Geçen hafta Londra’da olan değerli dostlarımdan telefon aldım. Ülkelerinde gelinen çıkmazda neler yapılabilir konulu bir toplantı yapacaklarını söylediler. Anadolu gazete yazarlarından bir kişiyi davet etmek istemişler. Victor’un aklına ben gelmişim. Sarılmış telefona “Metin Çarşamba günkü toplantımıza davet etsek gelir misin?” Victor’u uzun senelerdir tanırım. Sunday Times gazetesinde köşe yazarı olarak görev yapmakta. Kırk yıldır arkadaşlığımız devam etmekte.
İlk tanıştığımız günlerde Daily News adlı gazetede muhabir olarak çalışmaktaydı. Daha sonraları yazarlığa terfi etmişti. BBC’de bir ara muhabirlik yapmış, orada da çalışırken bağlarımızı hiç koparmamıştık.
Ankara’dan Londra uçağı olmadığından İstanbul aktarmalı bilet aldım. İstanbul’daki yeni havaalanına indik. Havaalanı açılalı bir gün olmuş, kimse neyin nasıl olacağını bilmediğinden kaybolmamak adına İstanbul’daki transfer için yardım istedim. Uçaktan indiğimizde kapıda yanlarında elektrikli yürüyen sandalye olan yolcu yardımcıları ile karşılaştım. Gideceğim kapıya kadar beni götüreceklerini söylediler. Teşekkür ederek pilli tekerlekli sandalyeye bindim. Yola koyulduk. Sandalyeyi kullanan delikanlı ile başladık sohbete. “Amca, bu hava alanı erken açıldı, herşey bitmemiş durumda. Havaalanının bitmesine daha bir kaç sene gerekir.’’ demesinden, onların da pek mutlu olmadıklarını anladım. Zaten uçaklara yakıtı Azerbeycan verecek, Havaalanı içindeki bütün satış mağazaları yabancıların. Sadece bir tane lokanta Recep beyin çocuklarınınmış.
Kanımca bu dükkanlar ve servisler için bir sözleşme yapılmış olsa gerek ki sözleşme adına alelacele bu havaalanı açıldı. Sağlimen uçağa binip Londra yolunu tutarken, yeni İstanbul hava limanında boş uçak park yerlerinde onlarca 737 uçağının durduğunu seyretmek, ekonomi adına üzüntü duymamak elde değildi. Kalkış için bir pistin başına gittik, rüzgar yön değiştirdi izahı ile bir başka kalkış pistine yollandık.
Londra’da Victor ve Barry havaalanında beni karşıladılar. Otele gitmeden önce Westminister’de gazetecilerin gittiği PRESS adlı bir puba gittik. Etraf gazeteci dolu. Ben de hemen konuşulan konunun içinde buldum kendimi. İngiltere’de BREXİT konusunda halk ve parlemento arasında oluşan sürtüşmeye nasıl bir çözüm bulunacak diye herkes bir fikir atmaktadı ortaya . Ertesi günü yapacağımız toplantıya bir alıştırma niteliğinde idi bu tartışmalar. Charing Cross’daki PRESS Pub’da birer biraları yuvarladık. Daha sonra ikinci biralar geldi. Benim alışamadığım bir içki içme kültürü vardı karşımda. Derken üçüncü bardaklar geldi. Benim istihab haddimin sınırı zorlanmaktaydı. Kimileri tuvalet ihtiyaclarını giderip döndüklerinde, içmeye devam etmekteydiler. Dördüncü bardakta benimde sınırlarım zorlandı, yorgun düşmüştüm. Ortada konuşulan konularda halkın yeterince bilinçlenmediği için İngiliz halkının Avrupa birliğinden çıkma kararı ülkeye zarar verecekti. Burada basının çok etkisi olduğunu söylemekteydiler. Halkın ayrıntıları bilmediğinden verdikleri olumsuz oyların konuyu nereye götüreceğinden habersiz oldukları tartışılmaktaydı. Gecenin ilerleyen saatlerinde ülke meselelerinin bir PUB ortamında tartışılması beni yormaktaydı. Gecenin bir yarısında konuyu kapatmak mecburiyetinde kaldığımızda zaten pub kapanma saatine gelmişti. Ertesi gün otelden alacaklarını söylediler. Oteldeki odama zor attım kendimi.
Ertesigün Westminister deki parlemento binasına gittik. Basın mensupları ile başbakanın yapacağı konuşma için beyaz boyalı odada yerlerimizi aldık. Zarif bir hanım olan Theresa May gelip kürsüden samimi düşüncelerini paylaştı. Basının bu konuda önemli görevi olduğunu söyledi ve toplantıya gelenlere düşüncelerini sordu. Victor elini kaldırarak Türkiye’den bir misafir basın mensubu olduğunu ve bana söz verilmesini önererek beni işaret etti. Kibar bir başbakan olarak Theresa May beni işaret ederek “Yes Mr. Atamer” diyerek düşüncelerimi sordu.
Ben de konunun basit bir işlem hatası olduğunu ifade ederek, zaten halk yeterince aydınlanmamış, belirsizlik ise küçük bir oranla olumsuzluğu göstermiş, Bu nedenle yöresel yargıçlardan bir kurul oluşturun, olumsuz oyları tekrar saysınlar ve sonucun ne olması gereğini de bu yargıçlara dikte edin, istediğiniz neticenin çıkacağından eminim dedim “Bakın biz bunu ülkemizdeki yerel yönetim seçimlerinde denedik. Sonuca neredeyse ulaşacaktık.” dediğimde salonda sessizlik hüküm sürdü. Başbakan’ın yeşil gözlerinde bir anda ışık yandığını hissettim. Barry ve Victor yanıma geldi “Metin bunu telefonda da bize söyleyebilirdin” dediklerinde gözlerimde ve dudaklarımdaki gülümsemeyi anladılar, uykudan uyandığımda Onlara unuttum diyemedim ‘Kelin merhemi olsa kendi başına sürer’ diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.