A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

İNSAN; Kıyısı olmayan derya - Evrenin merkezi nerede?

Kategori Kategori: Ayorum Güncel | Yorumlar 0 Yorum | Yazar Yazan: Mustafa Alagöz | 07 Temmuz 2019 09:53:41

İnsana dair ne kadar tanım yapsak onu tüketemeyiz, çünkü hep kendisinin ötesine geçen, varlığını gerçekleştirdiği her sınırda yeni sınırlara itilen; yetinmeyen, merak eden, bilmek isteyen, huzursuz ve kaygılı bir ‘doğa’ya sahip. ‘Doğa’ dediğimizde belirli yetilerle yüklü ve bu yetileri gerçeğe dönüştürmeye yazgılı hem yapıcı hem de yıkıcı olan bir “yaşayan” özgür iradeli bir varlığı anlıyoruz.

Biyolojik evrim sonucu ortaya çıkan ve bilimce “Homosapiens” olarak tanımlanan bir canlı varlık; ancak evrim süreci sonucunda önceki tüm aşamalarını genetik olarak içinde taşımak, geçmişiyle biyolojik akrabalığını korumakla beraber ayrıksı bir yanı var; düşünce.

‘Etimolojik olarak Latince “sapio” tatmak, “sapiens” tadan, tatla algılanır’ (Nietzsche) olarak bilinir.  Bunu “tadarak, deneyimleyerek bilmek” anlamına taşımak yanlış olmaz.

Bilmenin ve bilincin ortaya çıkmasıyla doğal evrim sürecinin bir ürünü olan insan doğaya aşkın hale gelmiş,  kendi varlık sorumluluğunu yüklenmiş, özgürlüğünü edimselleştirmenin sonsuz yolculuğuna başlamıştır.

En ilkel aşamada bile insan, öncelikle kendisiyle dışındaki dünyanın varlığını fark eder. Biyolojik bir varlık olarak yaşamsal gereksinimin ilk adımı olan beslenme sorunuyla karşılaşır. Gereksinmelerini öncelikle doğanın hazır nimetleriyle karşılamak zorundadır; avcı ve toplayıcı olarak yaşamak zorunda olsa da kendi varlığını, içinde bulduğu çevrenin olanakları ile ayakta tutup devam ettireceğini görür.

Ancak etrafında gördüğü tekil nesnelerin, olayların ve bir bütün olarak çevre koşullarının geçici olduğunu algılayıp bilir; görünenler, olaylar ve nesneler ne kadar geçici olsa da yok olmadığını, değişik biçimlerde devam ettiğini de fark eder. Değişim ve dönüşümlerin, farklı görünüşlerin ortaya çıkıp yok olmalarının kesintisiz akışını da pratik olarak deneyimler.

Dış dünyada olup bitenler ve insanın içinde bulunduğu ortama bağımlı yaşamı hem kaygı hem merak hem de bilme isteği doğurur; merak ve bilme isteği sorgulamaya yol açar, olayların ve nesnelerin varlığının arkasında “ne var” arayışına.

Aristo, Metafizik adlı eserinin daha ilk cümlesinde şunu söyler: “Bütün insanlar doğal olarak bilmek isterler. Duyularımızdan aldığımız zevk bunun bir kanıtıdır”. Bilme edimnin duyularda uyandırdığı zevklerin yanında bilinmeyen bir dünyanın doğurduğu tehlikeleri görüp yaşamın güvenliğini sağlamaya araçlık etmesi açısından da yaşamsal bir gücü ve işlevi vardır. İnsan kendi yaşamını güvenceye alıp devamlılığını sağlamak için çevresini, dünyayı ve giderek evreni anlamaya çalışırken birbirine bağlı farklı tinsel ürünler, kendi içinde bütünselliği olan açıklamalar ve yorumlar geliştiregelmiştir; mitolojik, masalsı, dinsel ve nihayet bilimsel düzeyler olarak.

