Türk Sanat Müziğinde bir makamı çok severim, Hicaz. Bu makam Türk Sanat Müziğinde dügah perdesinde karar kılan bir makam ve perdedir. Do diyez notasını andıran bir perdedir. Hicaz makamı Arabistan’da iki şehri, hem Mekke hem de Medine`yi içine alan bir bölgeye verilen ad olarak bilinir. Aslında Hicaz makamı, birbirine yakın olan dört makamı içine alan bir aile olarak anılır. Hümayun, Uzzal ve Zigüleli Hicaz’ı kapsayan bir şemsiye altında olan bu makam, bütününde HİCAZ olarak tanımlanır.
Türk sanat müziğinde en fazla eser bulunan makam Hicaz makamıdır. Yaklaşık 2359 eser vardır bu makamda ve hepsi birbirinden güzeldir. Bu makamı Nihavent makamı takip eder. Nihavent makamında kayıtlı 2273 adet eser bulunmaktadır.
Hicaz makamındaki bir çok eseri severek dinlerim. Kimi zaman dinlerken eşlik etmesini de severim. Bimen Şen, Yusuf Nalkesen, Avni Anıl ve Münir Nurettin Selçuk gibi ustalar bu makamda çok eserler vermişlerdir. Bu eserlerin içinde bazıları vardır ki, en sevdiğim şarkılardır. Bimen Şen ustanın bir eseri vardır insana çok dokunur.
Sözleri değerli bir şairimiz olan Orhan Seyfi Orhon’undur. “Acaba şen misin kederin var mı, ne kadar dertlityim haberin var mı” Bu kadar dokunaklı sözler kanımca sadece Hicaz makamında, bu hisle ifade edilebilir.
Çok sevdiğim bir başka şair de Faruk Nafız Çamlıbel’dir. Münir Nurettin Selçuk’un yürük samai usulünde Hicaz makamında bestelediği bir şarkı ise, giden sevgiliye ifade edilen bir hissiyatı dile getirmekte. “Gittin de bıraktın beni , aylarca kederde, mehtap oluyordun bana aysız gecelerde”
Çok yakın tanıdığım değerli bir ustayı, son onbeş yıldır eserleri ile anmaktayım. Bilhassa Hicaz makamında bestelediği bir şarkısı vardır ki, günümüz Türkiye’sine çok uymaktadır.
“YALAN değil pek kolay olmayacak unutmak seni,
Öyle zor öyle zor ki seni içimden atmak.”
Ülkemde öyle yalanlar söylenmekte ki ekranlarda, inanın dinlerken hicap duymaktayım. Hangi birinden başlasam, hangi birini dile getirsem unutmamak adına diye düşünmekteyim. Onbeş senede 4 milyar ağaç diktiklerini söyleyen adam ya matematik okumamıştır ya da hesap bilmiyordur.
Türkiye Cumhuriyet tarihinin en çok demiryolları yapan yönetimi olarak dillendirmekte dönemlerini. Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki imkansızlıklar düşünüldüğünde, 7000 kilometre demir yolunun genç Cumhuriyet‘in büyük başarısı olduğunu unutmamak gerekir.
1933 yılında yayınlanan, ilk 10 yılında Türkiye Cumhuriyeti olarak yapılan sanayi yatırımlarını, son 17 senede bir bir satıp, 5 Tepeye Saray yapıldığını izlemek, Cumhuriyet çocuğu olarak beni derinden yaralamakta.
Ekranlara çıkıp CHP’nin tek parti döneminde ilkokullarda 90-100 çocuklu sınıflarda okuduğunu söyleyen 26 Şubat 1954 doğumlu Cumhurbaşının, ne kadar gerçek dışı sözler ettiğine şahit olmaktayız.
Saymakla bitmeyecek olan hilafi hakikat sözlere hergün bir yenisi eklenmekte, hangi birini akılda tutacak bu cahil halk diye düşünmekteyim. Son bir kaç gün evvel ekranlardan millete üfüren Cumhurbaşı, iktidara geldiklerinde ülkede ambulans olmadığını ve bugünkü binlerce ambulansı son 17 senede tedarik ettiklerini söylerken, acaba her iki ayağı da yere basıyor muydu diye aklımda bir soru işareti var.
Televizyon ekranlarında konuşurken, önündeki cama yazılan sözleri okumada bile zorlanan Cumhurbaşının, yaşamakta olduğumuz önemli sağlık krizinde, halka hizmet için çırpınan belediyeleri, terör örgütünün parallel yapılanması olarak tanımlamasının ne kadar iğrenç bir ifade olduğuna inanmaktayım.
Bu kadar YALANın söylendiği ülkemde insanlar neye inanacağını şaşırmakta. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutladığımız 23 Nisan’da, Anıt Kabir ziyaretine gitmekten kaçan bir Cumhurbaşı, Yusuf Nalkesen’in şarkısını daha ne kadar dillendirecek diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.
italyan faşizminin sembolu olan "FASCES" i hatırladım.. onlarca belki de yüzlerce çubuk, sopa, tahta, kereste, odunun sıkı sıkıya bağlanıp.. bağlanıp ta sıkı sıkıya tuttukları balta..
o balta ki, insafsızca onu tutan onca odun ve keresteyi yıllarca aldattı.. yalanla dolanla ve diktatörce..
söyler misiniz.. o "FASCES" in iplerini çözdüğünüzde ve odun ve keresteler artık odunluklarını ve keresteliklerini idrak ettiklerinde balta bir işe yarar mı..
sanırım kabahati, kabahatin büyüğünü baltada aramayalım.. her seferinde aldatılarak, dinle imanla kanlarına girilerek oy sandıklarından yüzde bilmem kaçlarla sıkı sıkıya bağlı olarak çıkan baltada değil bütün kabahat..
ne zaman ki odun ve keresteler incelip birer narin çubuk haline gelip; belki de artık hicaz'ın güzelliğini içlerinde hissettikleri vakit; ipler çözülecek.. çubuklar dağılacak.. balta düşecek..