A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

İslam Ve Bireysel Dindarlık.

Kategori Kategori: Felsefe | Yorumlar 8 Yorum | Yazar Yazan: Prof.Dr. Şahin Filiz | 27 Mart 2008 12:14:09

Dinler, inanç ilkeleri ve bu ilkelerin uygulamalarını içeren iki doğalı bir yapıya sahiptir. İnancın doğası, Tanrı ile insan arasındaki aracısız ilişkiye dayanır. Uygulanmaları ise, görünüşte toplumsal ve hukuksal alanlara uzanır. Bir inancın hukuksal ve toplumsal alanda ortaya çıkıp çıkmadığını denetleme hakkının, aynı şekilde yine bireyin kendi oto kontrolünde olan bir durum olması beklenir

Ancak, “fıkıh”, “şeriat”, “halife”, “ibadet”, ve nihayet “din devleti” veya teokrasi gibi kavramlar, hem bireyin inançlarını, hem de bunların yerine getirilip getirilmediğini denetleyen bir mekanizmanın var olduğu kanaatini yüzyıllarca yerleştirmiş bulunmaktadır.

           Kur’an’daki bir takım ayetler, Tevrat ve İncil’le sorumlu tutulan Yahudi ve Hıristiyanlara ait geçmiş dönemlerdeki “şeriat”ların ilga ve iptal edildiğini bildirir.

Bireyin kendi etkinlik alanı içinde var olan yapıp-etmelerinden, toplumsal ve siyasal alanlara kadar uzanan kolektif ibadet ve sorumluluklarına kadar tüm yaşamını ipotek altına alan “şeriat”, geriye dönük olarak ortadan kaldırılırken, en temel gerekçe, bu uygulamaların miadını doldurdukları yönünde olduğu şeklindedir. Hukuk-ahlak, olgu-ilke ya da din diliyle söylendiğinde, “batın-zahir” ilişkisi, birincilerin sürekli değiştiğini; ikincilerin ise insanlığın yeryüzündeki ömrüne denk kalıcılık niteliği taşıdığı ortadadır. Ahlak hukuku, ilke olguyu, batın zahiri içerip kapsıyorsa, dahası, bu onların kendi doğalarının gereği ise, önceki şeriatların bu gerçeğin gereği olarak ortadan kaldırılması için Kur’an devreye girmiş olmaktadır.

Peki, Kur’danki “şeriat” nedir? Hukuk, olgu ve zahir gibi kavramlar, inanç ilkelerinin zaman, mekân ve farklılaşan koşullara göre uygulanmasını temsil etmekte olduklarına göre,bunların değişip değişmediklerini nasıl bileceğiz?  Kur’andaki şeriatın değiştiğini, yeni bir ilahi kitap gelmesiyle mi öğreneceğiz? Yoksa hala, bir uygulamalar bütünü olan bu olguların ve pratiklerin değişmediğini, “kıyamete kadar da değişmez ilkelerle özdeş olduklarını” öne sürmeye devam mı edeceğiz?

“Hırsızın çaprazlama iki elinin kesilmesi”, “erkeğin kadından daha fazla miras alması”, “ erkeklerin kadınlar üzerinde tasarruf hak ve yetkisi olduğu” gibi yargılar mı değişmez, yoksa bunlara esas teşkil eden ilkeler mi? “Hırsızlık haramdır”, “ kadın da en az erkek kadar miras hakkına sahiptir” ve “ köleleştirilen kadınlar, kendi sosyal rüşdlerini kanıtlayıncaya kadar erkeklerin bu hatalarını telafi için onlara bir süre bakmaları gerektiği” gibi ilkesel yargılara dönüştürülemez mi?

Kuşkusuz esas olan, pratiklerin temelinde yer alan ilkelerdir ve uygulamalar ister istemez değişmek zorundadır. Daha önceki “şeriat”ları Kur’an değiştirmişti. Kur’an’daki “şeriat”ı da gelişen insanlık değer ve ilkelerinden oluşan insancıl koşullar değiştirmektedir. Bu fiili bir durumun saptanmasından ibarettir. Olması beklenen, olduğuna tanık olunan bir doğal süreçtir.

