A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Türban Söylemiyle Sömürülen İslam ve Aldatılan Türk Toplumu

Kategori Kategori: Felsefe | Yorumlar 0 Yorum | Yazar Yazan: Prof.Dr. Şahin Filiz | 14 Mart 2008 12:27:44

'Tesettür', 'örtünme', 'çıplaklık', 'namus', 'dindarlık', 'özgürlük', 'kadın hakları', 'iffet' gibi iki ucu keskin tüm kavramlar, bu konjonktürün dayatmasıyla başörtüsü ile ilintilendirilmiş; öyle ki başını örtmek iman-küfür ilişkisinde kırmızı çizgiyi belirleyen bir uygulama olarak telakki edilmiştir.

Oysa başörtüsü, yüklenen siyasal, sosyal ve hukuksal anlamları dışında, teolojik ve antropolojik olarak yalnızca bedenin bir parçası olan baş’ın örtülmesi anlamına gelmektedir ve dinimizce farz olduğu kesin olarak söylenemeyecek bir uygulamadır. Ama bu başörtüsü söylemi, tüm bedenin örtülmesi, iffet ve namusun korunması, kadının kutsanması ya da aşağılanması ve özgürleştirilmesinden tutun, inanıp inanmamada bir ölçüt sayılmaya kadar vardırılmıştır. Kadının avreti ve mahremiyetini dile getiren biricik simge sayılmış; diğer yandan da, “cariyeler” bu ‘namus ve iffet simgesi’ne -belki de daha az kadın addedildikleri için- layık görülmemişlerdir.
          
 
İnsan Felsefesi ve Kadın
 
Sokrates’ten sonra insanı ve onun varoluş tarzını düşünce ve eylemin temeline yerleştiren felsefe, Descartes’ın yerinde deyimiyle, “medeniyetin ölçüsüdür”. İslam Felsefesi de, bir bilim ve felsefe disiplininin bitişmesinden oluşan İslam düşüncesi ve tarihinin özel ve özgün adıdır.  İslam Felsefesi, İslam Düşüncesi Tarihi içinde, IX.-XIII. Yüzyıllar arasında yaklaşık dört yüzyıllık bir medeniyetin dile getirilişidir. Bu medeniyette de, tıpkı Batı’da olduğu gibi, belki ondan daha çok, insan odak alınmış; din bile, “nasılsa, öyle” yaratılan, var olan insan ve insan sorunu çevresinde biçimlenmiş, biçimlendirilmiştir. İnsanın kendi varlık özelliğinden başlayarak din, Tanrı ve Tanrısal buyruklar, insan için, insana göre ve insandan dolayı belirlenmiştir. XIII. Yüzyılda ise, insan kendinden, dolayısıyla Tanrı’sı ve dininden kopartılmış; tıpkı, Tanrı’nın insanın belirlemesine bıraktığı doğa gibi, insan da kendisini, felsefesiz bir tarihin betimlediği mevhum, yarı-insan-yarı erkek bir tanrıya ve onun yukarıdan belirlemelerine bırakmıştır. Artık bu yüzyıldan sonra felsefesiz bir din, felsefesiz bir tanrı ve nihayet felsefesiz bir insan vardır. Düşüncenin ve bilimlerin temeli olan felsefe, İslam dünyasında dinsizliğin kaynağı olarak suçlanmıştır. Oysa asıl sorun, felsefesiz bir dinin, varlığını, tüm insani yapı ve özelliklere dayatmasıdır.
                                               
 
Kur’an’ın ilgili ayetlerine bakalım: “ Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten (benlik, töz, zat, öz) yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinize saygısızlıktan sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’ın ve yakınların haklarına riayetsizlikten sakının”.[1]
 
“Tek bir nefis” (nefsun vahide), ne erkek ne de dişidir. Çünkü ondan erkekler ve kadınlar türetilmiştir. Çift kutuplu bir cinsiyet özelliği taşıyan tek nefs, Kur’an’ın kadın ve erkeği ontolojik olarak eşit gördüğüne ilişkin en açık kanıtlardan biridir. İslam öncesi Arap toplumu, bu ayrımı ontolojik olarak yapıyor; kadınları insan tanımı içinde görmüyordu. İslam bu ilkel ve klanik bakışı kökünden değiştirdi. Hz. Ömer’in bu konuda ne kadar açık yüreklilikle itirafta bulunduğunu; kadınları insandan bile saymadıkları günleri hatırladığını hemen belirtelim.
Kadınlar sizin, siz de kadınların örtüsüsünüz”[2]  ayeti, erkekle kadının ahlaki ve insani yönden birbirini tamamladıklarını; kadınlar erkeklerin benzerleridir (birbirinin yarısıdır)[3] hadisi de, varoluşsal birlikteliği teyit etmektedir.
 
