Ünlü vatan şairi Namık Kemal’in şiirlerini çok severim. Onun dizelerinde hep buram buram vatan sevgisi kokar. Tıpkı Nazım Hikmet Ran gibi. Namık Kemal`in şiirleri kimi zaman bestelere konu olur. Yaşadığı 1840`tan 1888`e kadar olan dönemde Namık Kemal, yazdığı şiirlerde ülkesini ne kadar sevdiğini haykırır. Asıl adı Mehmet Kemal olan Namık Kemal’in, Namık adı ona Şair Eşref Paşa tarafından verilir.
Namık Kemal’in cümlelerinden rahatsız olan Dolmabahçe Sarayı`ndaki Sultan 2. Abdülhamit, daha sonra Namık Kemal’in yazdığı Vatan Yahut Silistre adlı tiyatro eserinde ipler kopma noktasına gelir.
Kıbrıs adasındaki Magosa kalesinin içindeki zindanda hapis edilmesini emreder. Yani düşünce hürriyetine vurulan pranganın en güzel misalidir Magosa zindanı. Bu zindanı eğer görmemişseniz, mutlaka gidin ibreti alem için. Bu 1.5 metreye 3 metre olan yaşam odasını seyrederken neler hissedeceğinizi düşünmekteyim. Şimdi müze olan Sinop hapishanesinde, yazar Sabahattin Ali’nin koğuşunu gezerken de aynı duygulara kapılmıştım.
Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime,
Titrerim mücrim gibi baktıkca istikbalime.
Hatırlar mısınız bu güzel dizileri? Bu sözlerin yazarının, kayıtlı ilk kadın şairimiz olan İhsan Raif hanım olduğu söylenir. Besteleyen Kemani Sarkis efendi, yani çocuk yaşta Saraya alınan Kemani Sarkis Suciyan, bu yaşta enderuna alınmasını pek kabul edemez. Çünkü Dolmabahçe Sarayı, inanılması güç olayların yaşandığı, insan hayatının Sultanın iki dudağının arasında gelip gittiği bir mekan olarak bilinmekte.
Sarkis efendinin, usulü curcuna nihavent makamında bestelediği bu eserde, bir dönemin içinde insanların yaşadığı hissiyatı dile getiren cümlelerde, Osmanlı devrini izah eden yaşam hikayesi bulunmaktadır. Bir birini tamamlayan dönemlerde Namık Kemal’den sonra yaşamış bulunan Sarkis Efendi, 1885 yılında dünyaya gelir. Osmanlı’nın son döneminde 1921’de Istanbuldan kaçarak Paris’de yaşamını sürdüren Sarkis Efendi, Hamparsum metodu ile eserlerini notalara dökmüş, değerli bir bestekardır.
Sultan 2. Abdülhamit zamanını iyi okumak gerekir. Yaşadığımız bu günler ile arasında bir mukayese yapılacak hadiseler, Istanbul’da o tarihlerde yaşanmıştır. 2 Abdülhamit, Kızıl padişah, Amcası Abdulaziz‘in ölümünden sonra ağabeyi V.Murat’ın 3 aylık saltanatından sonra tahta geçmiş bir Sultandır . 31 ağustos 1876 da 2. Abdülhamit Padişah olarak ilan edilmiştir.
Osmanlı Devleti 1870li senelerde, kaybettiği topraklardan dolayı, hazinesi boş bir imparatorluk olarak ayakta durmaya çalışmaktaydı. Kendi hayatından endişe eden padişahın genelde geceleri kabuslar görerek uyandığı anlatılır. Zaten V. Murat’ın da aynı kabuslardan kurtulamadığından dolayı tahtı bıraktığı kayıtlardadır. 23 Aralık 1876’da tahta geçmesine çok yardımı olan Mithat Paşa’ya verdiği söz gereği, Kanuni Esasiye ilan ettirmiş, içindeki 113. maddede kendisine verilen ‘’sürgüne gönderme’’ yetkisine dayanarak padişah olmasına yardım eden Mithat Paşa’yı sürgüne yollamıştır. Daha sonra ‘Muharrem Kararnamesi ‘ ile moratoryum ilan ederek borcum borç, uluslararası finans kurumlarına sırtını çevirmiştir.
Bu gün ile o günleri mukayese etmek istemiyorum. Ancak ülkemizin içinde bulunduğu borç batağı ciddi bir rakamda ve durmamakta. Hergün, günün koşulu ile borç miktarı ve faizi devamlı artmakta olan ülkede yaşamaktayız. Devletler, şirketler gibi batmaz. Ancak devletin battığını, bu durumdan etkilenen şirketlerin batması ile anlıyoruz. Yüzlerce sanayi tesisinin kapanmış olduğunu gözlerimizle görmekteyiz. Devletin kontrolunda bulunan rakamlara artık inanmak doğru değil. ‘’Büyüyen bir ülkemiz var,’’ deyimi doğru olabilir. Moratoryumla Batarken, büyüyen ülke tabirinin sadece borcu büyüyen bir ülkenin varlığını anlattığını düşünmekteyim diye bir sözüm geldi söyledim herm nalına hem mıhına.