 Hz. Muhammed’in son Peygamber, Kur’an’ın da son kitap olması, bundan sonra peygamber ve ilahi bir kitap gelmeyeceğine işaretten başka anlama gelir mi? Bundan sonra peygamber ve kitap gelmeyecek olması, olup olacak her uygulama ve pratiğin, insan yapıp-etmelerini içerebilecek tüm yargıların Kur’an’da bir bir sayılıp döküldüğünü mü anlatır? Eğer böyleyse, insanın bilim, teknoloji, kültür ve uygarlık adına geliştirdiği, aklı ve düşüncesiyle meydana getirdiği tüm eserler, Kur’an’da yazılıp belirlenen hükümlere göre mi ortaya çıkmıştır? Gerçek böyle olmadığına göre, Kur’an’da “şeriat”a dair ne varsa çoğunlukla fiilen değişmiş olmaktadır. Değişmediğini ve değişemeyeceğini öne sürmek, İslam dünyasının bugüne kadar geçirdiği süreçleri ve şu gün geldiği hal-i pür melalini olumlamak, devamını istemek ve bu durumun “dinin ve Tanrı’nın iradesi” olduğunu iddia etmek değil de nedir? Daha doğrusu, temenniden öte neyi ifade edebilir?

Kur’an şerati de değişme ve gelişmeler karşısında fiili durumdan etkilenip değişime uğruyorsa, peki, Kur’an’da değişmeyen şey nedir?

Her hukuksal olan ahlaksaldır, ancak her ahlaksal olan hukuksal değildir. Hukuk ahlaktan beslenir; ondan kaynaklanmak zorundadır. Ahlaksal temeli olmayan hukukun insancıl geçerliliği yoktur. Ahlak dışı ve ahlaka zıt bir hukuk kaidesinden söz edilemez.Bunun yanında, her ahlaksal olan hukuksal değildir. Çünkü, ahlak hukuktan daha geniş ve daha derin yaptırım niteliği gösterir. Kötü niyet ahlaka göre suçtur, ancak hukuka göre suç değildir.  Değişen ve değişmeyen kategorileri kuşkusuz kişisel arzularımızın ve temennilerimizin etkisiyle teşkil ediliyor değildir. İslam’a ait olsa da hukuku, ibadet şekil ve zamanlarını içeren fıkıh, çağdaş yaşam koşullarının zorlamasıyla zaten değişime uğramaktadır. Değişmesi de hem normal, hem de zorunludur. Pratikler değişime direndikleri ölçüde, dinde bürokrasi, aracılık ve sığlık artar. Bireysellikten çıkan din, toplumsal ve siyasal zemine kayar.

Acaba,  İslam dininde değişmeyen şey nedir?

Yalnız İslam dininde değil, diğer dinlerde de değişmeyen şeyler vardır. Bunlara kısaca “dogma” diyebiliriz. Dogma, her zaman asılsız ve kör inanç anlamına gelmez. Ayrıca dogma, sırf dinlere ait ilkeleri anlatan yargılar da değildir. Yaşamın her alanında görülür. Örneğin, “yaşam kutsaldır”, “insan canı değerlidir” gibi, sayısını çoğaltabileceğimiz her hüküm birer dogmadır. İlkeler bütünü olan ahlak ve ahlaksal erdemler değişmez. İslam dini ahlaksal erdemler bütünüdür. Bunlar değişmez. Şeriatlar değişir; yok olur; ancak, “iyi-kötü” kategorileri her zaman varlığını sürdürür. İşte bu tip kategoriler de dogmadır.