Bu denli açık ifadeleriyle  Kur’an, erkek ve kadınları her durum ve iş konusunda teker teker anmakta ve insan tanımının, ancak ikisinin bütünlüğü göz önüne alınınca, mümkün olabileceğine işaret ederek, detaylandırmaktadır: “Doğrusu erkek ve kadın Müslümanlar, erkek ve kadın müminler, Allah’a boyun eğen erkek ve kadınlar, (O’na) gönülden bağlanan erkek ve kadınlar, oruç tutan erkek ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, Allah’ı çok anan erkekler ve kadınlar, işte Allah bunların hepsine bağışlanma ve büyük ödül hazırlamıştır.”[4]
                         
 
Yüce Tanrı’nın her insan yaratılışına yerleştirdiği örtünme duygusu ve dürtüsü, teolojik ve felsefi temelinden oynatılarak, başörtüsüne indirgenmiş; Kur’an’da çıplaklık, “avret-i muğallazaya (arka ve ön)’ya dikkat etmemek; bedenin bu kısımlarını örtmemek iken, başörtüsü söylemi, başı ve saçı da bu kısımlara dahil etmiştir. Başörtüsü söylemi, bedenin ön ve arka kısımlarını örtmenin doğal ve dinsel gereğini gölgeleyecek kadar, örtü ve örtünmenin yerini tutar olmuştur.
 
           
           
Başörtüsü Söylemi Karşısında Kadın Ne Kadar İnsan?
Batı Aydınlanma çağının fikirleri ve sanayi medeniyeti ile modernliğin tanımını ve liderliğini üstlendikçe, Doğu toplumları iktidarsızlaşmış ve kendi yerlerini ve tarihlerini Batı modeline göre belirlemek zorunda kalmışlardır. Modernliğin karşısında özellikle İslam toplumları kendi yapısal ve içsel süreçlerini yenileyemedikleri için, kültürel şizofreni yaşamaya başlamışlardır. Kadın, İslam ve modernlik arasındaki uzlaşmaz görünen simgeyi oluşturması bakımından odak noktasını teşkil etmiştir.[5]
             
Bu sözde hadis, bütünüyle Kitab-ı Mukaddes’ten aktarılmıştır. Bu teolojik bir plagiarizme en iyi örneklerden birini oluşturur.[6]  Diğer bir nokta, kadın her an erkeğin gözetimi, terbiyesi ve denetimi altında olmaya mahkum ikincil bir varlıktır. Nedeni, erkeğin sadece bir kaburga kemiğinden yaratılmış olmasıdır. O, erkeğin önemsiz bir parçasından var edilmiştir. Bu söz, Kur’an’a tamamen ters düşer. Kur’an’da ise yaratılışın, erkek için de kadın için de tek bir nefisten olduğu gerçeğini bu noktada yeniden hatırlamakta yarar vardır.
Kadınların insan olduğunu kabul etmemek için onu, Kur’an’ın verdiği temel insan haklarından yoksun bırakan bu yapay gelenek, bazı tasavvufi eserlerde de sürdürülmüştür. Hala da sürdürülmektedir. Zamanının kadınları hakkında acı bir dille konuşan Takıyüddin Huni (ö. 1426), “ İnsanlığın en ikiyüzlüleri kadınlardır. Zekalarının, dinlerinin ve kanaatlerinin zayıflığından ötürü imanları noksandır”,[7] demektedir.
 
