Bir seçimin arkasından konuşmak, yazı yazmak kolay olmasa gerek. Küçükken okula gitmemek için direndiğimi anımsıyorum. Seneler önce ilkokula başladığım yer, Ankara’ya yakın bir köy olan ZİR köyüydü. Rahmetli validem ilkokul öğretmenliğine bu köyde başlamıştı. 1949 senesinde iki derslik okulu olan Zir köyüne her sabah validemle birlikte gider, akşam eve dönerdik. Bu macera bir iki ay sürdü. İki derslik bir okulda 1-2-3. sınıflar bir odada, 4-5. sınıflar başka bir odada ders görürdü.
Validem 4-5.sınıflara gider, benim bulunduğum sınıfta öğretmen olmadığı için, ben dağlarda bayırlarda gezer dolaşırdım.
Zir köyünün, Osmanlı zamanında İstanbul’da Şehzadebaşında kurulan çadırlarda, cambazlık yapan insanların yetiştirildiği bir köy olarak namlı olduğunu öğrenmiştim. Köy iki dik yamacın bulunduğu, arasından derenin aktığı bir küçük yerleşim birimi idi. İki ay sonrası annemin tayini Ankara Kurtuluş ilkokuluna çıkmıştı. Okul daha inşaat halinde idi. Bir önceki dönemde Milli Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel, validemin tayininde önemli bir etkendi. Ancak ben okumak istemiyordum. Sabahları okula gitmeyeceğimi söyleyerek, ağlardım. Haklıydım, üç ay okul yerine dağlarda dolaştığımdan, hürriyetimin kısıtlanacağına inanıyordum. Bir başka neden de okulda kaydolacağım sınıfta bir tek benim okumayı bilmeyen çocuk olarak kenara itileceğimi düşünmemdi.
Ne kadar zor bir bulmaca, şekillerin meydana getirdiği harfler, bunların bileşkesinde kelimeler, kelimelerin meydana getirdiği cümleler ‘Ali Topu At’ , ‘Ali Al Sana Top’, ‘Yaşa Ali Yaşa’, ‘Ali Yat Yat Uyu’ . Ne kadar zordu bunlara alışmak! Okumak kolay değildi benim için. Bu nedenle okumamak için evde çocuk aklımla büyük uğraşı verdim. Daha sonrasında bir sabah, yine rahmetle andığım bir öğretmen eve geldi, Yıldız Hoca, elimden tuttu, ‘gel bakalım bu gün okula seninle gideceğiz’ dedi. İtiraz edemedim. Tıpış tıpış okulun yolunu tuttuk. Kısa zamanda ben de okumayı sökmüş, diğer öğrencilerin seviyesine gelmiştim. Okumak hoşuma gitmeye başlamıştı. Bir de yazar olan dayımın ilkokul ‘Okuma Kitabı’ nı kendisi bana hediye etmişti, dünyalar benim olmuştu.
Şimdilerde ise ekranların seçtiği bazı isimler ya bir masanın etrafında, yahut karşılıklı sandalyelerde oturup, önlerine konan bir konuda fikir yürüterek bir olayı okumaya çalışmaktalar. Ne olmuş da, tepkiye yolaçan etkenler nelermiş diye fikir beyan etmekteler. İşte bu tür söyleşilere ‘Tepkiyi Okumak’ denilmekte. Tıpkı benim ilkokulda okumayı sökmem gibi. Seçim sonrası toplanan oylardan nem çıkarmaya ‘Oyların Okunması’ denilmekte. Bunu anlamakta güçlük çekmekteyim.
Türkiye’de seçmen sayısının yarısından fazlası kadınlardan oluşmakta. 26.70 milyon kadın seçmene karşı 25.99 milyon erkek seçmen bulunmakta. 25 ve daha yukarı yaşlardaki kadınların 2016 yılı itibari ile yüksekokul ya da fakülteden mezun olanları yalnızca %14. Bunun dışında en az bir eğitim seviyesini tamamlamışlarının oranı %70e yakın. Durum böyle olunca, kadın nüfusunun büyük çoğunluğunun hür iradesi ile oy kullandıklarına inanmak doğru olmayabilir. Toplumun gerçek değer yargıları ile bir seçimin yapılmadığı doğru bir söylemdir. Özellikle kadın seçmenler mutfakta yangın olduğu halde, körükörüne eşlerinin istekleri doğrultusunda seçimleri etkilemiş olabilir.
Tarımda zor durumda olunmasının nedenlerini, hayvancılığın durma noktasına gelinmesinde izlenen yalnış politikaların yattığını analiz edebilecek bilgi ve değer yargıları gerekir. Anadolu’da genelde tarım arazileri olan halk, tarımı bırakmak noktasına gelirken, ekonomiyi zora düşüren siyasi kurumlara hala teveccüh etmelerini anlamakta güçlük çekmekteyim. Anlaşılan Anadolu halkı, benim çocukluğumdaki gibi hayatın gerçeğini okumaya dirençli diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.