![]() |
|
![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
|
Kadınlık hallerı, yaşanmışlıklar : Oğlum ölüyor galiba
Çakaloğlu çakal bize bir ev bile tuttu. Rezilliklerini günübirlik, tehditlerle, baskılarla sürdürüyordu. Eli her elime değdiğinde, eli orama burama değdiğinde tiksiniyordum. Kusmak istiyordum ama kusamıyordum. Hançerini dayıyor, ölüm tehditlerine bin tehdit daha ekliyordu. Alçak ! Dokuz ay on gün sonra bir oğlum dünyaya geldi. Eşşekten mi igfalciden mi ? Bilemedim. Bilemezdim de : O kadar aptal ve salaktım ki. Sonbahardan sonra kış geldi. Sonra ilkbahar. Zaman geçti. Ben ağladım. Zaman geçti evet ama insanlar değişmedi. Yok, belki bir parça değişti ama asla gelişmedi. Bilhassa Eşşek ! Hele Çakal ! Ağustosun belalı ve sıcak günlerinden bir gündü, güneşte ter içinde eriyorduk, oğlum, henuz bir yaşını bile dolduramamış minik oğlum, birdenbire hastalandı. Ne yapacağımı bilemiyordum. Henüz onyedi yaşındaydım, oğlum ilk çocuğumdu ve hastalanan çocuğu iyileştirmek, ağlamasını, sızlamasını önlemek, acısını gidermek için ne veya neler yapmam gerektiğinden haberim yoktu. Çocuk ta durup dururken hasta mı olurmuş ? Evet biliyordum, bebeğimi iyi besleyemiyordum. Arzuladığım gibi yediremiyor ve içiremiyordum. Zaten kendimiz de iyi ve yeterince beslenemiyorduk. Ne elde vardı ne avuçta. Yoksulduk. Ailelerimizin diğer üyeleri de bizden beter fakirdiler. Kimsesizdik. Ve bilhassa, ne olur duyun bizi, zilzurna cahildik. Babası, hayırsızın teki, hani vursan yıkılır kuşağının en kötüsü, sabah erkenden savuşur gece karanlık çökmeden eve girmezdi. Kimbilir, belki utancından, belki eli boş geleceğinden, belki kendisini kaptırdığı ucuz şarap içmelerden başını kaldıramadığından, belki esrardan. Arkadaşlarıyla şurada burada, köşe buçaklarda, kimi zaman evimizde bile çift kaat cigaralıklar sarar içer, sırt üstü yatıp kalakalırlardı. Hayırsızlar ordusunun en beterleriydiler. Hayırsız eşşek kocamın arada bir bir baltaya sap olduğu ve birkaç kuruş kazandığı oluyordu ama bu binde birdi. Binde bir. Ne olur duyun bizi. Evet binde bir. Belki eşşek kocam bebeğimin babası bile değildi. Bilemiyordum. Yıllardır igfal ve tacizinden yakamı kurtaramadığım aşağılık eniştem, Çakal, ablamın kocası belalı alçak mıydı yoksa bebeğimin babası ? Çünkü bu alçak sanki benim iyiliğim için bizzat arayıp bulduğu kocamın güya patronu gibi geçiniyordu ve kocamı sık sık uzak mekanlardaki güya işlere gönderiyor ve o gider gitmez evime dalıyor, beni kirletiyor, evimi kirletiyor, utançlarıma utançlar katıyordu. Hain ve alçaktı evet. Kötüydü ve pisliklerin en pisi, itoğluitin, bizzat itin ta kendisiydi. Tehditlerine tehditler ekleyerek ve ikide bir belindeki veya koynundaki veya cebindeki hançerini çıkarıp gözlerimin önünde sallayarak, « Konuşursan keserim ! »lerini yineleyerek it gibi kuyruğunu kıçında, iki bacağının arasında saklayarak yitip gidiyordu. Yitip gidelerde boynu kırılası aşağılık it ! Bitik kocam veya pislik eniştem artık kimse babası bebeğimin o anda umurumda değildi artık çünkü bebeğim sızlanıyordu, bebeğim hastaydı. Tez elden çare bulmam gerekiyordu. Elbette böyle belalı, belli ve zorlu anlarda ne kocam yanımdaydı ne de pislik eniştem. Canavar enişte. İgfalci enişte. Başımın çaresine bakmalı, bebeğimi eli tırpanlının elinden çekip almalıydım. Bilenler, « Cahil kızım muska yaptır ! » dediler. Hacıya gittim, « Birşeyi yok, şimdi geçer » deyip bir muska yaptı. Geçmedi. Hocaya gittim, « Hiçbir şeyi yok, şimdi geçer » dedi o da bir muska yaptı. Yine geçmedi. Evet geçmesi gereken, geçmeşi beklenen başa bela hastalık geçmedi. Bebeğim ağlamasını tek saniye kesmedi. Gözleri dönüyor. Başı bir yanlara kayıyor. Ağzından salyalar akıyordu. Anlayamıyordum. Oğlum aralıksız ağlıyor, ağlıyordu. Muskalar canını kurtaramayacaktı, bu kesindi. Acı çekiyordum. Acımı sadece ben biliyor, ben anlıyordum. Yapayalnızdım. Doktor moktor yoktu bizim mahallelerde. Hem olsaydı da parasını nereden bulacak, doktoru ve ilaçını nasıl ödeyecektim ? Hayırsız dünya. Dibi delik dünya. Beş