Türk sanat musikisini çok severim. Hatta koro çalışmalarına da giderim. Koroyu yöneten müzik üstatlarına biz ‘Hocam‘ diye hitab ederiz. Koro Şefleri, sazendeler ve hanendelerle bir bütünün,ahenk içinde icraat yapmalarını sağlarlar. Her şarkının mutlaka bir hikayesi vardır. Bir olayı, bir hüznü, hatta bir sevinci dile getiren bu sözlerin, melodi ile söylenmesinden doğan bu musiki, kimi zaman tek başına terennüm edilir, kimi zaman iki veya üç kişi tarafından icra edilir.
Kimi zamanda kalabalık sayıda hanendelerin bir araya gelip söylemelerinde büyük keyif vardır. Böyle konserleri kaçırmamaya gayret ederim.
Çalışma hayatıma atılmadan önce Ankara‘da radyo evinde çalışmıştım. Bu dönemde çok değerli ses sanatçıları ve saz sanatçıları ile tanışma fırsatı buldum. Hocalarımızdan biri Ruşen Kam idi. Ondan bilmediğimiz bir çok hususu öğrendik. Türkülerimiz konusunda da çok değerli Nevin Akol hocadan ders aldık. Hani radyonun o tarihte düğmesini açıp lambalarının ısınma süresi geçtikten sonra yükselen tatlı nameleri dinlerken, eserlerin sözlerine pek dikkat etmezdik.
Daha sonraları bu ezgilerin hikayeleri benim dikkatimi çekmiştir. Yarım asırdan fazla bir zaman evvel Sarısözen ustanın kasaba, köy demeden bütün Türkiye’yi dolaşmasını, ezgileri toplayıp notalandırmasını bugün çok takdir etmekteyiz. Şarkıların da kaynaklandığı konuların özüne inmemizin doğru olduğunu düşünmekteyim. Şarkıların da, toplumun bir kesitinin aynası olarak bazen yaşanmış, bazen hayal mahsulu olup, nağmede dinleyenlere bir duygu aşıladığı mıhakkak.
Bazı sözleri anlamak oldukça güçtür. Hani türküde denir ya ‘manda yuva yapmış söğüt dalına, yavrusunu sinek kapmış gördün mü’ . Burada mandanın söğüdün dalına yuva yapmasının tarifi, hatta yavrusunu sinek kapmış anlamı yöresel bir deneyimi anlatır. Yerlere kadar dökülen söğüt dalının üzerine yayılan mandayı tarif eder bu sözler. Yavrusunu sinek kapması deyimi ise, aslında ufak fakat ısırığı yakan bir sineğin manda yavrusunu ısırdığını anlatmaktadır. Bu türküleri ilk dinlediğimde ‘ne kadar yalnış cümleler‘ diye düşünmüştüm. Bu ezgileri şimdi ise daha dikkatli dinlemekteyim.
Yakın tarihimizde ülkemizde öyle siyasi oyunlar oynanmakta ki, şarkılara türkülere hatta operalara konu olabilecek derecede oyun içinde oyun görülmektedir. Normal insanın çıplak gözle izleyebileceği kadar apaçık oyunlar sergilenmekte Anadolu’da. Hani Fatih Portakal adlı sunucunun ‘aklımla alay etmeyin’ dediği kadar aleni bir oyun oynanmakta. Çok sevdiğim bir dostumla konuşurken geçtiğimiz hafta ‘Ankara 5. Ağır Ceza mahkemesinin görülen bir davasının kararını tartışırken, kararın mutlaka erken seçime yaklaşıldığını gösterdiğini ifade etmeye çalıştım. Mahkeme kararına lehtar insanların oyları toplanmaya çalışılmakta demeyi düşünmekteydim. Hepsinin bir kurgunun ötesinde olmadığı aşikar. Aklımla alay etmeye çalışmaktalar.
Ortaklığa soyunmuş bir tüy siklet pehlivan, Baş pehlivandan icazet almadan hodri meydan deyip peşrev çekmesinin abesle iştigal olduğu muhakkak. Büyük Devlet’in onayı olmadan küçük Devlet’in konuşması, danışıklı döğüşün çok aleni bir göstergesi.
Aklıma bir Rumeli türküsü gelir böyle durumlarda. Mustafa Kemal Atatürk’ün isteği ile repertuara alınan güzel türkü:
Pencere Açıldı Bilal Oğlan Piştov Patladı, Varın Bakın Kanlıda Bilal Yine Kimi Hakladı.
Bu türküdeki Bilal oğlanın, 5 Tepedeki Bilal oğlanla alakası olmadığı aşikar. O Bilal’in, Vakıf adı altında başka piştovlar patlatmakla meşgul olduğu söylenir. Devletin bir Perşembe sabahı penceresini açarak seçim haberini patlatmasının, hangi hesaplardan çıktığını düşünmek doğru olur. Siyasi kurumların başka hesapları olduğu mutlak diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.