“Hırsızlık kötüdür”, “cinayet işlemek; cana kıymak haramdır ya da kötüdür”, “başkalarına kötülük yapmak haramdır”, “ anne-babaya kötü davranmak, yanlıştır” gibi, İslam dininde yer alan ahlaksal yargılar kalıcıdır. Kuran’ın asıl amacı, hırsızı cezalandırmak, caniye haddini bildirmek değil, hırsızlığı ve cinayeti ahlaki olarak engellemektir. Bu da bireysel dindarlık ve bireysel ahlaklılıkla mümkündür.

Bireysel ahlak ve bireysel dindarlık, ahlaka dayanır. Hukuk alanı ahlaktan daha dar olduğu için, uygulama ile sınırlı bir dindarlık, yüzeysel bir dinselliği anlatır. Ahlak alanı, yalın, geniş, doğrudan ve içtendir. Denetim mekanizması bireyde başlar; toplumda şekillenir. Ancak toplumun denetimi, bireyin kendi kendini denetlemesi kadar yaptırım gücüne erişemez. Çünkü ahlaksal erdemlilik, bireyin iç dünyasında Tanrı ile kurduğu doğrudan ve mahrem ilişkiyle şekillenir. Kanıtı ve tanımı olmaz. Doğal ve hacimsizdir. Simge ve sembollerle temsil edilmez. İslam dini, dindarlığı ahlaklılığa bağlar. Bir kimsenin iyi ahlaka ya da kötü ahlaka sahip olması, ya da dindar olup olmamasının görünür ve tüketilebilir hiçbir ölçüsü yoktur. Dindarlık ve ahlaklılık, ölçüye ve simgeye sığmaz. Bunlara ölçü ve simge uygulamaya kalkmak, ahlakı hukukla sınırlandırmaktan başka bir şey değildir.

İslam’ı, değişmesi kaçınılmaz olan şeriat” ve fıkıh”la özdeşleştirmek, ahlakı hukukun egemenliğine bırakmak demektir. Son iki yüz yıldır İslam, ahlaksal derinliğinden çok hukuka anılmaya ve tanımlanmaya zorlanmıştır. Manevi derinlik, ahlaksal incelik ve mistik mahremiyetin yerini, kişi ile Tanrı arasına yapay olarak yerleştirilen “siyasal İslam”, “ sözüm ona namus ve kimliğin sembolü haline getirilen türban” ve “ artık tarım toplumunda bile icrası güç ibadet biçimleri” almıştır.

Birey ezilmiş; din baskıcı bir yapıya sokulmuş, Tanrı’nın yerini, İslam’da hiç de yeri olmayan türedi “ruhban kişi ve kurumlar” almıştır. Kurumlar cemaat ve tarikatlardır. Bireyi, cemaatin standart mekanik bir parçası; Tanrı’yı da, kendi sözlerine itibar eden bir araç haline getirmeyi yüzyılın “dindarlığı” olarak görmektedirler.

Türbancılık ve faizcilik en somut gösterişçi ve çelişkili bir dincilik örnekleridir.

İslam dini, bireyin ruhsal, bedensel ve sosyal olarak onurlu bir yaşam geçirmesini; başı dik, karnı tok ve vicdanına hesap verebilen bağımsız bir kişilik olmasını ön görür. Bireyin Allah dışında hiçbir şeye muhtaç olmayacak kadar kendi iç huzurunu tüm hücrelerinin derinliğinde duymasını salık verir. Aç, muhtaç, ezik, bağımlı, araçsallaşmış ve köleleşmiş bir insan istemez. Yoksul bırakılıp aldatılmasını,  Allah istemediği halde, “Allah senden şunları istiyor “ diye kandırılmasını şiddetle yasaklar. Kimsenin Allah ile kul arasına girmesine; bu aracılığı para, statü ve zenginliğe hele haksız bir zenginliğe tahvil etmesine olumlu bakmaz.

