Ankara da TED Ankara Kolejinin yanından bir dere akardı. Bu İncesu deresi idi. Evvelden bu dere açıkta akar, vatandaşlar çevreyi hiç düşünmeden eline geçen bütün çöpü bu dereye atardı. Ben de mutlaka bu dereye, o yörede yaşayan biri olarak, bir şeyler atmışımdır. Bunu inkar etmiyorum. Hele çocukken Ahmetler diye anılan ve Küçük Esat’a doğru giden patika yol, bu dereden tahta köprü üzerinden geçilirdi. At arabaları köprüden geçemez, derenin içinden giderlerdi At arabalarının derinleştirdiği İncesu deresine yazın girer serinlerdik.
İncesu deresinin o kesimi nispeten daha az kirli idi. Esas çöp, Çarşamba Pazarı adı ile anılan Sıhhiye pazarından atılırdı. Hatta umumi tuvaletler bile bu derenin yanında kurulmuştu. Giderleri konusunda herhangi bir iddia bulunmayacağım. Pazara genelde aracımla giderdim, Esen isminde sevdiğim bir arkadaşımın evi pazara bitişikti. Aracımı evlerinin garaj kapısının önüne bırakırdım. Kimse bir şey söylemezdi. Çok evvelden, Çarşamba günleri kurulan pazarın tam karşısında odun-kömür ardiyesi bulunurdu. Bu ardiyenin bütün cürufu bu derenin içine akardı.
Çarşamba günü kurulan bu Pazar, cumartesi günü de kurulur, Ankara’nın çeşitli semtlerinden gelenler taze sebze ve meyveyi buradan temin ederlerdi. Güneşli ya da yağmurlu günlerde tezgahların üzerine örtmek için pazar şemsiyesi kullanırdı esnaf. Bu şemsiyeleri Atila adında bir pazarcı kiralar, akşamları da hepsini toplayıp giderdi. Atila, çelebi bir delikanlıydı. Haymana’da doğmuş, sürülmüş diğer Dersimliler gibi pazarcılık yapmaktaydı. Şemsiyeden başka pazaryerinde bir de kendi tezgahı vardı. Yeşillik satardı. Akrabaları olan delikanlı çocuklar Atila’ya yardım ederlerdi.
Pazardaki, müşteri çekmek için yapılan bağrışmalara hayran kalırdım. Herbir ürüne müşteri çekebilmek adına tekerlemeler, maniler düzenlerler, melodik bir üslupla söylerlerdi. Bazen öğleye yakın pazarda dolaşırken Atila ile karşılaştığımda bana ‘Baba, öğlene Menemen yapacağım mutlaka gel’ diyerek tezgah arkasındaki ziyafete davet ederdi. Ben de kırmazdım bu esnafı, çünkü bütün ülke meseleleri o tezgahın arkasında masaya yatırılırdı. Yemek yerken sorunlar ortaya konur, her kafadan problem için çözümle ilgili fikir mütalaa edilirdi. Daha sonra tencerenin dibi görünmeye başladığında, ekmeğin kabuk kısmı ile içi sıyrılırken, çözümün rasyonel açıklaması dile gelirdi. Pazar esnafı Türkiye’nin en önemli ekonomik göstergesi olarak temayüz ederdi.
Ticari endeks veya sanayi endeks burada konuşulmaz, çünkü bu ortamda sanayi ürünü pazarlanmadığından, onun göstergeleri dikkate alınmaz. Pazar yerindeki endeks, halkın boğazını doğrudan ilgilendiren bir endeksti. Sebzenin kaça satıldığını, meyvenin kaç para ettiğini, yumurtanın tanesinin kaça, peynirin kilosunun ne olduğunu araştıran vatandaş, kendi geçim endeksinin peşinde koşar.
Yurdum insanını, beyaz eşya diye adlandırılan malları oturup yemeyeceğine göre, sanayi endeksi hiç ilgilendirmezdi. Gıda ürünlerindeki endeks vatandaşlar için yatak yorgandan, buzdolabı veya ütüden çok daha önemlidir. Vatandaş bu tür eşya ihtiyacından tasarruf eder, ancak gıdasından tasarruf yapmayacağını bilir. Pazara gittiğimde mutlaka Atila’ya uğrar onun ülke ekonomisi hakkında düşündüklerini dinlerdim. Atila toptan yapılan alımlardaki fiyatlara benzin ve mazotun nasıl doğrudan etki ettiğini söylerdi. Hele elektrik ve yakıtta olan en ufak bir oynama, domino etkisi ile gıdaya yansıdığına dem vururdu. Atila’yı geçtiğimiz senelerde kaybettik. Bir kaza kurşununa kurban gitmiş. Üzüldüm.
Hani bu gün olsa hemen sorardım Atila ya. ‘Bak‘ derdim ona ‘ adamın teki çıkmış ekrana, alay edercesine ülkede enflasyonu tek haneli rakama indirdik, demekte, sen buna ne dersin?‘ diye Menemen sohbetini açardım. O da bana ; ‘yaşamı doğrudan etkileyen benzin, mazot, elektrik ve gaza yapılan iki haneli zamdan, tek haneli enflasyonu nasıl hesaplamakta beyinleri bu az gelişmiş insanların‘ diye soru sorardı diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.