Çocukken en çok aldığım armağan kitaptı. Kalın bir kitapsa çok sevinirdim çabuk bitmeyeceği için. Bir arkadaşımın yaşgünü varsa vermeyi düşünebildiğim tek armağan neredeyse bir kitap, tek tasa da kitabın seçimi idi. Tasa bile değil, kolay ve zevkli bir çaba.
Okumaya çıktığım ilk zamanlarda her hafta bir kitabım olurdu. Pastel renklerde resimli, Oya’nın İnci’nin Fatoş’un gününün içinden meselleri olan kitaplar. Çocukken bir zamanlar arı olmak isterdim. Mutlaka okuduğum bir kitaptan etkilenmiştim. Bambi’nin annesiz babasız kalması beni ağlattığı için bir geyik olmayı hiç istemedim.
Mavi ciltli Milliyet Çocuk kitaplarını, Doğan Kardeş yayınlarını unutamam. Define Adası, Heidi, Küçük Kadınlar, Mohikanların Sonu, Sokak Çalgıcısı… Bana dünyanın kapılarını açarken, hayal gücünün sınır tanımayacağını gösterdiler. Büyüdüğümde, önce dünyanın yeni bir Define Adasına yer bırakmayacak biçimde keşfedildiğini gördüm burukluk içinde. Sonra ise dünyanın sürgit değişkenliği içinde hiçbir biçimde tam keşfedilemeyeceğini gördüm sevinçle. Sağolsun kitaplar, sorgulamanın, anlamlandırmanın, yaratmanın kapılarını sonuna kadar açtılar.
Çocukken okuduğum ilk yetişkin kitabı Gorki’nin Ana’sı idi. Faruk Nafiz Çamlıbel’in Han Duvarları’nı 1970li yıllarda Sevim ablam armağan etmişti. Eskimez, yıkılmaz o Han Duvarları değerlilerim arasındadır.
Yıllar geçip de büyüdükçe, müzik kasetleri, sonraları CDler, genç kızlık dönemlerimde kızlara takılar, erkeklere gömlekler de verdiğim ya da almaktan hoşlandığım armağanlar arasına girdi. Her zaman zevkli ve kolay bir iş değildi ama. Güzel bir armağan ararken dizi dizi dükkanlar, çıldırtıcı çeşitlikteki giysiler, takılar, kokular arasında insan serseme dönebiliyor. Zaten herkesin herşeye ulaşabildiği, alım gücünün sunumun neredeyse sonsuz çeşitliliğinde kendine mutlaka uygun bir yer bulduğu çağımızda, alışveriş sıradanlaştı. Bir armağana ulaşmak çok kolay ama o özel, anlamlı, değerli armağana ulaşmak çok zor.
Öyle olunca son yıllarda kitaplara döndüm yine. Kitap armağan ediyorum. Şanslıyım ki bana kitap alan dostlarım da var hala. Ama tüm tüketim maddelerini vuran çılgınlık kitapları da bulmuş. Okuyucudan çok yazan var. Nitelikli bir yayına, okuyucunun elinden düşmeyecek doğru kitaba ulaşmak biraz çetrefilli. Zaten öyle vitirini ile rafları ile yol gösterecek doğru düzgün kitapçı da yok artık. Yanlış bir kitabı eline almaksa çok tehlikeli. İnsanın kitaba sevgisini, okuma zevkini köreltebilir, okumaktan soğutabilir.
Gerçi hiç yanılmayacağımız, zamana direnmiş, insanın evreninin dokusuna sinmiş kitaplar var. Onların neler olduğunu bulmak da onlara ulaşmak da çok kolay. Bizi yanıltmayacaktır klasik yazarlar, eski yayınevleri. Klasikleşmeye aday çağdaş yazarlar, yayınlarına güvenebileceğimiz yeni, değerli yayınevleri de var.
Sözde özlü sözlerin havalarda uçuştuğu, herkesin bir şair bir yazar bir gazeteci olduğu sosyal paylaşım alanlarından biraz geri çekilip, pinpon topu gibi oradan oraya çarpılıp, çırpınıp durmak yerine, iyi bir kitabın sayfalarında insanın anlam denizine dalmak çok daha doyurucu olmaz mı? İyi bir kitap yıllara, yollara, hallere inat dostluğunu esirgemez asla.
Şu anda okumanın, yaşamanın, kendini anlamanın neresinde olursak olalım, kitaplara dönmek için geç değil. Hele çocuklarımıza yepyeni düşler, dostlarımıza yeni dostlar armağan etmek için asla geç değil.
Bu kadar sözü edip de kitap önerisinde bulunmamak olmaz elbette. Ama bulunmayacağım. Yalnızca kitaplarınızı iyi seçin ki okumaktan soğumayın diyebilirim. Eğer okumayı sevmiyorsanız kitabınızı bulamamışsınız demektir. Başka hiçbir nedeni yok. Vazgeçmeyin. Kitabınızı arayın.