İslam, kalp ve gönüllere konaklar. Baş ve omuzlara tünemez. Takva (derin dindarlık), şekil ve sembollerle dışa vurdukça sığlaşır; ruhsuzlaşır ve sahibine zarar vermeye başlar. Putlaştırılan şekil ve semboller, izlenen ilke ve değerlerin katilidir. Kökleri kopup su yüzüne çıkarak artık maddelere dönüşen ot-çöp yığını gibi, kirlilik oluşturur.

Erkek ve kadın ayrımını, kesin bir dille reddeden İslam dini, “örtünme”yi de kadına, daha sonra da onun baş kısmına özgü kılmayı en azından umursayacak basitlikte bir din değildir. Oysa biliyoruz ki, tüm insanlık, insan tekinin neresini  “örterse ayıp, neresini örtmezse sakıncasız olduğu” konusunda birleşmiş gibidir. Toplumsal dayanışma ve barışı öngören bir din olarak İslam’ın buna odaklanması onu değil, odaklayanları temelsiz bırakır. Temelsiz bırakılan toplum, din ve takva adına, ibadetlerde gösterişe, haram ve yasaklarda ikiyüzlülüğe, şekil ve sembollerde de bağnazlığa mahkûm olurlar.

Ülkemizde türbancı söylem bu fotoğrafı çok açık olarak gözler önüne sermektedir. Türban söyleminin temelsizliği; bunun ,” yaratılan post modern bir siyasetin dinleşmiş hali” olduğu daha önceki yazı ve incelemelerimizde belirlenmişti. Din, türbanla özetlenmiş; takan-takmayandan çok, savunan-savunmayan, hatta “inanan-inanmayan”  gibi keskin kategoriler yaratmıştı, diye saptamalarda bulunmuştuk. Bu söylem Yüce dinimizin en güzel, en derinlikli ilke ve değerlerinin talan edilmesi için bir “örtü” olarak kullanılmaktadır. Birçok güzellikleri unutturmaya çoktan başlamıştır. Türban bir emir olmamasına karşın, en azından tartışmalı bir konu olmasına karşın, “tartışmasız” haram ve yasaklar, türban söyleminin kurbanı olarak yerlerini çoktan almışlardır. Faizcilik bunun en somut örneklerindendir.

Türban konusunda kanıt diye ortaya konan iki ayetin hiç de türbanı farz kılmadığı ortada durup dururken, faiz yemekten faizcilikten en küçük rahatsızlık duymayanlar, karanlık mezarlıktan geçerken korkmamak için bağırıp çağıran kişinin durumuna düşmüşlerdir. Oysa faizin kesin bir dille haram kılındığını, bunu Bakara Suresi 275. ayetin “ harrama” sözcüğüyle bildirdiği apaçık bir yargıdır. Aynı ayette, “ahalla” yani “helal kılındı” ifadesi ise, alışverişle ilgilidir. Yani, Allah alışverişi helal kılmış, faizi de haram kılmıştır. Faiz yemek, faizcilik yapmak büyük günahlardandır. Alışveriş yapmak, helaldir ve bir başka söyleyişle, sevaptır. Konu bu denli açık ve nettir. Türban konusundaki muğlâklık ve tartışmalı durumdan vazife çıkaranlar, “devletin malı deniz” felsefesiyle türbancılığı siyasetin, İslam’ın yerine ikame edilebilecek alternatif bir dinmiş gibi sunulmasına gerekçe olarak kullanmaktadırlar. Oysa faizcilik ve faizci yoldan mal, para ve statü elde etmek söz konusu olunca, ne din, ne İslam bu çevrelerin akıllarının ucundan bile geçmemektedir.

Maun Suresi, “namazda gösteriş yapanları” şiddetli kınar. Namaz gibi, gösteriş yapılması her zaman mümkün olmayan bir ibadet şeklinde bile böylesi sert bir uyarı varken, türban konusunda-varsayalım- emir içeren bir ayet olsaydı, Allah daha da sert uyarılarda bulunurdu. Çünkü türban göz önünde, her zaman gösterişe açık bir semboldür.