Bunlar bilincin mitolojik, dinsel, bilimsel formları olarak ortaya çıkıp yok olan olayların ve evrendeki döngülerin içeriğini açıklamaya yönelik biçimleridir. Her ne kadar evreni anlama dürtüsü, varoluşa ve insan yaşamına dair arayışlar farklı yöntem, araç ve pratik yollarla yapılsa da bu, merkezinde düşünce olan tinsel bir yolculuktur.

Tarih boyunca tinsel süreç mitsel, dinsel ve bilimsel aşamalardan geçerek günümüze gelse de bu arayış ve anlama yolculuğu son bulmayacaktır; dahası, uygarlığın bugünkü düzeyine ve insanlık bilincinin erişmiş olduğu birikime bakarak mitolojik ve dinsel formların ortadan kalktığını ya da kalkacağını sanmak gerçekçi olmaz. Öncelikle her yeni doğan bebek, bilincini geliştirme yolculuğuna sıfırdan, bir “tabula rasa” haliyle başlayacaktır. Diğer yandan insan kendi benliğini yapılandırmasını, hüviyetini oluşturmasını, varlığına anlam vermesini ancak kendi gayretiyle yapacaktır. Genel olarak dış dünya hakkında bilgiler kitaplardan, okullardan, pratiklerden öğrenilip uygulamaya sokulabilir; ancak insanın özbenliğiyle, asli varlığıyla buluşması dışarıdan aktarılan bilgilerle ve reçetelerle olmuyor. Bu anlamda en yetkin bilinç durumunun bile içinde bilimsellik altı mitsel ve dinsel öğeler varlığını sürdürürler.

Sonlu ve geçici görünüşlerin arkasında sonsuz bir gücün var olduğu inancı bilincin gelişiminde büyük bir adımı oluşturur. Bu düzey Tinin sadece duyusal uyaranlara, nesnelere ve görünüşlere gömülü kalmaktan çıkıp, onların içeriğine ve varoluş nedenlerinin arayış aşamasına erişmesidir. Mitoloji bu sürecin sezgisel- hayali aşamasını, din tasarımsal, felsefe ise ussal mertebelerini oluşturur.

Bir bütün olarak insanlık tarihi, özünde bu tinsel yolculuğun sonsuza yayılan açılımının sahnesidir: Merkezinde düşünce, ereğinde özgürlük, birey açısından da kendini bilme ve anlamlandırma kaygısının egemen olduğu örtükten açığa, bilinenden bilinmeyene uzanan tinsel macera.

Mitolojik bilinç çocuk bilincidir; olaylar arasındaki bağlantıyı kuramayan, ama bunu sezgisel-düşsel yollarla açıklama çabasıdır. Bu bilinç durumunun karşılaştığı olaylara, yaşam deneyimlerine, doğanın döngüsüne ve dış dünyanın sonsuz çeşitliliğine getirdiği çözüm mitik öznelerdir ki tümüyle duyusal varlıklar ve duyulara hitap eder niteliktedir. Her ne kadar “cin”, “ruh”, “büyücü” gibi özneler olduğu belirtilse de hepsi insan, hayvan, bitki, taş, dağ, ağaç, orman vb. suretinde ve bunların birleştirilmesinden oluşan hayali varlıklardan oluşturulurlar. Böylece mitolojik kurgular kendi içinde eklektik biçimde de olsa bir bütünlük taşırlar, kendilerine özgü bir kozmogonileri (evren doğum, yaratım kurguları)  vardır.

Olgusal gerçekliği olmayan söylenceler mitsel figürler, hayali ve düşsel içerikler ussal pırıltılar da taşır. Bağlantıları kurulmamış, süreçlerin aşamaları tutarlı biçimde gösterilmemiş olmasına karşın görünmez güçlerin varlığı, kendine göre sebep-sonuç ilişkisi bağlamında bir bütünlük taşır, düşsel-sezgisel olsa da gösterilir.

Yaratılmış olanların geçiciliği, ancak yaratımın –oluşların- sürekliliği, giderek arkada her şeye egemen ruh, tanrı vb. varlığı inancı bilincin gelişim sürecinde yüksek bir düzeyi oluşturur.  Çünkü görünüşlerin değişkenliği, yaşamın kendine özgü döngüsü arkasında görülmeyen, ancak görünenleri yönlendiren, biçimlendiren bir gücün varlığı bilincin soyutlama düzeyine tırmanışını belirler. Daha da önemlisi değişkenlerin gerisinde bir değişmez kudretin olduğu inancı, bilincin yerelden evrensele yükselişini de müjdeler.