Bir başka örnek:
            “Cehenneme baktım ve cehennem ehlinin çoğunun kadın olduğunu gördüm. Cennete baktım. Cennet ehlinin pek azının kadın olduğunu gördüm..” [8] Hz. Peygamber’e saygısızlık pahasına nispet edilen daha buna benzer pek çok söz vardır. Öyle ki, İslam dünyasında kadını aşağılayan görüşler, gittikçe herhangi bir dini kaynağa referans vermeye gerek duyulmadan genel kabul düzeyinde kesin yargılara dönüşmüştür. Bu yargılar Türk din anlayışını da etkilemiş; kadına değer atfeden Türk kültürü, kadın düşmanlığını savunan dogmalarla gölgelenmiştir. Buna en çarpıcı örnek, XII. Yüzyılda Yusuf Has Hacib’in kaleme aldığı Kutadgu Bilig’de yer alan akıl ve din-dışı kadın aleyhtarı görüşlerdir. Yusuf Has Hacib şunları söylüyor:
            “Kadını baş boş bırakma, kapıyı kapalı tut; insana her türlü uygunsuzluk kadından gelir.”  (Beyit no:1303)
            Bu sözler, hadis formunda intikal eden kadın aleyhtarlığını kutsallaştırma çabalarının yargı kalıbına girdiği görüşleri yansıtmaktadır. Buna benzer bir çok örnek vermek mümkündür, ancak sorunun aydınlatılmasında bu kadarı kafidir.
            Kadın, varlık tarzından, din ve Tanrı ile olan ilişkisine kadar bu yapay gelenek tarafından hırpalanmıştır. Varlığı, insan varlığı olarak tanımlanmadığı gibi, dini ve imanı da sorgulanmıştır. Bu tespitler, başörtüsü söylemi ve bu söylem üzerinde, Tanrı ve dini bile gölgeleyecek kadar ısrar edilmesindeki mantık örgüsünü ve zihin anatomisini ortaya koymak açısından son derece önemlidir.
            Sorumuza gelelim. Gerçekten, varlık alanında bir kaburga kemiğinden ibaret görülen kadının, tıpkı insanlığı gibi, aklı ve dini de mi eksiktir?
            “Ebu Said el-Hudri’den: Bir Kurban veya Ramazan Bayramı’nda Peygamber musallaya çıktı. Kadınlara rastladı ve onlara: “Ey kadınlar topluluğu! Sadaka verin. Zira, cehennem halkının çoğunun sizler olduğu bana gösterildi” , buyurdu. Onlar: “Neden, ya  Rasulallah?” diye sordular.  Peygamber: “Çünkü siz çokça lanet eder ve kocalarınıza küfran-ı nimet  (nankörlük) edersiniz. Kendini denetleyebilen dikkatli ve tedbirli bir erkeğin aklını, sizin kadar aklı ve dini eksik hiçbir kimsenin çelebileceğini görmedi”, buyurdu. Onlar: “Nedir dinimizin ve aklımızın eksikliği ya Rasulallah?” dediler. Hz. Peygamber: “Kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı değil midir? Onlar “Evet” dediler.Peygamber,“bu aklınızın eksikliğinden.  Kadın hayız (adet) gördüğü zaman namaz kılmaz ve oruç tutmaz değil mi?” buyurdu. Onlar: “Evet” deyince, Peygamber, “ işte bu da dininizin eksikliğindendir,” yanıtını vermiştir.[9]
 
 
Kur’an’a ve Hz. Peygamber’e karşı devrim olarak berkitilen bu yapay gelenek, şaşırtıcı biçimde hemen her hadis külliyatında eksiksiz biçimde yazıya geçirilmiştir. Buradaki diyaloga dikkat edersek şunları görürüz. Kadınların sadaka verebilmeleri için, kocalarının kazançlarından başka kendileri ekonomik güç ve özgürlüğe sahip olmaları gerekir. Oysa, kurgulanan kadın tiplemesinde, mirastan erkeğe nispetle yarı yarıya pay sahibi olan kadının, kocası gibi geçim için çalışmasının gerekli olmadığı ve ekonomik sorumluluğun da erkeğe ait olduğu yazılır. Hele kadın, kocasının izni olmadan dışarı bile çıkamadığı tezini dikkate alırsak, bir kadının kendi inisiyatif ve tasarrufunda sadaka verebilecek bir ekonomik güce sahip olması düşünülemez.. Bunu her İslam ilmihalinde ya da dini eserlerde bulmak mümkündür. O takdirde, ikisinden biri yanlıştır. Ya kadın da çalışıp kazanmak ve kendi kazancından sadaka vermek zorundadır, ya da buradaki emir yanlıştır. Çalışıp kazanma zorunluluğu olmayan kadına, sadaka vermediği gerekçesiyle cehennemin yolunu gösteren bu hadis, temelden yanlış olmalıdır.
 