Aynı surede, “namazda gösteriş yapanların, “öksüzleri itip kaktıklarını”, “yoksulu doyurmaya yanaşmadıkları” ve “basit şeyleri dahi insanlara vermeye kıyamadıkları”nı vurgular. Demek ki gösterişe açık hale getirilen her şey, dinsel istismarın tam boy hedefidir. Hele kendisi gösteriş olan türban söylemi konuyu daha da açıklığa kavuşturmaktadır.

Gösterişçiler, faiz yemekten; faizle mal-mülk edinmekten kaçınmazlar. “Al takke ver külah”la insanları sömürmek, gösterişlere boğulan bir dinsel davranışta hiç göze batmayacak şekilde kitabına uydurulur. Hem Allah’ı hem insanları kandırdıklarını sanırlar. Oysa insanları kandırırlar, Allah’ı kandıramazlar.

Faiz yiyenler mahşerde ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu onların, “ zaten alışveriş de faiz gibidir” demelerindendir. Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kıldı. Kime Rabbi’nden bir öğüt gelir de faizcilikten geri durursa, geçmişi kendisinedir, onun işi Allah’a aittir. Kim faizciliğe dönerse, onlar cehennemliktir, onlara orada temelli kalacaklardır.” [1]

            “Kar payı”, “İslami bankacılık”, “İslami sermaye” kavramları, “zaten alışveriş de faiz gibidir” gerekçesinin kapitalist tercümesinden ibarettir. Ayette, “alışveriş de faiz gibidir” yerine, neden, “faiz de alışveriş gibidir” denmiyor sorusu akla gelebilir. Burada çok önemli bir benzetme vardır. O da şudur: doğal, helal, güzel ve insani olan her şeyi, haram kılınan ve çirkin sayılan bir şeye yamayarak kirletmeyi amaçlayanları deşifre etmektir. Yani Allah, temiz ve güzel olan her şeyi, kötü ve haram kıldığı konuyla özdeşleştirerek istismara açık hale getirildiğine dikkat çekmektedir.

Faizin haramlığı, faizciliğin kötülüğü, faizcilikle elde edilen mal ve mülkün bereketsizliği konusunda en az 13 ayet bulunmaktadır.

Kuran’da yoruma kapalı ve çok açık olarak geçen faizle ilgili yasaklama ortadayken, siyaset, ticaret ve tarikat üçgeninin bunları başka bir dinin hükmüymüş gibi yok saymaları aslında türban söylemindeki ısrarları ile yakından ilgilidir.  Gerçekten yüce İslam dini dışında başka bir din oluşuyor gibidir. Bu dinde Hz. Peygamber dikkate alınmıyor; şahadetten çıkarılıyor, faizcilik normal bir kazanç yoluymuş gibi siyasette prim yapıyor ve faizle ilgili tüm terminoloji sözlükten siliniyor. Tıpkı İslam’ın birçok ahlaksal ilke ve hükümleri gibi. Bu dinde “ılımlılık” adına, emperyalizmin faizci hegemonyası aklanıyor; ama Türk halkı, “türban söylemiyle” avutuluyor. İslam’da insanları yoksullaştırarak sadakaya muhtaç hale getirmek yok, yoksulları itip kalkmak yok ve tabii ki faiz yemek ve faizle sömürmek de yoktur. Ancak siyasetin doğurduğu “ılımlı” dinde, vitrinlenebilen her türlü gösterişe hizmet eden sözde “İslami” kılıflar inançlı olmanın ön koşulu olarak dayatılıyor. Halk faiz ve sömürüyle çıplaklaştırıldıkça, türbanla giydiriliyor. Türbanla halk, çıplaklaşan yaşamını, başını örtmekle örtüye büründürülebileceğine inandırılmaktadır.