Bu sorgulama, bilme, merak, deneyim ve gözlem vb. itkisiyle başlayan tinsel macera, soruları kendi içinden oluşturarak, yanıtı kendinde aramak gibi bir süreci de tetikler.

Görünmez bir güç arayışı aslında bütün bu oluşların merkezi nedir, öznesi kimdir arayışıdır da. Bu soruna dünyanın üç bölgesinden üç ayrı yanıt verilmiştir.

Yanıtlar ve özneler ne kadar farklı gözükse de soruların kaynağı aynı: “bu olağanüstü evrenin merkezinde ne var”?

***

Birincisi bilgelik dünyasından, uzak doğudan, Hint Ülkesinden: “Devi  eşi Şiva’ya sorar; tohumu ne oluşturur? Bu biçimsiz harikalarla dolu evren nereden gelmekte? Kaynağı nedir? Evrensel çarkın merkezinde ne var? Biçimleri istila eden biçim ötesindeki bu yaşam nedir? Mekânın, zamanın, isimlerin ve tanımların ötesinde olana nasıl girebiliriz? KUŞKULARIMI GİDER.”

Kuşku bilimin ilkesidir, ama kuşkuyu aşmak için izlenen yol olarak. Kuşkunun bilim dünyasındaki yeri eminliğe varmak, elde edilen sonuçları herkesin deneyimlerine, gözlemlerine ve sorgulamalarına sunmaktır. Bu diyalektik bir durumdur ki, böylece bilim kendi yolunu gerçek kılarak canlı tutar, varmış olduğu sonuçları yanlışlamaya da açık kalır. Onun için dogmatizm bilimde yer bulamaz, her türlü dogmanın, zannın aşılmasının da panzehiri olur.

Devi’nin eşi Shiva’dan “kuşkularımı gider” talebi aslında ben kimim, bu varoluşun anlamı nedir, “bu harikalarla dolu evrenin” içinde benim yerim nedir, yaşamın anlamı nedir, sorularına yanıt arayışıdır.

Bu kadim varoluşsal soru insanın gündeminde olmaya devam edecektir. Çünkü insan bir yok varlıktır; biyolojik donanımıyla tam, ancak hüviyetini bulmak, bireyselliğini oluşturmak anlamında yoktur, başka bir ifadeyle bu tinsel yanını kendisi var edecektir: bilincinin yaratım yetisi ve iradi eylemleriyle, çünkü bunları hazır bulamaz. Böylece kendini inşa etmek sorumluluğuyla baş başa olmak her insanın varoluşsal yazgısı haline gelir.

Bilgelik dünyasının insanlığa armağan ettiği Yoga, Tantra, Zen, Tao... gibi arınma, kendi özüyle buluşma yöntemleri binlerce yıllar boyu sayısız insanın deneyimlerinden süzülerek gelmiş bireyin kendini keşfetmesine yol gösteren mirastır: nirvana, mokşa, samadi, kaivalya gibi kavramlar sözel olarak farklı gözükse de aslında aynı gerçeği ifade ederler. İnsana acı veren, mutsuz, kendinden habersiz bir yaşamın karanlığından aydınlanmaya varmanın yolunu gösterirler. Bunun için “sutralar” belirleyip bedensel ve zihinsel deneyimler yoluyla arınmanın mümkün olduğunu bildirirler. Arzularımız, beklentilerimiz, dünyevi hırslarımız, çerçöple dolu zihnimiz kendimize yabancılaşmamızın, farkındalıktan uzak, şaşkın ve mutsuz bir hayat sürmemizin nedenleridir.

