Ne doğan güne hükmüm geçer ne halden anlayan bulunur/Ah Aklımdan ölümüm geçer. Bu dizeler Münir Nurettin Selçuk’un bestesini yaptığı güzel bir eserden. Aslında güfte kendisine ait değil. Türk şiir dünyasının çok değerli bir kişisi bu şiirin sözlerini yazmış. Cahit Sıtkı Tarancı. Doğum tarihi ve çocukluk yıllarını geçirdiği süreç, Osmanlı’nın sonlarına rastlamakta.
O günleri hatırlamaya çalışırsak, fakru zaruret içinde bulunan bir Anadolu toplumu, sadece vergi veren ve Osmanlı ordusuna savaşacak asker üreten toplum olarak temayüz etmiş bir kitle. Halk bu durumdan şikayetçi, ancak şikayetini dile getirebilecek ne bir mercii, ne bir aracı bulunmakta.
Osmanlı döneminde genelde Sadrazam olarak görev alanların büyük bir bölümünün Bosna Hersek’ten olduğu bir gerçektir. 74 sadrazam bu yöreden olduğu için midir bilmem, Osmanlı’nın yatırımlarının büyük bölümü Saray Bosna ve İstanbul’a yapılmıştır. Anadolu söz konusu olduğunda, itilmiş bir toplum görülmekte. Sadece Yavuz Sultan Selim zamanında doğuya sefer yapılacağı planlandığı zaman, ordunun dereleri geçişi için köprüler inşaa edilip, Padişah’ın konaklayacağı Otağ için yörede cami ve bu camiyi ayakta tutacak imaretler inşaa edilmiştir. 16. yüzyıldan sonra üvey evlat Anadolu, kendi kaderi ile baş başa bırakılmıştır. Asker eksiği olduğu zaman, yetişmiş genç Anadolu delikanlılarının, orduya katılmaları mecburiyet haline getirilmiştir. Burada aklınıza bir soru gelebilir.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde kimler asker alınırdı? Kimler gitmezdi? İşte en önemli konu bu, kimler askere alınmazdı? Gayri müslimler askerlik görevinden muaf tutulurdu. Bunun nedeni belki müslüman olmayanlara savaşta güvenilmemesi olabilir mi? Bunu bilmiyorum, ancak ikinci olarak da tarikat, tekke ve zaviyelere kayıtlı olanlar askere alınmazlardı. Bunun gerekçesini anlamak biraz zor. Aslında bunun gerekçesi önemli değil, bu sistemin neleri bu ülkeye bela ettiği önemlidir.
Osmanlı Devleti döneminde tekkeler, cemaatler ve tarikatlara üye insanların çığ gibi arttığını görüyoruz. İşte bu dönemlerde her yere dal budak sarmaya başlarlar. Devleti öyle örümcek ağı gibi sararlar ki, sadrazamların bile bu dergahlara kayıt olmadan sadrazamlığa gelmeleri zorlaşır. Hatta Tophanedeki tarikat dergahlarına üye olmayan şehzadelerin padişah olmaları bile imkansızlaşır. Yani devlet, bu din tüccarlarının elinde oyuncak olmaya başlar. Diledikleri işi yaptırmaları çocuk oyuncağı kadar kolay olmaya başlar ve Osmanlı batağa doğru yol alır. Günümüzle nasıl bir paralellik görmektesiniz? Bu günle paralellik var mıdır düşünmek gerekir.
1881 yılında, kanımca Ocak ayı, yani zemheri ayazı olduğu tarihte, ihtimal 4 Ocak’ta Selanik’te bir bebek dünyaya getirir Zübeyde hanım. Ali Rıza beyin oğlu, Mustafa. Yer Osmanlının topraklarının içinde. Mustafa çeşitli okullarda okurken çok iyi gözlem yapar. Derin bir hafızaya sahiptir, iyi bir askeri okulda okur. Manastır’da, okulun uzun tahta döşeli koridorları böceklenmesin diye mazotla kaplıdır. Değişik bir petrol kokusu vardır koridorlarda. Manastır Askeri İdadi’si, sakin bir kasaba olan Pitoli’nin hemen dışında iki katlı bir okul binasıdır. Kitap okumaya o okulda başlar Mustafa. Okulun kütüphanesi, yatakhanenin hemen yanındadır.
Yüzlerce, binlerce kitap okur bütün ömrü boyunca . Okuduklarını aklına yazar, kitapta önemli yerlerin bilhassa altını kalemle çizer. Kasabada onu çok seven bir de genç kız vardır. Eleni, çılgınca sever Mustafa yı, ‘Hayatım boyunca seni bekleyeceğim’ der genç kızlık heyecanında. Ama Mustrafa’nın hayatında değiştirmek istediği bir devlet idaresi vardır. Bu idarenin bozuk yerlerini aklında işaretler. Ancak bu idare sistemi kökten değişirse düzelir, diye düşünür Mustafa Kemal.
Aklında ne yapması gerektiğini hayal ederek adım adım işler. Hepsini bir bir tatbik eder, kısa düşen ömrü içinde. Devrimler yaratır inanılması güç bir hızda. Osmanlı Devletini yıkan örümcek ağının ne olduğunu bilerek hareket eden Mustafa Kemal, kurduğu Yeni Cumhuriyet’te bu örümcek ağı için TEVHİD-İ TEDRİSAT kanunu çıkarır.
Ata Rahmetlik Cumhuriyet’in ilk şurasının Eğitim konusunda olmasının önemini vurgular. Ulus Devletin temellerinin eğitimle atılmasını önemli bir temel taşı olarak görür. Gereğine inandığı bu önemli konuya genç nesil tam olarak sahip çıkamadığından, örümcek kafalı bağnazların, inkilapları galebe çalmaya çalışmakta mesafe aldığını üzülerek seyretmekteyiz. Bu gün geldiğimiz diktayı telafuz eden noktada, 100 sene önceye doğru yol almaktayız. Kimin soluğu daha uzun olursa o nefes bu ülkeye can verecektir. Bu nedenle genç aydınlık yeni nesil, size seslenmek istiyorum, asla pes etmeyin ve soluğunuz kesilmesin diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.