Bilmem hatırlar mısınız ilk okula başladığımız zaman bizlere verilmek istenen bir mesaj vardı? Her sabah okula girmeden sıra olur, öğretmenlerimizin eşliğinde avazımız çıkıncaya kadar bağırırdık. Türküm Doğruyum Çalışkanım, Yasam Küçükleri Korumak Büyükleri Saymak, Yurdumu Ulusumu Özümden Çok Sevmek Ülküm Yükselmek İleri Gitmektir, Varlığım Türk Varlığına Armağan Olsun.
Çocuk yaşta bu duygularla okula gider, aynı duyguları bir sonraki gün tekrar yaşamak için heyecan duyardık. Çocuk yaş dediğim 7 yaşında başladık biz bu öyküyü dile getirip her gün TÜRK kelimesinden haz duyduk. Türk olmaktan gurur duyduk. Bu hissiyatımızın yarattığı heyecanla her Pazartesi günü haftaya başlarken İstiklal Marşımızı söyledik.
Bu marşı dile getirirken tüylerimiz diken diken, olur kimi zaman gözlerimizden yaş gelirdi. Hele 10 Kasım 1948’de Ata’mızı andığımız törende gözlerime hakim olamamış, hüngür hüngür ağlamıştım. Onu görmek, onu dinlemek çok isterdim. Parça parça olmuş bir imparatorlukta yaşayan toplumu, asırlarca ne için savaştığını bilmeden cepheden cepheye koşan, yüz binlerce evladını yitiren anadolu insanını yerleşik düzene geçirmeyi hedeflemiş bu büyük insanı, bugün hala özlemle anmaktayım.
Kaybolmuş, zedelenmiş bir toplumdan bir ulus devlet çıkarabilmek her baba yiğidin harcı olmasa gerek. Onun sesinden Gençliğe Hitap’ını dinlerken hala duygulanırım. Bir başka devletin vatandaşlarını izlerim zaman zaman. ‘Ben Amerikalıyım’’ der, aslında ya Irlandalıdır, ya Almandır ya da İsveçli bir göçmen çocuğudur. Yahut Afrikadan pamuk tarlaları için getirilmiş zenci bir kölenin bilmem kaçıncı göbekten torunudur. Amma Amerikanın ulusal marşı çalındığı zaman ayağa kalkar ve sağ elini kalbine götürerek o marşı duyarak söyler. ‘’ Ben Amerikalıyım ‘’ çıkar her zaman ağızlarından.
Biz ise ne yaptık. Yaratılmış bir Ulus Devletin çocuklar için daha o yaşta Türküm Doğruyum Çalışkanım diye bilinç altına verdiği bu söylemi, geçtiğimiz son 15 sene içinde ortadan yok etmeye çalıştık. İrfan ordusu yerine din ordusu teşkil etmeye çalıştık. Sanki bizim baharımız çokmuş gibi Orta Doğu ve Afrika’da bulunan Arap ülkelerine Bahar götürmeye kalktık. Her götürdüğümüz ülkede karışıklık yarattık. Bu bahar ne onlara yaradı ne de bizlere bir paye getirdi. ‘’Aldatıldık, böyle olacağını bilemedik’’ demekle kendimizi aklamamız mümkün değildir.
Ülkemizde oluşan bütün askeri darbelerde Amerika’nın parmağı olduğunu çocuklar bile bilmekte. Tarihte yaşanan olaylardan hiç ders alamıyorsan, başına geleceği ‘’Düşünemedik‘’ demek bile yalnış olur. Suriye Başkanı Esat’a ‘’Kardeşim’’ diye hitap edip, Türkiye’de misafir edeceksin, daha sonra katil ilan edeceksin. Bu nasıl bir mantık anlamakta güçlük çekmekteyim. Daha sonra eşkiya olarak nitelenen şakilerin Kobani’ye geçmelerine yol vereceksin. Orada oluşan olaylara seyirci kalıp, bıngıldakla plan yapacaksın, bunu anlamakta güçlük çekmekteyim. Kollarını yanda sallayarak yürüyüp, efelik taslamanın bir dayanağı olmasa gerek.
Sadece kendi aklına dayalı eylemlerde yanılma faktörü çok fazladır. Her konunun her yönü ile tartışılıp hareket edilmesi bir ulusun selameti bakımından çok önem taşır. Meslek kuruluşlarının Anayasaya dayalı isimlerinin içinden TÜRK kelimesinin çıkarılması, çocuklara okullarda Türk andının okutulmaması gibi kararlarla ne hedeflendiğini anlamakta toplum güçlük çekmekte. Bu tuzsuz lapaya benzer, ne tat verir ne de yenir diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.
Andımızın, ''Kaybolmuş, zedelenmiş bir toplumdan bir ulus devlet çıkarabilmek '' için ne kadar gerekli olduğu konusunda size katılıyorum. Atatürk'ün sesini, andımızı, İstiklal Marşı'mızı duydukça benim de hâlâ gözlerim yaşarıyor, evet. Yalnız Türklüğü yüceltirken, Kürt olmayı bir ayıp, bir aşağılama konusu olmaktan çıkarıp, Türkiyeli olmayı herkes için bir ayrıcalık, bir iftihar nedeni yapmalıydık. Amerikalı olmanın, kökeni ne olursa olsun, tüm Amerikan vatandaşları için olduğu gibi. Belki o zaman vatandaşlarımız kimliklerini olumlu ve yaratıcı biçimlerde kullanırlardı.