|
|
Parça Parça Yaşam (1)Kategori: Yaşam | 5 Yorum | Yazan: Saba Öymen | 06 Nisan 2008 12:22:53 Bu sabah sonbahar kendini gösterdi. Ilık gecenin ardından rüzgarlı, serin. Gökyüzü apaydınlık... Hava rüzgarla temizlenmiş. Güneş sokağın yarı yanındaki ağaçlara ulaşmış. Tuhaf... Yaprakları savuran yabansı esintiye güneş vurmuş gibi. Serin sonbahar sabahlarının gururlu güneşi nasıl da güzel.
Postadan her zaman alışveriş ettiğim kitapçının sonbahar broşürü çıktı bugün. Daha ilk sayfada okumayı isteyeceğim birkaç kitap. Broşürün sonuna geldiğimde sekiz on kitaplık bir liste çıkarabileceğime eminim. Türkiye’den gelen, sırayla okunmayı bekleyen kitaplar rafta yatay duruyor. Vusat O. Bener, Tarık Dursun K. kitapları... Ahmet Hamdi Tanpınar, Yakup Kadri... Okumaya yönelmek nasıl da daha kolay... Yazmaya yönelmekten. Okumak mutlu bir eylem, bir kitaba gömülmenin sevinçli bir yanı var. Yazmak hiçbir zaman bitmeyen mükemmeli bulma çabası. Hoşnut olmak, tatmin olmak ne kadar güç yazarken. Yorucu... Yaşamaksa, asıl olan, en güzel olan. Bazen yazmak demek yaşamaktan kısmak demek. Öyleyse niye? Gerek var mı? İlle de yazmalı mı? Bu soru aylar önce internette gördüğüm bir yazıyı hatırlattı. Kim olduğunu anımsayamadığım yazar yıllar önce başlayıp vakit yetersizliğinden bir türlü bitiremediği romanından sözediyor, çok zor, herşey çok zor gibilerden bir şeyler söylüyor ve soruyordu, ben ille de yazmalı mıyım? Bayatlamış öykü başlangıçları... Artık yıpranmış küçük kağıt parçalarına alınmış notlar... Kimi zaman çantada taşınan bir deftere... Düzenlice başlanmış, sonra kimi yerde okunaksızlaşmış, üzerleri karalanmış cümleler... Yer yetmezliğinde kenardaki boşluğa taşmış... Bazen uykuyla uyanıklık arasında bir anda defterde yerini bulmuş... Bazen trende, otobüste, çantanın içinde aranıp bulunan bir zarfın ya da bir reklam broşürünün üzerinde... Çoğu ilk not alındığı yerde kalmaya, düşünce olarak kalmaya hükümlü... Yaşamakla yazmak... İkisini birlikte yapmak güç... Biri olmadan öbürünü yapmak da. *** Önümde Celia Lashlie’nin He’ll be Ok adlı kitabı. Herkesin fazlasıyla dilinde olması tepki yarattığından olsa gerek John Gray’in meşhur kitabı Erkekler Mars’tan Kadınlar Venüs’ten’i okumadım ama şu anda elimde tuttuğum kitabın yazarının okuduğuna eminim. Celia Lashlie Yeni Zelanda’da 25 erkek lisesini kapsayan İyi Erkek projesi adını verdiği bir çalışma yapmış. Erkek çocuklarla kız çocuklarının (ve erkeklerle kadınların) birbirinden çok farklı olduğunu, çocukluktan yetişkinliğe geçiş yıllarında herşeyden önce bunun akılda tutulması gerektiğini söylüyor. Erkekler arasında güçlü bir dayanışma var ve kadınlar (anneler) bunun dışında kalmalılar – erkeklere (babalara ya da babanın yerini alabilecek amca/ dayı/ büyükbabalara) yer açmalılar diyor. Özetlersek şunları söylüyor Celia Lashlie: Biz kadınlar farkında bile olmuyoruz, çünkü bizim için böyle bir şey mümkün değil, çevremizdeki erkekler arasında sessiz bir konuşmadır gidiyor. Bu sessiz konuşmayı bir yerinden yakaladığımızda