 
Çokça lanet etmek ve nankörlükte bulunmak, kadından sadır olduğunda, küçük ahlaki kusurlar olmaktan çıkmakta, kişiyi cehennemlik yapmaktadır. Hatta bir cinsi çoğunluk itibarıyla cezalandırmaktır. Bu ise İslam’ın adalet anlayışıyla bağdaşmaz.
 
 
Hayız görmek, Tanrı’nın kadınlara verdiği bir ceza olamaz. Kadın bundan dolayı dinen eksik sayılırsa bu açıkça insanüstü bir adaletsizlik değil, insanın insana reva gördüğü bir nefretin sonucu olabilir. Hz. Peygamber’in yaratılıştan gelen kadınlara özgü bu hali, eksiklik saymasını düşünmek insafsızlık ve mantıksızlık olur.
Şahitlik, İslam öncesi insan bile sayılmayan kadına tanınmış henüz başlangıç noktasındaki haklar manzumesindendir. Bu yüzden aklının eksik olduğunu iddia etmek, kadını ilkel anlayışa geri sürmek anlamına gelir.
             
 
Başörtüsü bağlamında kadın odaklı tartışmalar, İslam düşüncesi içinde insan felsefesi yöntemi dışında geliştiği için, artık kadın eşek ve kara köpekle bir tutulur olmuştur: “İnsanın (doğal olarak erkeğin-ş.f.) namazını eşek, kadın ve kara köpek bozar. Abdullah b. Es-Samit dedi ki: Ey Ebu Zer, Neden kara köpek de, kırmızı ya da küçük köpek değil? Ebu Zer: Ey kardeşimin oğlu, bunu Peygamber’e ben de sordum. Demişti ki: “ Kara köpek, şeytandır.” [10]   Hadis sahteciliği ile bazı kayıtlarda kadının niteliğine de işaret edilmiştir: “Hayızlı kadın ve kara köpek namazı bozar”.[11] Kendi cinslerinin, hem de Hz. Peygamber’in adı kullanılarak bu derece aşağılanıp tahkir edilmesi, raviler (hadis rivayet edenler) arasında bile dayanılmaz noktalara gelmiş[12],  Aişe uyurken Hz. Peygamber’in onu rahatsız etmeden  başlattığı namazına devam ettiği yine bizzat kendisi, hem de kadınları köpekle bir tutan rivayetlere isyan ederek[13] bildirmiş ise de, bu kafa karışıklığı sonuçta kadının insani varlığını yadsıyan inanç ve kanaatlerin bugüne kadar kuvvetlenerek intikalini engelleyememiştir. Çünkü Hz. Peygamber’in kadınlara devrim niteliğinde tanıdığı insan olma ve insan gibi yaşama hakkı [14], ibadet hakkı [15] birbiriyle çelişkili rivayetler ve bu rivayetlerin sonuna kadar savunucusu olanlarca hazmedilememiştir. [16] Kadınların mescitlere yani camilere bile gitmelerini onların doğal hakkı gören Peygamber’in bu geleneği, ülkemizde bile hala hazmedilebilmiş değildir. Atatürk 2 Şubat 1923’de İzmir’de halk ile yaptığı konuşmasında bu hazımsızlığı bir an önce Türk ulusunun aşması gerektiğine işaret etmişti. Atatürk’ün bu sözleri günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Atatürk’ün Hz. Peygamber’in uzak vizyonunu dile getiren bu ileri görüşlülüğü, henüz ülkemizde tam olarak anlaşılmış değildir.[17]
 
 
İslamiyet kadını cehaletten ve insanlık dışı konumdan kurtarmaya dönük devrim yaratırken, kadınların bu konumunu hazmedemeyen söz konusu öfke, çağlar boyunca şekil ve içerik değiştirerek şiddetlenmiştir: Adı, kadını tüm insani ve sosyal haklarından dolaylı ama etkili bir biçimde yoksun bırakan başörtüsü söylemi.
            “Tesettür, haya ve namusu korur. Tesettüre riayet etmemek, cinsel serbestiye, bu da fuhuş ve ahlaksızlığa, bu da kapitalist ekonomik sistemin ürettiği kozmetik sanayiin gelişip serpilmesine yol açar….
            Açılan kadınlar hayvani hislerle, kapanan kadınlar da insani hislerle meşgul olurlar….
            Kadının güzelleşme isteği ve eğilimi çevre faktörüne bağlıdır. Yaratılışındaki dürtü değildir. Örtünmemek, bedeni her erkeğe peşkeş çekmektir.”[18]
 
