Günlerdir ekranlara kitlendik. Okullar tatil olmadı, hatta Ramazanda bayram tatili de yoktu, ancak insanlar ekranlarda Cumhur adaylarının programlarını dikkatle izlemekteydiler. Sokakta, caddelerde araçların yoğunluğunun azaldığını gördük. Bu normal olmasa gerek. Bir tedirginlik var Türkiye’nin her yerinde.
Devletin, imkanlarının bu seçim döneminde adilane kullanılmasını sağlamakla yükümlü olmasına rağmen icraatta böyle olmadığına şahit olmaktayız. Bazı gerçeklerden kaçmamız mümkün görünmemekte. Halkın bir bölümünü gerçek olmayan konulara inandırabilmemiz, kabiliyetimize bağlıdır. Belagatınız kuvvetli olursa, insanlar sizi dinlerken size inanırlar diye düşünürüm.
Aksini ciddi savunan yoksa, ne söyleseniz benim yurttaşım saf ve temiz olduğundan inanır. Sadece seçimlerin arifesinde hatırlanan bu yurdum insanlarını bir paket kahveyle, iki kilo mercimekle, üç kuruş zamma inandırırsınız. Ne de olsa cebinizden çıkmayan bir maddesel değere hemen de kanıverirler. Gerçeklerin acı ve zor oluşu onun için geçerli değildir. Mühim olan bugün eline ne geçeceğidir. Yarına endişe ile bakmaz benim vatandaşım. Bu her dönemde böyle olmuştur. Meydanlara otobüslerle , vapurlarla dinleyici toplayan bu zihniyetin, ekonomisinin zora düştüğü bir hakikattır. Üretmeyen bir ülkenin borç batağından çıkabilmesinin zor olduğu bir gerçektir.
Bugünkü durum bana Osmanlı’nın son senelerini hatırlatır. Üretimi olmayan bir ülkede, alınan borçlar bir başka yerden alınan borçlarla ödenirse, bu çarkın dönmesi imkansız hale gelir. Böyle durumlarda yeni borç almak için bir yerlere baş vurduğunuzda, mevcut borç ve faizlerin kapatılması istenir. Osmanlı’da da bu böyle olmuştur. 1854 yılı Kırım savaşı sonrası başlayan borçlanma artarak sürmüş, fazilerini bile ödeyemeyecek duruma gelince Osmanlı, 1875 yılında Ramazan Kararnamesi ile maliyenin iflasını ve bir borç ödeme planını bildirmiştir. Bu da işe yaramayınca, alacaklı ülkelerin gelirlerini tahsil edebilmeleri için 2.Abdülhamit zamanında Düyun-u Umumiye yani Borçlar İdaresi kurulmuş, böylece Osmanlı Devleti ekonomik özgürlüğünü tamamen yitirmiştir.
Bu gün Cağaloğlu’unda okul olarak hizmet veren Düyun-u Umumiye binası yapılmıştır. Üretimi sadece bir kaç kalemden ibaret olan Osmanlı’nın tarihsel süreçte kazanılan harplerden elde ettiği ganimet ve haraça dayalı ekonomisi, savaşları kaybetmeye başlayınca, daha fazla dayanamamıştır.
Durum değişik değil. Bu gerçeği anlamak gerekir. Benim yurdum insanının anlayacağı dilden anlatın. Sade vatandaş her şeyin düzgün gittiğini düşünmekte. Bu doğru değil. Bunun doğru olduğunu söyleyen ve savunan insanlara da hayret etmekteyim. Betona, demire, asfalta yapılacak yatırımı, eğer üretim gelirin varsa, toplam giderini karşılıyorsa yaparsın.
Sadece taşa, binaya yatırım yaparsan, sonunda karşına düz bir duvar çıkar ve sen bu duvara toslarsın. Böyle gerçekleri konuşurken ekrandaki alışılmış yüzler, kendilerine zarar gelmemesini sağlamak için cümlelerini tırnaklar içinde söylemekteler. Dikkat edin bu ülke birçok değerlerini geçtiğimiz 70 sene içinde tırnakları ile bu güne getirdi. Sen bunları 15 senede satarak, kişilere çıkar sağlamak adına alkış tutanlara peylersen, onun adına kalkınma denmez. Ancak “tırnak içinde” borcunu kalkındırırsın diye bir sözüm geldi söyledim, hem nalına hem mıhına.