varmasi gerekir. 960'larin isci partisi Demirel'e kok sokturmustu... oylr bir muhalefet olmadan olmaz... muhalefet lideri mahalle kavgasinda birbirine laf yetistirenler gibi davranirsa olanlar budur, olacaklar daha da vahimdir. nesli
{ 19 Nisan 2008 23:33:20 }
Ekonomik olarak disa bagimli olmadigimiz tek alan tarim urunleriydi cok degil bir kac yil once. Artik duyuyorum ki bugdayimizi bile ithal eder duruma gelmisiz. "Daha ucuza geliyor"mus. Bu hesaplar nasil yapiliyor? Maliyete yokedilen bir sektor, issiz birakilan milyonlarca insan, yesil bitki ortusunu kaybetme, hormonlu meyve sebzeyle beslenme mecburiyeti, yarin kendimiz uretemedigimizde yukseltilmis fiyatlardan alim yapmak zorunda olma riski de ekleniyor mu?
nihat ziyalan
{ 18 Nisan 2008 23:45:19 }
DILINE SAGLIK
Diğer Sayfalar: 1. Zeytin Agaci`ni medyatava`da okumus neslihan acu`yu kutlamistim. tazelikler iceren bir muhalif yazi. mutlaka okunmali. bu yaziyi ayorum`a koydugunuz icin sizlere tesekkur ederim. iyi bir romancii ustelik kimseye yanasmadan savasini veren guzel bir insan ACU. sydney`den dostlukla. nihat
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|