 
Ayrım çok açıktır. Örtünenler ve örtünmeyenler. Bu tip ayrım, ne İslam öncesi Cahiliye döneminde ne de İslam’ın ilk asırlarında vaki değildir. Örtünmenin alamet-i farikası, bu görüşe göre, başörtüsüdür. Örtünmemek de başörtüsü takmamaktır. Çünkü, kadın ya da erkek, Tanrı’nın yaratılışlarına ve doğalarına yerleştirmiş olduğu temel örtünme duygusunu zaten taşımaktadır. Adem ile Havva’nın, açılan kaba avret yerlerini örttüklerine ilişkin ayet bu hakikati vurgulamıştır.
            “Şeytan kendilerinden gizlenmiş olan ayıp yerlerini onlara göstermek maksadıyla Adem ve eşine vesvese verdi. ‘Rabbiniz, birer melek ya da ölümsüz kişiler olursunuz diye bu ağaca yaklaşmanızı size yasakladı. Ben ikinize de öğüt veriyorum’ diye yemin etti. Sonuçta şeytan onları ayartarak yasak meyveye yönlendirdi. Adem ile eşi, yasak meyveden tadar tatmaz ayıp yerlerinin (sev’at) farkına vardılar. Derhal cennet yapraklarıyla oralarını (ağır avret kısımlarını) örtmeye koyuldular…[19] 
 
Örtünme duygusuna her iki cinsin de aynı tepkiyi vermiş olmaları bu yaratılış gerçeğini kanıtlamaktadır. Yoksa, Havva başını da örttü kaydı mutlaka belirtilmiş olurdu. Başörtüsü söylemlerine Sümerlere, Hititlere ve İsrail oğullarına kadar tarih biçenler, ellerinin altındaki bu ayette, özellikle başörtüsünün neden belirtilmemiş olduğunu görmezden gelmektedirler.
           
            “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve (öteki) bütün mümin kadınlara (toplum içine çıktıklarında) dış kıyafetlerini üzerlerine almalarını söyle: bu, onların (temiz kadınlar olarak) tanınmalarını ve rahatsız edilmemelerini temin eder. Ama unutma ki Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır.”[20] 
 
Örtünme, İslam öncesinde kadınlar için hürlük ya da cariyelik konumlarını belirleyen bir simgedir. Bu ayette, Peygamber eşlerinin, kızlarının ve İslam’ı kabul etmiş tüm mümin kadınların, dışarıya çıktıklarında dış giysilerini üzerlerine almaları emredilmektedir. Çünkü kadın dışarıya dış elbisesini almadan çıktığında, cariye sanıp rahatsız ediliyordu. Toplumsal bir kategori olarak yerleşik uygulamanın kurbanı cariyenin dezavantajlarıyla sokakta karşılaşılmaması için bu ayetin uyardığı bildirilmektedir.[21]
 
 
Kur’an, bu ayette aslında yerleşik toplumsal bir yara olan cariyelik geleneğini yıkmak için, kadınların kıyafetlerine çeki-düzen vermelerini istemiştir. Eğer böyle bir ayrımın bulunmadığı bir topluma seslenmiş olsaydı, güçlü olasılıkla özellikle dış elbise giyerek dışarı çıkılması emredilmezdi. Çünkü ayetin illeti (inişine dayanak teşkil eden neden) ortadan kalkmış olurdu.
 
 
Bazı Kur’an yorumcuları (müfessirler), bu ayete dayanarak kadının kimliğini gizlemesi ve ayak takımının tacizleri sırasında tanınmamaları için çarşaf giymeleri gerektiği hükmüne varmışlardır.[22]  Oysa dış elbiseyi çarşafla tefsir etmek son derece yersizdir. Çünkü ayette dış elbise, zaman ve koşulların belirlediği, örf ve geleneğin hoş gördüğü elbise tarzı olmak bakımından kişinin kendi seçimine bırakılmıştır.
 