Bu yöntemler kişinin bizzat kendi iradi pratikleri ve sorgulama-gözlemleme yoluyla kendini keşfetmenin yolunu gösterirler. İçsel deneyim, gözlem ve arınma yöntemleri olan bu arayışta nesne bilgisi, akıl verme, felsefi mantıksal açıklama, “kişilik geliştirme”, egoyu beslemeye dönük öneriler bulunmaz. Onlar insana kendi içdünyasını tanımanın ve içsel karmaşasını aşmanın yöntemlerini bildirirler, “gerisi sana kalmış” anlamında kılavuzluk yaparlar.

***

Bir merkez arayışının ikincisi, peygamberlik dünyasıdır, ortaya çıktığı bölge Ortadoğu. Mitolojik söylemlerle türetilmiş olan çok sayıdaki “Tanrı” , “ruh”, büyülü güç kabulleri bildik nesnel varlıklar ve hayali suretler aşılarak tek tanrı soyutlamasıyla çoklu merkez Bir’e gelmiştir. Tanrı her şeyi yaratmış, en sonunda insanı da yaratarak onunla ahitleşmiştir.

Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı.” (Tevrat: yaratılış. 1/1-2)


Tanrı yeryüzünü sırasıyla ışığı, kara parçalarını, bitkileri, canlıları ve en sonunda insanı yarattı.

“Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu” (yaratılış. 1/27). “Rab Tanrı Ademi topraktan yarattı ve burnuna yaşam soluğunu üfledi. Böylece Adem yaşayan varlık oldu”( 2/7)

Peki! Yaratıcı her şeye kadir, egemen RAB insan tarafından nasıl bilinecek, bir canlı varlık olarak Adem Rabbi’ni nasıl bilip-bulacak? Bu süreç kutsal metinlerin kendi oluşum sürecinde anlatılagelir.

Tin olgusal bir süreç ama tinsel sürecin sorgulanması düşüncenin edimidir ve bu edim bireyseldir; sorgulama, düşünsel çaba bireye aittir, sonuçları ve ürünlerinin kullanımı ise toplamsaldır. Adem’in –homosapiens – yaşayan varlık olmaktan Rabbini bilen varlığa dönüşmesi, bu yolda sonu gelmeyen arayışlara girişmesi kaçınılmaz olacaktır. Bilinç doğası gereği kendi özdeşliğinde kalamaz, görünüşlerin göründüğü halleriyle yetinemez. Gerek İncil’de gerekse Kuran’da kedi yapılarına uygun olarak soruna dair söylemleri görürüz:  

İNCİL’DEN: “Dileyin, size verilecek; arayın, bulacaksınız; kapıyı çalın, size açılacaktır.” (matta:7/7)  “Örtülü olup da açığa çıkarılmayacak, gizli olup da bilinmeyecek hiçbir şey yoktur.” (Luka. 12/2)

Özgür irade İsa ile tinsel hayata, felsefi düşünceye girmiştir, Çünkü insanları “aramaya”, “kapıyı çalmaya” çağırmakta, ayrıca gizli olan her şeyin açığa çıkacağını beyan etmektedir; Kime? Herkese. Bireyin ortaya çıkması iradesini kullanmasıyla mümkün olabilir, böylece kendisi hakkında ve ilişkileri alanında sorumluluk üstlenir duruma gelmiş olur.

“Gece onun üstünü örtünce bir yıldız gördü de "İşte Rabbim bu!" dedi. Yıldız battığında ise "Batıp gidenleri sevmem!" diye konuştu”(en’am. 76) ...”Güneşi doğarken görünce de, ‘İşte benim Rabbim! Bu daha büyük’ dedi. O da batınca (kavmine dönüp), “Ey kavmim! Ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım” dedi. “Rabbim bilgice her şeyi kuşatmıştır, hala öğüt almayacak mısınız?”(EN’AM.80)

Kuran bu süreci daha da yükseğe taşır. “komşunuzu-ötekini- kendiniz gibi sevin” çağrısını eylemle gerçekleşeceğini bildirir. Israrla “salih amel-iman” kavram çiftini hep birlikte kullanarak tecrit bir yaşamla aydınlanma arayışını, sadece “sevin “ buyruğunun sınırının ötesine taşır: bireysel yaşamla birlikte, toplumsal yaşam düzeyine çıkarır. İnsanın, sevgiyi ve imanı (kendinden eminliği) özgürleştirici fiillerle gerçeklik kazanacağını bildirir. “İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince, Rahman onlar için bir sevgi oluşturacaktır.” (meryem, 19/96) Mesaj kısaca şöyledir; sorgulayın, ders çıkarın, sorumluluk üstlenip “salih amel”de bulunun sonucunda içinizde sevgiyi bulacaksınız.