ise çoğu zaman yanlış yerden yakalamış oluyoruz. Örneğin beğenmediği bir davranış nedeniyle babasının oğluna kaşlarını çattığını görüyoruz, çocuğa karşı bu kadar sert olmak zorunda mısın deyip eşimize çatıyoruz, sonra oğlumuza dönüyoruz, aslında babanın söylemek istediği .... şeklinde başlayan cümlelerle babasının belki de hiç bilmediğimiz düşüncesini çocuğa açıklamaya kalkışıyoruz. Anneler, büyüme çağındaki oğullarınızın hayatına çok fazla burnunuzu sokmayın. Eve gelip de bugün beğendiğim bir kızla tanıştım dediğinde, kızın saçının ne renk olduğunu, babasının ne iş yaptığını, kaç kardeşi olduğunu, nerde oturduğunu öğrenmeyiverin. Yoksa bir süre sonra, beğendiği kızla tanıştığını bile öğrenemeyebilirsiniz. Kadınlarla erkeklerin hayata bakışlarındaki, ilişkilerindeki, davranışlarındaki, beklentilerindeki farklılıkları biyolojik farkla açıklamak moda oldu. Erkek çocuk ya da hem erkek hem kız çocuk sahibi olan arkadaşlarım bir konuda hemfikir. Erkek çocuk yetiştirmek kız çocuk yetiştirmekten çok daha zor. Büyüme çağındaki erkek çocuklar çok daha isyankar, çok daha başına buyruk, düşünmeden hareket etme riskleri çok daha fazla. Böyle bir genelleme yapmak doğru mu, emin değilim. Öte yandan kadınlarla erkeklerin düşünce biçimlerinin epey farklı olduğu bir gerçek. Şu konuşmaya ne dersiniz? Kadın - Cumartesi gecesi Lale’ler yemeğe çağırdılar, gidelim mi? Erkek - Olur gidelim. Kadın - Ama Kübra’lar da geliyormuş. Erkek - Eee, olsun. Kadın - Kübra orda olunca hiç zevk almayacağımı biliyorsun. Erkek - Canım, o kadar da kötü değil. Kadın - Nasıl kötü değil, geçen sefer nasıl konuştuğunu biliyorsun. Erkek - Dediklerinin üzerinde durma, bitsin gitsin. Kadın - Niye üzerinde durmayım, o söylememeyi bilsin. Erkek - Öyleyse, gitmeyelim cumartesi. Kadın - Kübra çekilmez oluyor bazen ama gitmeyi de istiyorum aslında. Erkek - O zaman gidelim. Kadın - Bütün gece hayatta tahammül edemem Kübra’ya. Erkek – Gitmeyelim öyleyse. Bu konuşma uzayıp gidebilir. *** Radyodaki söyleşiyi dinliyorum. Konu ilginç fakat söyleşi yapılan kişi kitap cümleleriyle yanıt veriyor her soruya. Fazlasıyla ciddi, çok bilmiş cümleler... Samimi gelmiyor kulağa. Bir de evde birbiriyle rol yapar gibi konuşan karı kocalar var. “Sevgilim kahveni balkonda mı alacaksın?” diye sormuştu bir tanıdık kocasına. Yalnızca cümledeki yapaylık değildi beni rahatsız eden, sesteki yapay tondu. Sonradan bu kişinin sürekli bu sesle, vurgulamayla konuştuğunu farkettim. Ne kadar sıkıcı, ne kadar yorucu olmalı... Yazarken hazırlanmak gerekiyor ilkin. Düşünmek, düşündüklerini toparlamak... Düşünmeden kağıda dökmek de bir yöntem. Bu durumda, yeniden yeniden gözden geçirmek gerekir kağıda dökülenleri. Yoksa çala kalem oluyor yazı, özensiz oluyor. Okunmaz oluyor. Konuşmaysa önceden hazırlanmış cümlelerle, ezberlenmiş vurgularla, biriktirilmiş, yeri gelince kullanılmayı bekleyen sözcüklerle yapıldığında samimiyetini yitiriyor. Radyodaki söyleşinin tadı kaçtı ama gene de gittiğim yere ulaşıncaya kadar dinliyorum arabada.