 
Örtünmenin tarzı ve başörtüsünün dini bir temele dayanıp dayanmadığına ilişkin ayrıntıları daha sonraya bırakalım.
            Fahreddin er-Razi (ö. 606/1209) 24 Nur 31. ayette geçen “ziynetlerini göstermesinler” kısmını tefsir ederken şu görüşü savunur.  “İslam bilginleri, ayetteki ‘kendiliğinden görünen yerler dışında ziynetlerini göstermesinler’ ifadesinin sadece hür kadınlarla sınırlı olduğu konusunda uzlaşmışlardır. Zaten ifadeden bu anlamın kastedildiği açıktır. Çünkü cariye, bir maldır. Dolayısıyla alınıp satılırken ihtiyatlı olunması gerekir. Bu da ancak ona iyiden iyiye bakılmasıyla olur. Oysa hür kadınlar için böyle bir durum söz konusu değildir.”[23] 
 
XIII. yüzyılda yaşayan çok önemli bir Kur’an yorumcusu, ayetin yorumundan cariyelerin “mal” olduğu sonucunu rahatlıkla çıkarabilmektedir. İslam’ın gelişinden itibaren yüzyıllar geçtiği halde, kaldırılmak istenen bu meş’um gelenek, klasik tefsirlerle yaşatılmıştır. Ancak cariye olmamak ve cariyelikten kurtulmak için, kadın olmak hatta Müslüman kadın olmak bile yetmemiştir. Çünkü cariyelerin Müslüman olup olmamaları fark etmemektedir. Günümüzde bile bu ilkel sosyal sınıfın varlığını, teorik düzlemde hem de İslam’a dayanarak savunanlar hayli fazladır. Örneğin çağdaş İslam fıkıhçılarından Vehbe ez- Zühayli, cariyelerin hür kadınların statüsünde olmadıklarını ve avret mahallerinin diğer kadınlardan farklı olarak, aynen erkeklerinki gibi, diz kapağı ve göbek arası yer olduğunu söylemiştir.[24] Cariyenin avretinin göbek ile diz kapağı arasında olduğu şu rivayete dayandırılır: “Peygamber buyurmuştur: Biriniz kölesini veya cariyesini ya da işçisini evlendirdiği zaman, artık onun göbeğinin altına ve dizinin üstüne bakmasın” [25] Demek ki, efendi, evlendirinceye kadar cariyesinin istediği her yerine bakabilmekteydi. Böylece, örtünme konusunda cariyelerin hür kadınlardan farklılığı İslam öncesinden gelen bir geleneğin devamı olarak sürmüştür. [26]
 
 
Cariyelik geleneğine bağlı olarak Kur’an’ın o zamanki örfe dayanarak yaptığı kılık-kıyafet düzenlemesinin geçerliliğini koruması, bu geleneğin yaşatılması ya da yaşatılmaması ile doğrudan ilgili bulunmaktadır.
 
 
Dini literatürde yer alan rivayetler, başörtüsü söylemiyle cariye ile hür kadın arasındaki ayrımı kökleştirmiş; bu sosyal ve sınıfsal ayrım günümüzde başörtüsünün dini gerekçesine temel oluşturmuştur.
 
 
İbn Ömer’e göre, satışa çıkarılan cariyenin hürmeti (dokunulmazlığı) olamaz. Çünkü o bir maldır; dolayısıyla göğsüne, karnına, arkasına, bacaklarına bakmak ve dokunmak caizdir.[27]  Alınıp satılan mal olan cariyelerin, kadın olmaları, hele “örtünmeyi hak edecek hür kadın” statüsüne yükselmeleri mümkün değildir. Ömer’in, huzuruna gelen dış giysili  (cilbablı) cariyeyi, hür kadınlara benzeme hakkı olmadığı gerekçesiyle, başına vurarak dövdüğü ve başını açtırdığı rivayet edilmiştir. Halifeliği döneminde cariyelerin başlarını örtmelerini yasakladığı da gelen haberler arasındadır. Ebu Musa el-Eş’ari’nin de cariyesini cilbab (dış elbise) giydiği için dövdüğünü yine başka bir rivayetten öğreniyoruz.[28] Neredeyse tüm rivayetler bu yöndedir. [29]
 
