Orta Doğu Teknik Üniversitesi imtihanına 1961 senesinde girdim. O tarihte merkezi bir sınav sistemi yoktu. Her Üniversite hatta her fakülte kendi giriş imtihanını yapar, önceden belirlenen kriterler içinde öğrenci alırdı. Üniversite bu gün izleri bile kalmamış olan Büyük Millet Meclisinin hemen arkasında kurulmuş bulunan 10 veya 15 baraka içinde bölümlerle ayrılmış sınıflarda öğrenim verirdi. Sınav sonuçları kısa zamanda belli olmuş, başarılı olmuştum.
Ancak bu başarı istediğim ve arzu ettiğim bölümden ziyade, yakaladığım toplam puan üzerinden başka bir bölüme yerleştirilmiştim. Bu ikinci kez talebe alan bir bölümdü ve bizden başka bir tek üst sınıf vardı. Sınıf mevcudumuz 6 kişiydi, ikinci sınıfta ise 5 kişi vardı.
Okulun bir kantini vardı, 2.5 liraya öğleyin tabildot çıkar, hepimiz bu yemeği yerdik. Yemekhanenin hemen arkasında bir odada Talebe Birliği vardı. O tarihte Talebe Birliği başkanı, bu gün hala sevdiğim ve saydığım bir dostumdu. Okulun öğrenci sayısı az olduğundan Talebe birliğindeki arkadaşlar okuldaki hemen hemen bütün herkesi tanırlardı. Herkes de onları yakinen tanırdı. Büyük Millet Meclisi binasının ısı santralı ile yönetim binasının bazı odaları da üniversitenin kullanımına tahsis edilmişti. Rahmetle andığım Rektör Kemal Kurdaş’ın çok becerikli olan pratik düşünce yapısı vardı. Aklına yatan her şeyi yapar, olmayacak hiçbir şeyi ona kabul ettiremezdik. Rektör olarak oturduğu odanın kapısının kapandığına şahit olmadım.
Üniversitenin ihtiyacı olan basım işlerini matbaalara yaptırırlar, ancak küçük işler, üniversitenin kendi teksir basım yerinde yapılırdı. Bu tür basım işlemi uzun zamandır olmadığı için bir çok kişi bilmez. Eskiden daktilo makinaları vardı. Bu makinaların göğsünde klavye, klavyenin oynayan ucunda her harfin küçük ve büyük şekilde metal hurufatı vardı. Her harfe basışta harf yuvadan çıkıp üzerine vurulan boyalı bir şeridin arkasında bulunan kağıda, bu harfi çıkarırdı. Teksirde ise, şeridin üzerine değil, mumlu formatta bir kağıda harfleri basardı. Mumlu kağıdın üstüne o harf çıkardı. Yazı mumlu kağıdın üstüne yazıldıktan sonra dönen bir tamburdaki boyalı malzeme marifeti ile yazı kağıda basılmış olurdu.
Okuldaki bu yeri teksir olarak adlandırırdık. Hocalar imtihanda sorulacak soruları böyle kağıtlara bastırır, imtihanda dağıtırdı. Bir gurup talebe birliğindeki öğrenciler, teksir bölümünde eleman ihtiyacı olduğunu öğrenmişler. Yakın tanıdıklarından bir kişiyi yönetime önermişler. Önerilen delikanlı işe alınmıştı. Gece gündüz demeden çalışan bu delikanlı, kendisini işe aldıran bu insanlara şükranlarını zaman zaman şeklen sunmuştu. O sene bu gurubun, inanılması zor çok yüksek bir derece ile okulu bitirdiklerini izlemiştik
Daha sonraki senelerde dost arkadaşlarımdan bununla ilgili itirafı bizzat dinledim. İmtihandan bir gece evvel basılan soruların, teksire yerleştirilen delikanlı tarafından bu guruba iletilmesi neticesinde, sadece bir gece çalışarak mezun olan bu takıma hayrandım.
Aynı bu şekilde Fetulah Gülen tarafından üniversite soru ve kitapçıkların basım birimine kendi adamlarını yerleştirmesi neticesinde, sorular hatta cevaplar da bir şekilde günler evvelinden birilerinin eline geçmekteydi. Kendi yandaşlarını bu şekilde askeri okullara bile soktuğunu hepimiz bilmekteyiz. Bu basımevinde rahmetle andığım Yıldırım Fındık adlı dostum çalışmaktaydı. O senelerde bazı bilgileri bizlerle paylaşırdı. Durumdan çok üzülür, işinin tadı tuzu kalmadığını defalarca söylerdi. Bu işlemler sürerken devletin de seyirci kalmasını üzülerek izlerdik. Bir şey yapamamanın verdiği çöküntü ile beklerdik. Bir gün bu devranın çökeceğine inanmaktaydık. Orta Doğu Üniversitesinde de teksir bölümünde yapılan bu ahlak dışı hareket açığa çıkınca, delikanlıyı işten atmışlardı. Ancak mezun olanlara yapılacak bir şey yoktu.
Bu gün hala hayatta olan bu arkadaşlarımla kimi zaman oturup eski zamanları yad eder, güleriz. Ancak Gülen Cemaati ve onun adamlarının nerelere dal saldıklarını bizler bilmiyoruz, amma devletin mekanizmasında bunların izlerinin var olduğunu inanıyorum diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına