Seneler önce yatılı okulda, Türkiye’nin NATO ittifakına 18 Şubat 1952 tarihinde resmen katılımının ilk sene-i devriyesini kutlamıştık. Aslında 4 Nisan 1949 tarihinde Washington’da kurulan NATO (Kuzey Atlantik Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) o tarihte Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği adı altındaki Rusya’ya karşı bir güç birliğinin kurulmasına yönelik uluslararası plandı. Türkiye’nin alınmasında en büyük etkenin, sınırlarının Rusya ile olmasından doğmuş olduğunu düşünmekteyim.
İlk baş vurumuzun Nato tarafından ret edildiğini biliyoruz. Ancak 25 Temmuz 1950 senesinde Büyük Millet Meclisi tarafından, Demokrat Parti iktidarında Kore’ye asker gönderilmesi kararı verildi. Bu kararın sonrasında ikinci kez Ağustos 1950de NATO üyeliğine baş vurumuz yenilendi. Kore’ye giden askerlerimizin Kore’ye vasıl olduklarında yöreyi daha tanımadan cepheye gönderilmesinin en büyük askeri hata olduğunu düşünmekteyim. Kunu-ri’de Amerikan askerlerinin salimen geri çekilmesini sağlamak adına birliğimiz çok büyük zayiat vermişti.
Türk ordusunun Kore’deki kahramanlıklarının üye ülkeler tarafından kabul görmesi sonrası, Türkiye’nin Nato’ya kabulü Eylül 1951 senesinde gerçekleşti. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen 5886 sayılı yasa ile Türkiye’nin Nato üyeliği resmileşmiş oldu.
Bu yıllarda Türkiye askeri yatırımları yapabilecek ekonomiye sahip olmadığından, böyle bir milletler topluluğu içinde “Birimiz Hepimiz, Hepimiz Birimiz İçin” anlamında, savunma yardım aldı. Diğer Nato ülkeleri arasında tek Müslüman ülke Türkiye idi ve Rusya ile uzun bir sınır komşuluğu vardı. Aslında Kurtuluş savaşında Rusya ile sıkı bir dayanışmayı dengeli sağlamış bulunan büyük önder Mustafa Kemal Paşa’nın, emperyalist güçlerle savaşta, Rusya’dan silah ve mühimmat temin etme yollarını aramış olduğunu biliyoruz. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasını, hem askeri hem de ekonomik kıskaçta gerçekleştiren egemen güçlere karşı, yapılan mücadelede, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin katkısının var olduğu bir gerçektir.
Rusya’nın Akdeniz’e açılan boğazları kontrol eden bir ülkeyle yakın işbirliğinde olma isteklerini iyi kullanan Mustafa Kemal Paşa’nın, yoğun yardım taleplerini geri çevirmediği bilinir.
Yatılı okuduğum okulda, hiç unutmam, Nato’ya katılmamızın kutlanması toplantısında bir Amerikalı subay, Albay Bob Jennings ile okul müdürümüz John Scott birer konuşma yapmışlardı. Bir masada biri küçük sınıftan bir talebe, bir de büyük sınıftan cüsseli bir başka talebe, ikisi bir kol güreşine tutuştular. Zayıf olan küçük arkadaşımız yenilmeye direnirken, birkaç büyük sınıftan talebeler, zayıf olana destek vererek, güçlü talebenin yenilmesini sağlamışlardı. Burada güçlerin birliği anlatılmakta, tehlikelere karşı müşterek savunma oluşturulmasının senaryosu sahneye konulmaktaydı.
Nato’nun ana gayesinin içinde bilinmeyen başka hedefler de olabileceğine inanmaktayım. Ekonomisi gelişmiş ülkeler, üretimlerini pazarlayacak ülkeleri her zaman ararlar. Daha da fazlası dünyanın enerji kaynaklarının tamamına hükmetmek isterler. Suudi Arabistan, yeraltı kaynaklarını Amerika’ya teslim ettiğinden, iç işlerine kimse karışmamakta. Irak, Suriye, İran ve dolayısıyla Türkiye Orta Doğu’daki petrol üçgeninin içine çekilmek istenmekte.
Türkiye’yi nasıl yıpratırız başlığı senelerdir gündemden hiç kalkmaz. Belki Osmanlı’dan kalan bir kuyruk acısı olsa gerek. Emperyalist ülkeler, enerji kaynaklarını nasıl kontrol etmek isterler diye düşündüğümüzde, iç bünyemizdeki hain terör odaklarını sinsice beslendiğini görmekteyiz.
Türkiye’yi zayıflatmak üzerine yapılan bir planın içinde dost bildiğimiz NATO müttefiklerimiz yer almakta. Başta Belçika, Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya ve Amerika terör örgütlerine silah ve mühimmat tedarik etmekteler. Sen hala Almanya, Amerika bizim müttefikimiz diye çırpın, adamların arkandan iş çevirmekte olduğunu görmemek aşırı iyimserlik olur. Baltık denizi ülkelerinin savunma sisteminin içine alınmasından da fazla önemlidir, Türkiye’nin güneydoğu sınırlarının korunması.
Türkiye’nin elindeki kozu iyi koruduğunu düşünmekteyim. ‘’PKK ve YPG teşkilatının terör odakları olduğu üzerinde görüş ayrılığı bulunmakta, konu üzerinde çaba sarf edeceğiz,’’ demekte Nato Genel sekreteri Jens Stoltenberg. Bu sözler güneydoğu yöresinde birkaç devlet kurup, petrolü daha iyi kontrol edebilmenin çarelerini aramalarından kaynbaklanmakta.
‘Hani birimiz hepimiz, hepimiz birimiz içindik’ diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.