Maun Suresinde yoksulu giydirmeyenler, garipleri, zavallıları doyurmayanlar (kömür ve un vererek değil tabii ki) çıplak vatandaşı türbanla giydirebileceklerini sanmaktadırlar. Faiz ve faizciliğin açtığı yarayı, çıplaklaştırdığı insanı türbancılık değil, çarşafçılık bile örtüp teselli edemez.


Faizcilik açmakta, türbancılık örtmektedir.
 
 
İslam dini tam tersine, laik bir dindir. Ruhban sınıfına yer vermez. Laiktir; çünkü Müslüman olmak için “din adamı sınıfından” olma koşulu yoktur. Devlet ve rejim önerisi getirmez; “İslam devleti” gibi türedi tamlamalara ne tarihsel süreçte, ne de kendi dinsel metinlerinde nominal düzeyde dahi yer vermez. Laiktir çünkü bireysel dindarlığı ve ahlaksal erdemliliği amaç edinir. Kişi ile Tanrı arasına girilmesine, Peygamber de olsa izin vermez. Onun için, son peygamberden sonra, peygamberlik sona ermişken, şeyhler, cemaat liderleri nasıl olur da aracılık edebilirler? Hz. Muhammed’den sonra, Tanrı, peygamber dahi göndermeyecekken, nasıl olur da “Bediuzzamanlar, şeyhler, dervişler, Mürşitler” peygamberin yerini tutabilecek bir dinsel bürokrasiyi meşrulaştırabilirler?

Öyleyse, İslam dini bireysel, mistik ve aracısız bir dindarlık ve ahlaklılığı öngörür. Atatürk’ün laiklik anlayışı, İslam dininin laik yapısıyla uygun düşen bir Türk dindarlık tarzının ortaya çıkmasına temel teşkil etmiştir.
 
 



 
[1] 2 Bakara 275


Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 9.2 / 12 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