Yorumlardeniz gunal
{ 25 Nisan 2008 06:13:17 }
sevgili saba,
yazin cok zevkli. sanki seninle kahve icip sohbet ediyormusum gibi hissettim. biliyor musun, kiz cocugu yetistirmedim ama bir zamanlar bir kiz cocuguydum, hala bir seyler animsiyorum :-) erkek cocugu yetistirmek, duygusal anlamda cok rahat benim icin. onlara kizdigim zaman iclenip bozulmuyor, bunu gunlerce aylarca sorun etmiyorlar. hatta bes dakika sonra unutuyorlar. dilbaz degiller. kurgulu yanitlar vermiyorlar. beklentileri, duygulari, gereksinimleri ve tepkileri oldukca yalin. onlari dogru anlamak hic zor degil. oyunlari daha cok fiziksel oldugu yorucu gelebilir ama insani canli diri de tutuyor. ben halimden hosnutum yani. sevgilerimle, deniz kiz saba
{ 11 Nisan 2008 13:31:17 }
cemil eren''e ve mustafa alagoz''e yanit:
sevgili cemil eren, yazi niye cabucak bitti diyorsunuz, ben de devami gelecek diyecegim. sevgili mustafa, yasamak fiziksel etkinliklerimizin toplamiysa, yazmak bu etkinliklerden biri, yalnizca biri degil mi? yasamak bence "yapmak", "gerceklestirmek". ask, sevgi, dostluk, paylasma, yardimlasma yazidan once yasamda var olmali. iliskiler birliktelik istiyor, gayret istiyor. karsi taraf icin var olabilmeyi, orda olabilmeyi gerektiriyor. kapanip yazmak demek bunlardan calmak demek degil mi bazen? yazi tek basina hayatin anlami, tutunacak dal da olabilir. ama bu daha cok iliskilerin iflas ettigi durumlarda olasi gibi geliyor bana. yazmak yasamaya ikincil diye dusunuyorum. gene de, cok iyi biliyorum, yazmak vazgecilmez olabiliyor, yasanan her seyde bir hikaye aranabiliyor. bazen yasananlar yazinca anlasilir, kabul edilir oluyor. kimse bizden ille de bunu beklemese de tuhaf bir zorunluluk sanki yazmak. Mustafa Alagöz
{ 09 Nisan 2008 22:57:48 }
Sevgili Saba, yazılarındaki içtenlik her şeyden önemli. Samimiyeti olmayan bir söylem ne denli içerik yüklü olarsa olsun insan yüreğinde bir kıpırtı yaratmıyor. Bütün bilgiler, bütün söylemler, bütün deneyimler paylaşılmak içindir, hatta"paylaşılmak" zorundadır. Fakat bu paylaşımın biçimi çok önemlidir diye düşünüyorum. Yapaylık dünyanın her yerinde ve her zaman sevimsiz duygular uyandırır, samimiyet ise insanı kendine hep çeker. İnsan "hakkımda ne düşünürler " kaygısını aşarak kendi özgünlüğünü ortaya koyduğunda ancak samimiyet yakalanmış oluyor. Yazılarında bu içtenliği hep duyumsuyorum, fikirlerine katılıp katılmamak bunun yanında ikincil kalır. Ama doğrulara erişmek için fikirlerimizin "birlikte büyümesi" için el ele vermesi de önemli olsa gerek. Eleştirel olmak bir suçlama değil bir arayış, bir irdelemedir. Yazınla ilgili olarak bir kapalı nokta var benim için: "bazen yazmak demek yaşamaktan kısmak demek." Sorum şu: yaşamaktan neyi anlıyoruz? Biyolojik varlığın sürekliliği mi, yoksa fiziksel etkinliklerimizin toplamı mı? Yazmak vb. etkinlikleri yaşamak dediğimiz sürecin karşıtı olarak görebilir miyiz?
Alaettin
{ 08 Nisan 2008 00:24:39 }
sevgili Saba,
nefis bir anlatım, özellikle eşine kahveyi nerede alacağını soran kadın bölümü bir harika .. tebrikler.. hoşçakal Alaettin cemil eren
{ 07 Nisan 2008 09:26:04 }
sevgili saba
Diğer Sayfalar: 1. zevle okudum yazinizi, ama cabucak bitti bitince de sasirdim niye bitti diye... sevgilerle cemil
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|