2013’de dünya tarihinde bence örneği olmayan bilinci ve ruhu ile, bir ağaç için başlayan direnişle umutlanmıştım. Aradan sadece 5 yılı biraz geçti. Herkezin üstünde ölü toprağı... Sendikasından muhalefetine, sanatçısından gazetesine kimsede çıt yok. Görgüsüzlük diz boyu. Üstüne üstlük aklın, bilginin de bir değeri yok. Adalet denince sessizlik... Hani iki kadeh rakıdan sonra ne konuşulur diye bir geyik vardır ya? Yanıt da belli. Ne olacak bu devletin hali! Ya da milletin... Böyle giderse sonucu aslında herkes biliyor ama itiraf etmeye korkuyor.
Görgüsüzlük deyince eminim bazılarınız kızacaksınız ama doğru teşhis konmazsa tedavi olanaklı değil. Teşhis doğru olunca bu kafayla kurtulur mu? Onu da sanmam...
Bir kaç noktaya bir bakalım..
Türkiye’de kime sorsanız vatanını seviyor. Siz sevdiğiniz bir kişinin suratına tükürür ya da çöp atar mısınız? Peki sokakta, piknik yerinde, deniz kıyısında, çocuk parkında, arabda, vapurda, trende çevresine çöp atmayan kaç kişi tanıyorsunuz?
Vatan dediğiniz şey egemenliğiniz altındaki topraktır.
O kadar seviyorsunuz da neden topraklarımız çöpten geçilmiyor?
Bir başka korku da (ya da korkutma aracı) ülkenin bölünmesi...
Bölünmeden ne anlıyorlar bilmiyorum ama gördüğüm kadarı ile Türkiye sınıf, ırk, siyasi görüş filan değil aile bazında zaten bölünmuş. Özellikle büyük şehir merkezlerinde bir trafik lambasında on dakika durun ve insanları izleyin. Herkes bir diğerine düşman gibi bakıyor. Toplum toplum olduğunu unutmuş.
Bir de işin siyaset tarafı var. Seçebilen yüzde elli ile seçemeyen yüzde elli! Bizler, onlar diyen sözde devlet adamları var. Daha nasıl bölüneceksiniz. Karpuz gibi ortadan ikiye ayrılmış durumdayız.
Diğer bir klişe ise `Türk insanı zekidir` savı.
Bu doğru. Çünkü zekası kıt olan bir insanın Türkiye’de hayatta kalması olası değil. Eksik olan bireysel zeka değil, toplumsal zeka. Toplumsal çözümler için toplumsal zeka, bilgi ve planlama gerekir. Yüzde altmışının hiç kitap okumadığı bir toplumda bilgi ve planlama bir arada çok eğreti durdu.
Elbette toplumun tümünü bir torbaya koymak haksızlık ama bu toplumun büyük bir çoğunluğunu ne yazık ki kapsıyor.
Bazılarınızın, ben Türkiye’de iyi para kazanıyorum, Avrupa kalitesinde yaşıyorum dediğini duyar gibiyim.
Tamam diyelim ki ayda bilmem kaç bin ya da bilmem kaç onbin lira para kazanıyorsunuz. Bunun size yararı, yalnızca evinizin içinde daha lüks yaşamanız olur. Bir de daha iyi bir araba alabilirsiniz.
Ama en pahalısından aldığınız televizyonda salak yemek programlarını, dizileri seyredersiniz. Seyretiğiniz bırak dizileri, haberlerde bile sansürlenmiş görüntüleri seyretmek insana ne kadar özgür olmadığını hatırlatır. Yok ben paralı kanal seyrediyorum diyorsanız kendinizi kandırmaya devam edin.
Taktın televizyona diyeceksiniz. Peki, haydi dışarı çıkalım, yüzde iki yüz vergi ödeyerek aldığınız son model arabanız ile evinizden herhangi bir noktaya gidiyorsunuz... Bu aracın size yararı daha rahat koltukları, havalandırması falan filan. Sizden gelir düzeyi daha düşük olan kişilerin düştüğü çukurlara siz düşmüyor musunuz? Ya da yere tüküren adamları siz görmüyor musunuz?
Türkiye’de unutulan, bireysel zenginliğin yalnızca sizin kişisel alanınızda fark yaratacak olması... Toplum zenginleşmeden, gelir adaleti olmadan, hukuk tüm yurttaşlara eşit uygulanmadan bir toplum gelişmiş bir toplum olamaz.
Diyeceksiniz ki, ‘Bu Türkiye gerçeği! Her koyun kendi bacağından asılır.’ Üzgünüm ama bunu kabul ettiğinizde zaten koyunluğu da kabul etmiş oluyorsunuz
Haklarını yemeyelim elbette sorumluluk duyan bir çok aydın insan, inatla bu toplumda birşeyler yapmaya çalışıyor. Bu emekler küçük görülemez. Ama sayıları o kadar az ki. Bırakın seslerini duymayı nefes aldıklarını bile anlayamıyoruz.
Amacım kimseyi kınamak, küçük görmek değil. Haddim olmadan, topluma ayna tutmak. Bu cesareti de umutsuzluğumun hüznü ile bu topraklarda eğitilmiş bir insan olmamın İNADINDAN alıyorum.