 
Cariyelere reva görülen sözde dini gerekçelere dayalı bu muamele, İslam rasyonalizmi ve sağduyulu akademik bir ciddiyetle eleştirilecek yerde, savunulmuş; hürlükleri hangi gerekçeye bağlı olarak belirlendiği meçhul bulunan kadınların taciz edilmemesi için cariyelik bir araç olarak meşrulaştırılmıştır. [30] Bu yaklaşıma göre, hür kabul edilen kadınlar dışında herkes birbirinin, cariye olarak tuttuğu kadınına rahatlıkla sarkıntılık edebilir sonucu çıkarmak için kafa yormaya gerek kalmamaktadır. Bu ise, İslam’la ve Peygamber’in yaşam felsefesiyle esastan çatışır.
 
 
İnsan aklını, insaf ve iz’anını darmadağın eden bu yargılar, kadın cinselliğinin hangi boyutlarda din adına sömürüldüğünü; bu sömürge zihniyetinin günümüzde başörtüsü şeklinde nasıl tecelli ettiğinin yapay geleneksel art alanını oluşturmaktadır.
 
 
Deyim yerindeyse, kadın ve örtünme konusunda birbiriyle bu kadar çelişen, insan akıl ve havsalasını bu denli dumura uğratan; kadını insandan aşağı, cariyeyi de kadından aşağı gören bu bir yığın rivayet keşmekeşi, İslam’ın kadına bakışını gölgelemiştir. Bu çelişkili ve onur kırıcı rivayetler, zaman zaman fark edilip yumuşatılmaya çalışıldıkça iş daha da karmaşık bir hal almış, çığırından çıkmıştır. Cariyelerin neden örtünmeleri gerekmediği sorusu, efendilerine hizmet için sık sık dışarı çıkmak zorunda kaldıklarından onları örtünme zahmetinden kurtarmak içindir, gibi, özrü kabahatinden büyük, mantıksız, insafsız ve cahilce yorumlar yapılmıştır.
 
 
Eğer kadınların saçından tırnağına kadar avret sayıldıkları için örtünmeleri farz kılınmış olsaydı, bu da sırf kadın veya Müslüman kadın olmalarına bağlı bulunsaydı, hür kadınlar için ayrı, cariyeler için ayrı avret-mahremiyet ölçüsü konulabilir miydi?
 
 
Acaba cariyelerin varlığı ve cariyelik kurumunun devamı, hür kabul edilen kadınlar ya da bu sınıfa girmeyi hak kazanan kadınlar karşılığında topluma sunulan kurbanlar mıdır?
 
 
Başörtüsüyle ilgili olduğu iddia edilen 24 Nur 31. ayet inmeden önce,  Ebu Zekeriya el-Ferra (ö.207/822)’ya göre kadınlar, İslam öncesi dönemde başörtülerini arkalarına salıverirler ve ön taraflarını (boyun ve yakalarını) açarlardı. Bunun üzerine Müslüman kadınlar tesettürle emir olundular. [31] Başka bir rivayette, “kadınlar başörtülerini(aslında örtülerini-şf) yakalarının üzerine kadar örtsünler” (24 Nur 31) ayeti indiğinde, “Ensar kadınlarının başları üzerinde adeta kargaları andıran (siyah) örtüler olduğu halde evden dışarı çıktıkları[32] öne sürülmektedir.
 
 
Karga başlı’ kadınlar arasında cariyelere yer verilmemiştir. Ayrıca, kelimenin tam anlamıyla kaba avret yerlerini örtecek, hatta cenazeleri defnedecek zorunlu örtü veya giysinin bile güç-bela tedarik edildiği Hz. Peygamber döneminde, kara çarşafın farz olduğu yanılgısına iten bu rivayetler, rastlantısal değildir.
 
 
Kadını neredeyse salt kadın olduğu için insanlık onurunu hazmedemeyen, canı sıkılınca onu cariye sınıfına dahil ediveren sığ dünya görüşü, insanın Kur’an’da belirtilen fıtri örtünme duygunsunu istismar ederek, kadını ardı arkası gelmez örtünme emri adı altında dini bir sıkıyönetime tabi tutmuştur. Örtünme, gittikçe çarşaf koşuluna, çarşaf da, tek göz dışında peçe ile birlikte tüm vücudun tepeden tırnağa örtülmesi talimatına bağlanmıştır. Asırlar geçtikçe bu keyfi yorumlar, artık dinin, Kelime-i Şehadet’i bile gölgede bırakan bir emri olarak insanların zihinlerine kazınmıştır.
 
