|
|
Umutsuz ve kitapsız olmayınKategori: Kültür/Sanat | 0 Yorum | Yazan: Deniz Günal | 14 Eylül 2018 16:08:49 Milattan önce üçüncü yüzyılda İskenderiye limanına demirlemişseniz, geminiz Mısır Kralı 3.Ptolemi`nin memurları tarafından didik didik aranacaktı. Kaçak mal ya da yolcu aradıkları falan yoktu. Sanılanın tersine kitap arıyorlar, buldukları bütün kitaplara da el koyuyorlardı.
Eğer kitaplarına feci halde düşkün biriyseniz ya da başka bir yerde daha bulunamayacak, elbette el yazması olan, çok değerli bir kitabınız varsa İskenderiye limanına girmek istemeyecektiniz. Ama öyle bile olsa değerli kitabınızın 3.Ptolemi’nin eline geçmesine engel olamayabilirdiniz. 3. Ptolemi, İskenderiye’de büyükbabası 1.Ptolemi’nin kurduğu, babası 2.Ptolemi’nin büyüttüğü kütüphaneyi dünyanın en büyük, en görkemli kütüphanesi yapmak için öyle kararlıydı ki… 2.Ptolemi iktidarı döneminde hiçbir masraftan, hiçbir çabadan kaçınmamış. Hatta Yahudilerin kutsal kitaplarını Yunancaya çevirtebilmek için, Mısır’ın en kalabalık toplumlarından olan Musevi önderlerle anlaşmak zorunda kalmış, yüzbin tutukluyu salıverip karşılığında 70 çevirmen alarak amacına ulaşmıştı. 3.Ptolemi ise, gözünü Atina’nın elindeki Yunan trajedilerine dikti. Aeschylus, Sophocles ve Euripides’in kitaplarını istedi. Atina vermeye yanaşmadı. Sonunda büyük bir deposit karşılığında göndermeye razı oldular. 3.Ptolemi kitapların kopyalarını çıkarttı ama verdiği depositi yakmak pahasına yine özgün kitaplara el koydu, geriye kopyaları gönderdi. Bu her iki kıral da savaştan çok bilime ve kültüre önem veriyorlardı. Onların döneminde Mısır ve özellikle de İskenderiye önemli bir kültür merkezi haline geldi. Topladıkları bütün kitaplar kendi dilleri olan Yunanca’ya çevrildi. Çevirilerin doğru ve güzel olduğuna güvenebilmeleri için en iyi tercümanlar arandı, çağrıldı, ağırlandı. Milatta sonra 1.yy başlarına gelindiğinde İskenderiye kütüphanesinde papirüslerle korunan, kayıt altına alınmış 500,000 kitap olduğunu iddia ediyor bazı tarihçiler. İnsanlığın bu ölçüde kütüphanelere kavuşması, matbaa devrimini de yaptıktan sonra ancak 20.yüzyıla kısmet olmuş. Evet şimdi kitap sayıları milyonları bulan kütüphaneler var. Ama bunların arşivi, kullanımı, izlenmesi için artık bilgisayarlarımız da var. Kitaplar el yazması olarak çoğaltılmıyor. İsteyen herkes çok da üzülmeden okuyabileceği kadar kitaba ulaşabiliyor. Anahtar sözcük, istemek! Gelelim, 3.yüzyıldaki talihsiz yolcuya… O kadar da üzülmesine gerek yoktu elbette. Elinden alınan kitaplar, İskenderiye kütüphanesinin çalışanları tarafından bir kaç gün içinde yeniden yazılıyor, Tertemiz hazırlanıp sahiplerine geri veriliyordu. Ama kopyalar veriliyordu elbette, özgün kitaplar ‘Büyük Kütüphane tarafından gemiden alınmıştır’ diye üstlerine bir not konarak kütüphanede bırakılıyordu. Aslında, kitap olsaydım ben de İskenderiye Kütüphanesinde kalmak isterdim. Mükemmel bakım görüyorsunuz, okuyorlar, tartışıyorlar, çoğaltıyorlar. Dünyanın en bakımlı en kültürlü kentinde, değer gören bir kitap olmaktan daha güzel ne olabilir? Hristiyanlığın terör estirmeye başladığı 4. yüzyıla kadar sürmüş kitapların ve bilginlerin yoğun ve mutlu yaşamı. Sonra… Cahil, aç gözlü, kaba ve zalim olanların pervasızlaştığı, akıl dışılığın hem yoksul hem de zengin yandaş topladığı, sonsuz bir cennetin vaadedildiği ölümden sonrası ile ruhların kamaştığı, kendilerinden başka hiçbir inanca yaşam hakkı tanımayan, içinde cehennem korkusu taşımayan hiçbir düşünce ve duyguya yer vermeyen kanlı, karanlık dönem başlamış. Dile kolay tam BİN YIL süren bir karanlık! İskenderiye Kütüphanesinin külleri değil yalnızca dünyayı karartan. Roma’nın egemenliğindeki Mısır, Orta Doğu, Anadolu derken Yunanistan ve İtalya’yı da içine alacak olan kanlı, karanlık dönemde Hristiyanlar, bütün kütüphaneleri, tapınakları, heykelleri yakıp yıkar. Bilginler de aynı ateşin içinde bulur kendini. Kaçan olur, kaçırılan kitaplar olur. Özellikle Roma’nın ulaşamadığı İran’a, Perslere sığınırlar… Sonraları İslam’ın aydınlanma döneminde İran, Arap ve Türklerin egemenliğinde Yunanca’dan çevrilen, çoğaltılan ne varsa, bu kırımdan kurtulanlardır. Yine bazı tarihçilerin iddiasına göre, tüm insanlığın binlerce yıllık felsefe, bilim, tiyatro, tarih birikiminden, bu kırımdan kurtulup da uygar dünyaya kalanlar yüzde 10u geçmiyor. Eğer bu müthiş birikim, bilime felsefeye verilen önem kesintisiz sürseydi, insanlık 19 ve 20 yüzyıllarda gösterdiği gelişmeyi çok daha önce gösterebilecekti mutlaka. Cehalete, zorbalığa, kabalığa yenilip duruyoruz. Evet ama karanlığı mutlaka aydınlık izliyor. Umutsuz ve kitapsız olmayın. Kaynak
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|