***

Tinin dünyaya gömülü durumdan çıkıp özgürlüğe, evrensele yükselişi; düşünen özne olarak insanın kim olduğu sorunsalına evirilmesi, bilimsel felsefi olgulaşmaya girişi oluşturur. Bu oluşumun bilimsel temeli Yunan’da atılmıştır. Yunan mitolojisinde pek çok tanrıdan söz edilir. İlk bakışta bir dağınıklık varmış gibi görünse de özünde bir bütünlüğün, sezgisel olsa da aşamalı bir sürecin olduğu görülür. İçgüdüsel dürtüler, duyusal yaşantılar, hayali-düşsel kurgular biçiminde oluşturulmuş olsa da geri planda hep bir merkez-arke-temel kaynak arayışı olduğu göze çarpar.

Evrenin doğuş şemasını Hesiodos şöyle açıklar: “Her şeyin başı Kaostu. Geniş göğüslü anne Gaia vardı, bunlar ölümsüzlerin kökeniydi. ...  Ardından ölümsüz tanrıların en güzeli olan Eros. Eros insanların ellerini ve ayaklarını kalplerini, akıllarını ve isteklerini alıp gitti.”(Hesiodos. Teogonia. 16-20)

Yunan mitolojisi varsaydığı sayısız tanrılar arasında ve onların karmaşık ilişkileri içinde bir arke arayışının tohumlarını da ekiyordu; böylece felsefi düşüncenin canlanması için gerekli ve bereketli toprağı sunmuş oluyordu.

“felsefe tarihinde Miletos Okulu (İ.Ö. 6 yüzyıl) olarak bilinen okul Tales, Anaksimandros ve Anaksimenes’in doğayla ilgili gözleme dayalı bilgilerle örülü düşüncelerinden bina edilmiştir. Söz konusu düşünürlerin felsefenin temelini oluşturmasının nedeniyse, ... geleneğin verdiği cevapla yetinmeyip ‘Evrenin ilk ilkesi, yani Arkhé nedir? şeklindeki ilk felsefi soruya verdikleri yanıtlarda yatar. Onlar tek olanı, bütün varlıkların değişmez maddi ilkesini’ aramaya başlayarak Yunan felsefesinin doğumunu müjdelemişlerdir.” (Ç. Dürüşken. Antikçağ Felsefesi; S.68)

Varolduğu kabul edilen, ölümsüz, insanüstü niteliklerle yüceltilen güçlerin -Tanrıların- göklerden yeryüzüne indirilmesi çabası başlamış oldu.

Sezgisel ve mitolojik kavramları akıl sorgulamasından geçirmek; Evreni, gökyüzünü, yıldızları, dünyayı ve üzerinde var olan her şeyin arkesi, temel kaynağı nedir sorusuna yanıt arayışı bilimsel düşüncenin şafağını oluşturdu. Antik Yunan’da buna kimi filozoflar tarafından değişik doğal öğeler simgesel anlamda önerildi; Su, Toprak, Hava ve Ateş her şeyin kayağı olarak ileri sürüldü.

Doğayı anlamakla, “göktekileri” yere indirmekle başlayan felsefi nitelikli sorgulamalar sonunda insanı anlama aşamasına vadi. Düşüncenin (genel olarak tinin) gelişimi doğadan insana dönmesi Sofistlerle başladı. Onlar her şeyin ölçüsünün insan olduğunu bildirdiler. Sokrates bu görüşü farklı şekilde ele alarak sistemli bir sorgulamayla felsefi düşünceyi ilkeli bir zemine oturttu.




Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: Henüz oy verilmedi / 0 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar


Henüz Yorum Yazılmamış

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git