para etmez dünya. Canın çıka ! Başımıza bela ! Gün geceyi, gece günü izledi. Öğlen sabahı, gece akşamı. Vakit geldi kapımıza dayandı. Bebeğim artık hiç bir şey yemez, hiç bir şey yutamaz oldu. Meme veriyorum almıyor, su içirmek istiyorum oralı bile olmuyor. Yok ki yok, hiç bir şey ilgisini çekmiyor. Ağlıyor sadece. Hem nasıl ağlıyor. Cellatlar gelmiş canını alıyorlar. Evet canı burnundan, ağzından ve çığlıklarından çıkıyor. Ama ben cahilim anlayamıyorum. Nasıl anlayacağım ki ? Sen söyle Hocam sen anlayabiliyor musun ? Kim bana çocuğun nasıl gittiğini anlatmış ? Kim ? Sadece kızıyorum, kızğınlığımdan kuduruyorum, üzüntümden canım çıkıyor, ağlıyorum. Çaresizim. Kimsesizim. En küçük kardeşim Seyfi, yediği içtiği anasından emdiği süt gibi helal olsun, yeri cennet mekan olsun, hiç unutamam, sanki bir çaredir gibi, bebeğimi alıyor, kollarının arasında ufak ufak sallıyor, sonra başlıyor bildiği, kuran kursundan öğrendiği ama bir türlü tam hazmedemediği duaları tek tek, kelime kelime bebeğimin kulağına fısıldıyor. Kurtarırsa bu kurtarır diyor. Küçük kardeşim daha çok çocuk. Durmadan yorulmadan zikrediyor, suretler okuyor, Mevlit’ten parçalar okuyor. Okuyor oğlu okuyor. Ama bebeğimin dudakları bile artık kıpırdamıyor. Duyuyor mu duaları ? Nerelerde geziniyor bebeğim ? Nerelerdedir ruhu ? Bir ara gözlerini açıyor ve dayısına yalvarırcasına bakıyor, hem yalvarıyor hem de sanki minnet duygusunu dillendiriyor. Sanki sağol dayıcığım, elinden geleni, yapacağını yaptın ama bana ayrılan zaman çetvelim doldu bana müsaade diyor. Ve gözlerini kapıyor bir daha açmamacasına. Canım gidiyor. Paralanıyorum. Paramparça oluyorum. Bebeğim gidiyor. Ben kalıyorum. Zaman geçmiyor. Bebeğimin ilk tübessümünü anımsıyorum : Ana doğmak ve büyümek ne güzel der gibiydi. O zaman. O zaman bu zaman değil artık. Bebeğim büyümeye fırat bulamadan, ilk tebesümüne ikincisini, üçüncüsünü eklemeyeden aynen böyle gitti. Bebeğim benim hayatımdı. Hayatımın bütün acılarının, bütün üzüntülerinin meyvasıydı. Acı ve üzüntüden başka bir şey tadmadım zaten. Acı ve üzüntüm bu bebekte toparlanmış, bir külçe gibi somutlaşmıştı. İki göz kapkara, bir ağız küçük, minik bir burun, iki kulak geniş, iki minik kol, iki büçür bacak ve hepsi bu kadar. Toplasan da çıkarsan da hepsi bu kadar. Küçük bir bebek, bir yılını bile dolduramadan çekip giden. Kara talih. Kara toprak. Kara kapkara kader. O küçük vücudu toprağa vermek. Evden, ev demeye bin şahit lazım evden, çıkarılırken bebeğim, cansız, orada ayaklarım kesildi işte. Ne bir adım atabiliyorum. Ne ağzımdan bir çığlık, bir ses çıkıyor. Bitmişim, ben de gitmişim. Oğlumun, o minik cansız oğlumun ölüsünü orada gördüm ve ayaklarım kesiliverdi aniden. Evet bittim orada. Sesim ve soluğum çıkmaz oldu. Büyük üzüntü. Büyük yıkıntı. Büyük haksızlık. Her şey orada oldu ve bitti : Orada oğlun öldü dediler. Daha sonra ne bir ölüye bakabildim, ne de bir mezarlığa gidebildim. Ölümle alışverişimi o gün orada bitirdim. Şimdi biliyorum sıra bende, olsun, ölümü korkusuz bekliyorum. Bir bebeği sorgusuz sualsiz anasının kuçağından çekip alan ölümden kim korkar ? Ölüm mesele değil. Asıl mesele ölmek. Orada o evde, bin şahit lazım ev demek için evde, kalamazdım artık. Bitik kocamın, aşağılık, pislik, hain, igfalci eniştemin, saf ve salak ve beş vakit namazında ablamın yüzüne, sahte tebessümlere, hakiki ama örtülü acılara, hakiki ama derin acılara, hakiki ama söylenmeyen söylenemeyen gerçeklere tahammül edemezdim artık. Gitmeliydim. Onlarla hesabımı kesip ve alıp özgürlüğümü çekip gitmeliydim. Kaçmalıydım onlardan. Gitmeliydim buralardan. Onlardan ve ailemin kalan diğer üyelerinden kaçmalıydım. Uzaklara. Çok uzaklara. Acımla. Üzüntümle. Gerçeklerimle. Yaşanmışlıklarımla. Ama artık alabildiğine özgür. Evet baş kaldırmak gerekiyordu. Baş kaldırdım ve firar ettim. Aç ama özgür. Önemli olan da buydu sonuç itibariyle. »
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
![]() ![]()
| Tüm Yazarlar |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
|
![]() |