Hasan Uyanıkdegil { 28 Mart 2011 13:01:11 }
Uyanık Hasan, Fetih'siz Fatih,
Şahin hoca'yı eleştirmek için önce okuma-yazma kursuna gideceksiniz. Sonra, ahlak dersleri alıp, nasıl insan olunur, nasıl terbiyesizlikten uzak durulur gibi temel dersler alacaksınız. Sonra da, boğazınıza kadar gömüldüğünüz cemaat ve kör inancınızı gözden geçirmenizi sağlam için psikiyatra gideceksiniz. Eğer bu odun gibi cahilliğinizden ileri gelmiyorsa, patolojik bir tipsiniz demektir. Hemen doktora gidip tedavi olacaksınız. Tamam mı koçlarım? Hadi bakayım, anca gidersiniz, uyanıklar sizi.
edip { 27 Kasım 2010 14:31:06 }
Bem Atatürk'e hayret ediyorum! Nasıl bu milleti bir araya getirmiş ve dünyaya meydan okumuş. şurada iki satır yazıya tahammül edemeyen insanlar o şartlada nasıl bir ve beraber olmuş. sayın hocam yazınızı elimde olsa halkın özmüseye bileceği politikacıların anlayabileceği hali ile herkese okumak isterim ama biliyorum ki anlatamayacağım. Yüreğinize sağlık.
Hasan Uyanik { 11 Kasım 2010 07:21:34 }
Iki grubu da tebrik ediyorum. Destekleyenler ve desteklemeyenleri yani.
Ancak Bu isminin onunde prof olan bu adamcagiz kesinlikle bir din bilgini degil felsefecidir. Bir felsefecinin bu kadar kritik hatta hayatinin teolojiye yani ilahiyata adamis insalarin bile soz soylerken bin bir itina gosterdigi konuya deyim yerindeyse bodoslama dalmasini ancak iki sebeple izah edebiliyoruz ucuncuyu yazmaya klavyem varmiyor.
1. cahillikten. cunku herkesin bildigi guzel bir dustur vardir. BUTUN CAHILLER CESUR OLUR. Gercekten cesaretine bakinca- diger konularda da goruslerini inceledim inanilmaz cesur- iste tum insanliga ornek olarak gosterilebilecek bir cahil demek geliyor insanin icinden.
2. sebep, normal yani bilinen ve gercek olan birseyleri yazsa ve soylese kesinlikle meshur olamayacak. Hele hele birseyi felsefeci soyluyorsa toplum donup bakmaz bile. Eeeeeeeeeeeeeeee dikkat cekmek icin ne yapmak lazim. Once felsefenin onune islam koymak sonrada ver Allah ver. ipe sapa gelmez yuzlerce sacmalik ve iste meshur bir adam SAHIN FILIZ. Bir de isminin onune prof koyunca ne soylerse isini bilmeyenler icin SENDE KIMSIN KARDESIM ADAM PROF. ahhhh guzel dinim, guzel ulkem, bir gun herkes gercek uzmanlik alaninda konusup yazinca adam olacagimizi umuyorum. YOKSA ETRAFTA BU FILIZ SAHINLERDEN DAHA COK FILIZLENIR DE BAZILARI DESTEKLEYEREK BAZISI DA KOSTEKLEYEREK RAHATLAR DURURUZ. BAK ISTE BENIM YAPTIGIM GIBI.
fatih { 04 Nisan 2008 10:59:21 }
yazık san ey hocam. kanal d de ki pakize hanım ve onun gibilerini memnun ettin. ama asıl Yaratanını değil. Allah seni affetsin. o kadınlar içki de içiyor ona da helal de. zina da günah değil de. onlar daha mutlu olur belki. yazık seni okutan lara.
kENAN cANTAŞ { 04 Nisan 2008 08:18:50 }
Bizim toplum, sizi neden istemez? Belli ama;Bu yazıda bahse konu ayaetleri daha akli okumak yorumlama zahmetine bari katlansa. Okumak zorunda . ÇÜNKÜ, ALLAH'IN EMRİ. DÜŞÜNMEK ZORUNDA, ÇÜNKÜ; KUR'AN DÜŞÜNEN VE AKIL YÜRÜTENLERİN KİTABIDIR. Salya sümük küfrederek, kendi gibi düşünmeyenleri kafir ilan ederek ve bu işi geçim kapısı yapanları dinleyerek ,din sahibi olanlar en az onlar kadar suçludur.
nesli { 28 Mart 2008 03:15:49 }
Musluman, islamciya, dindar da dinciye esit degildir. Islamcilik ve dincilik, dinin ideolojiye donustugu yerlerdir ki. Karsi cikilanin bu oldugunun alti her firsatta cizilmelidir. Turk halki hic bir zaman muslumana ve dindara [hangi din olursa olsun] karsi cikar bir tutumda olmamistir. Ama su anda dindarlar ve muslumanlar da, mevcut gelismelere karsi cikan diger insanlar kadari tehdit altindadir. Cunku DINI IDEOLOJIYE DONUSTURDUGUN YERDE ILAHIYATINI KAYBEDERSIN. Tanri'dan gelen bisey degildir artik, gizemi bitmistir. Dunyevilesmistir. Tapinasi degildir. Ben aydin sorumlulugu olan herkesi dinci ve islamcilara karsi durmaya, fakat dindar ve muslumanlari da degistirmeden bilinclendirerek mevcut rejimin elinden kurtarmaya davet ederim.
nihat ziyalan { 28 Mart 2008 02:48:44 }
AYDINLATICI

sahin filiz`in bu guzel yazisini siyasetcilerin de okumasini cok isterdim.

boyle aydinlatici bir yaziyla sahin filiz`i okurlarina tanistirdigi icin ayorum`culara tesekkur ederim.

elinize, yureginize saglik degerli sahin filiz.

sydney`den dostlukla.

nihat
nevin { 28 Mart 2008 01:41:44 }
Akil, vijdan ve bilgi bir arada olunca boylesi bir insan cikiyor iste. Prof. Dr. Sahin Filiz...

Diğer Sayfalar: 1.

 

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git