|
|
Kendini unutup insanı bulmakKategori: Sergi | 0 Yorum | Yazan: Deniz Günal | 05 Mayıs 2019 06:03:59 Bir süre başka bir boyuta, bedenini ve hatta zihnini bırakmadan geçebilmenin, başka bir zihne başka bir bilince tanıklık edebilmenin, insanı sıradan bir günün koşturmacasında yoklamayacak olan kavramlarla yoldaşlığın doyulmaz tadı.
Sanatın bir özelliği de şaşırtmak olmalı mı? Sanatçı aranan insandır. Huzursuzdur, kıpır kıpırdır, rahatsızdır…. Yetinmez, yetinmeye de çalışmaz, yetindiği anda artık sanatçı olamaz. O yüzden de sanatçılar yaramaz insanlardır ve yaşadıkları düzene de yaranamaz insanlar olurlar. Sanatın en önemli işlevinin, bireyin kendi yetenekleri ve algıları içinde sıkışıp kalarak sıkıldığı dünyaya heyecan verecek yeni anlamlar ya da anlatımlar katması olduğunu düşünürdüm. Ama biliyorum ki sanatçı yaratmaya ‘evet şimdi işte bir anlam yaratacağım’ diye başlamıyor. Daha çok yarattığını anlamaya çalışırken anlam yarattığını keşfediyor. Sanatseverin sanatı severken yaşadığı serüven de çelişkilerle, gitgellerle dolu. Benimki örneğin. Klasik yapıtların tadına hemen varıp duygulansam, insanın yeteneğine, azmine hayranlıkla dolsam, romatik yapıtlar gönlümü bir hoş etse, dünyayı gözüme daha tatlı gösterse, ya da gerçekçi yapıtlarda irkilsem ve uygarlığımıza daha bir sorgulayıcı baksam da soyut yapıtlarla aram elektriklidir biraz. Hele bir sanatçının yalnızca soyut çalışması varsa benim için sanatçı bile değildir. Ortamlarda öyle denmiyor elbette, yalnızca ben anlamam bu işlerden deyip kaçıyorum. Ama sanatçının erken dönem bir kara kalemi, bir izlenimci ya da gerçekçi çalışması olmuş da soyuta geçmişse, biliyorum ki şapkamı önüme alıp iyice bir düşünmem gerekiyor. Yoksa sanatçının bilgilsizi nasıl yeteneklerinin dar alanına sıkışıp kalıyorsa sanatseverin bilgisizi de algısının dar ve kuru alanına sıkışıp kalabilir. Avustralya’nın tüm sanat merkezlerinde neyse ki soyut, çağdaş, yenilikçi her türlü çalışmaya yer veriliyor. Gide gele önce şu kafama iyice oturdu. Sanatı sunmak da sanata dahil. Sunduğun ne olursa olsun, ortam, ışık, renk, boyut, koku, ses ile bütünlüklü sunulduğunda hem yapıtları vurguluyor hem de onları bir kez daha anlamlandırarak güne katıyor. Sonra da şunu anladım. Tıpkı doğa ya da uygarlığımız gibi, sanat da çeşitlenip değişecek. Sanatçı da her yolu her yöntemi her yeniliği kullanacak. Bu kaçınılmaz. Nasıl doğanın, yasalarının kaçınılmazlığı içinde her olabilirliği sınırsızca sonsuzca deneyip durduğu evrim gibi bir yöntemi var, insanın da sanatı var, sınırsızca ve sonsuzca varoluşumuzu yoğurup duracağız. Nokta! Alexander Calder, !898-1976 yılları arasında yaşamış yenilikçi bir Amerikan yontu sanatçısı. Özellikle, hareketli yapıtları ve çok büyük ölçek çalışmaları ile tanınıyor. Sanatçı bir aileye doğmuş. Küçücük yaşlarda yaratmaya başlamış. Her türlü malzeme ile oynamış. Aslında Makine mühendisliği okumuş ve belli bir süre de çalışmış ama sonra kaynağına geri dönmüş sanata yani. Ney York’ta Sanatçı Öğrenciler Ligi’ne katılmış, pek çok sanatçı ile çalışmış. İlgi çekmekten hoşlanan ilginç bir kişilikmiş. Elinde pense ve tel sarmalı ile partilere gidip, telden portreler yapmış. Uzun bir süre bir sirkte eskizler üzerinde çalışıp, hareketlerini gözlemlemiş. Sirk onu büyülemiş, yine bulabildiği her türlü malzeme ve teli kullanarak kendi küçük model sirkini yapmış. Paris’de yaşadığı yıllar, sirki ile yaptığı cambazları, palyaçoları, hayvanları da kurduğu mekanizmalarla hareket ettirerek eğlendiren küçük gösteriler düzenlemiş. Bir arkadaşının önerisi üzerine gösterierine bilet bile kesmeye başlamış. Üç boyutlu ve hareketli tablolar, motor takarak hareket ettirdiği üç boyutlu çalışmalar, değişik malzemeler kullanarak yaptığı, rüzgar ve ışığın ortamdaki etkisinde salınarak, gölgeleri ile birlikte bir yapıta dönüşen heykeyller, telden yaptığı neredeyse iki boyutlu heykeller, daha sonra çok büyük ölçekli mimari yapılara eşlik edecek kurgular. Serginin girişinde çocukken yaptığı bir resim ve iki metal hayvan, adam olacak çocuk belli oluyormuş dedirtiyor. Evde kullanmak için yaptığı tost makinesi, tuvalet kağıdı tutacağı, annesine yaptığı ayna, makas tutacağı, Guatamala’da yaşgünü armağanı olarak yaptığı kolye bir hayli yenilikçiyse de, annesi olsam her birinin değerini ayrı ayrı blilirdim. Zaten hepsini müzeye kaldırmışlar artık. Yaptığı resimler, kitaplar için yaptığı çizgiler, eskizler, üç boyutlu tablolar, hareketli ve hareketsiz yontular, maketler… Serginin bembeyaz duvarların içinde salınıp duran siyah kırmızı yaratımlar. Gezerken durduruyor. Uzun uzun baktırıyor her biri. Gülümsetiyor. Bir anlamları var mı? Var. Yok. Elbette herkes kendine göre anlamlar çıkarabilir. Ad bile vermemiş çoğu yapıtına. Onlara sergilerden sonra ad yakıştırmışlar. Güzeller mi? Tuhaf ve çekiciler. Bazıları çarpıcı. Bazıları güzel değil. Ama güzel olmayan bile güzelliği çağrıştırıyor. Bu çağrışım çok güzel. Aykırılar. Aykırılıkları hiç bir şeye değil. Kendilerine göreler. Çağıran, yakalayan, muzip özgünlükler. Bir süre başka bir boyuta, bedenini ve hatta zihnini bırakmadan geçebilmenin, başka bir zihne başka bir bilince tanıklık edebilmenin, insanı sıradan bir günün koşturmacasında yoklamayacak olan kavramlarla yoldaşlığın doyulmaz tadı. Evet elbette. Sanatın, her yapıtta herkes için olmazsa olmazı değilse bile, doğasında var bu özelliği. Çünkü… Şaşıra şaşıra Hayranlıklar içinde Kendini unutup insanı bularak Sarhoş olarak Yaşamalı insan. Alexander Calder Sergisi, Melbourne'da, Viktorya Ulusal Sanat Galerisi'nde 4 Ağustos 2019'a dek, hergün sabah 10:00 ile akşam 5:00 arası görülebilir. Ayrıntılı Bilgi: https://www.ngv.vic.gov.au/exhibition/alexander-calder/
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|