Genelde sahtekarlık sadece sahte para basmakla olmaz. Her şeyin sahtesi olabilir çünkü insanoğlunun zeka yapısı düzgün işlerden ziyade dolambaçlı işlere çalışır. Bir icat çıkar ortaya, hemen peşinden bir sahtesi üretilir. Sahtesi aslından daha ucuza pazar bulur, ve de buram buram sahteyim kokar. Onlarca saat el emeği, göz nuru dökerek bir üretim yapılır ama bir ürünün asıl ana girdisi, harcanan onca yıllık emek, zaman ve akıldır.
Üretim miktarına bu araştırma ve geliştirme değerleri katılıp, ham maddenin de maliyetini üzerine koyarak, iş gücünün nisbeti ile toplam bir maliyeti oluşturursunuz. Üzerine kârınızı da koyup piyasaya verdiğinizde, alıcı sayısının arttığını gören sahtekarlar, malı kopya eder, araştırma geliştirme gideri olmadığından malzemeyi çok ucuza mal edip, orijinalinden 5 kuruş altına etiket koyarak pazardan hızla paylarını alırlar. Böylelerine fırsatcı demenin doğru olduğuna inanırım. Ancak fırsatcılığın her toplumda olduğunu düşünmekteyim. İnsanlığın her döneminde her yöresinde böyle cin düşünceli insanlar olmuştur.
Tarihte bile Anadolu’da yaşamış bulunan devletlerin yazıtlarında, örneğin Kral Şuppiluliumanın yaşam kurallarında ve tarihte ilk yazılı kanunlar olarak bilinen Hammurabi kanunlarında da, adil olma ve bilhassa dürüst olma ile ilgili yasalar öne çıkmakta.
Hammurabi döneminde kısasa kısas türde bir adalet olmasına rağmen, birçok konuda bu gün bile geçerli olabilecek türde ceza tanımlanmış. Bir de iddia eden tarafın iddiasını isbatla mükellef kılınmış. Hatta insan onuruna saygılı olan Hammurabi kanunlarında iddia eden taraf iddiasını ispatlayamazsa, ölümü kabul etmek zorunda bırakılmış ki boş yere bir insanı zan altında bırakmasın diye.
Hammurabi İmparatorluğunun Hititliler tarafından M.Ö 1595 yıkılmış olmasından sonra bile bu kanun ve kuralların M.Ö. 5.yüzyıla kadar güncelliğini koruduğu belirtilir.
Osmanlı döneminde hukuk işleri Kadı adı altında vazife gören adil insanların vicdanının sınırlarına terk edilmiştir. Kadı efendilerin ne kadar adil olup olmadıklarını bilmiyoruz. Ancak tevatür odur ki kadı kaftanlarının oldukca büyük iki yan cebi varmış.
Hani bugün bile halk arasında bir söyleyiş vardır ‘Doğrudan verme, yan cebime koy’ gibi. Davada tarafların her iki yan cebe koydukları miktar kadar kadı efendilerin kararlarınını etkiledikleri tevatür olarak söylenir. Burada gerçek ne denli doğrudur bunu bilmek zordur.
Bence geçtiğimiz 15 senedir rahmetli Ata’mızın izlerinin silinmesi konusunda büyük bir uğraşı verildiği, gerçekleri yaşayan ve algılama kabiliyeti olan insanlar tarafından izlendi. Kimilerinin kendilerini Ata rahmetliden daha üstün olduğuna halkı inandırma çabaları, toplum tarafından paylaşım sitelerinde nefretlere varan dillerde eleştiri aldı.
Yakın bir tarihte yapılan şeçimlerde bunun yansımasını takip ettik. Kazanılmış bir seçimin hulle yolu ile iptal edilerek bir başkasına yapıştırılmaya çalışılmasının gülünç şekilde Hak Gaspına dönüştüğünü izledik. Şimdi ise İstanbul’da seçimlerin yenileneceği ilan edildi.
Gerekçeli kararın içindeki maddelerin Yüksek Seçim Kurulu Kanunu ile çeliştiği açıkca görüldüğü halde, yeniden yapılması planlanan İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı seçiminde, elde kullanılacak tek bir koz kalmıştı: ATATÜRK’e gösteriş olarak, sahip çıkmaya çalışmak ve toplumda taraftar aramak.
19 Mayıs gününü kutlamak için Anıtkabire bile gitmeyip mazeret yaratan idare, andımızı silmeye çalışan bir yönetim, İstanbul’daki kaybı giderme çabası içinde birden 19 Mayıs’ı hatırlayarak rahmetli Atatürk’ün hatırasına taaa Samsun’a kadar giderek yaptığı gösteriyi, halkın yemeyeceğini düşündüm diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.