 
“Hür-cariye” ayrımını savunmak, örtüden çarşafı, örtünmeden de tek göz dışında tüm bedenin kapatılmasını anlamak ve bunu iman-küfür çizgisi olarak belirlemek, “örtülü ya da örtüsüz, başörtülü ya da başörtüsüz herkese özgürlük” iddia ve istemini inandırıcılıktan uzaklaştırmaktadır. Örtünmemekten kasıt, başörtüsüzlük olarak bilinmekte ve çıplaklık başörtüsüzlükle özdeşleştirilmektedir. Hatta öyle ki, başörtüsü, karma eğitimi onaylamamanın bir simgesidir. Başı örtmemek, her türlü ahlaksızlık ve fuhşa davetiye çıkarmaya aday olmak anlamına gelecek şekilde yorumlanmıştır:
           


[1] Kur’an-ı Kerim, 4 Nisa 1.
[2] Kur’an-ı Kerim, 2 Bakara 187.
[3] Ebu Davud, Taharet, 95; Tirmizi, Taharet, 82; Darimi, Vudu, 75; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI/256.
[4] Kur’an-ı Kerim, 33 Ahzab 35.
[5] Bkz. Nilüfer Göle, Modern Mahrem, Metis Y., İst. 1994, s. 13, 14.
[6] Bkz. The Holy Bible, Thomas Nelson Publishers, Nashville, Tennessee 1989, Genesis 2/18-25, s. 2.
[7] Kelabazi, et-Taarruf, s. 20 (aktaran: Margareth Smith, Bir Kadın Sufi: Rabia, s. 173).
[8] Kutu’l-Kulüb, s. II/238 (aktaran: Margareth Smith, Bir Kadın Sufi: Rabia, s. 172).
[9] Buhari, Hayz, 6; Zekat, 44; Muslim, İman, 132; Ebu Davud, Sünnet, 15; Tirmizi, İman, 6; İbn Mace, Fiten 19; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/67, 373.
[10] Vehbe ez-Zuhayli, el-Fıkhu’l-İslami ve Edilletuhu, I/764 (Bu hadis, Buhari dışında diğer hadis kitaplarında da geçmektedir).
[11] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Salat, III///, Bab: 109, Hadis no: 109, 703.
[12] Abdullah b. Ömer, Hz. Peygamber’in, kadınların geceleyin mescide gitmelerine engel olmayınız, onlara izin veriniz şeklindeki rivayetine oğlu Mücahid  karşı çıkınca, “ Ben, Hz. Peygamber onalar izin veriniz buyurdu diyorum, sen onlara izin vermeyiz deyip duruyorsun”, diyerek onu azarlamıştır. Bu rivayet için bkz. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Salat, II/401, Bab:52, Hadis no: 568; 567.
[13] Bkz. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Salat, III/86, Bab: 111, Hadis no: 711; Aişe’nin kara köpek nitelemesine isyanı hakkındaki rivayet için bkz. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Salat, III/88, Bab: 111, Hadis no: 712.
[14] Kadının dışarı çıkmasın izin veren rivayet için bkz. Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Mütercim: Mehmet Sofuoğlu, Ötüken Y., İst. 1987, Kitabu’t-Tefsir, X/ 4678, Bab: 245, Hadis no: 316.
[15] Kadınların gece-gündüz mescitlere gelmelerine salık veren, cemaate katılmalarını teşvik eden öteki rivayetler için bkz. Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ebvabu Sıfati’s-Salat, II/844, Bab: 81, Hadis no: 118; Kitabu’s-Salat, I/468, Bab: 13, Hadis no: 24, Kitabu’l-Iydeyn, II/937, Bab: 20, Hadis no: 28; Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Salat, IV/272, Bab:239-241, Hadis no: 1143; A.g.e., IV/270, Bab: 239-241, Hadis no: 1141.
[16] Hz. Peygamber’in açık iznini doğrudan yok sayamayan bazı raviler, mescit ve camilere süslenerek, koku sürünerek giden kadınlara öfke duymuşlar, bu öfkelerini de Peygamber’in eşi Aişe’ye söyletmişlerdir. Bkz. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Salat, II/402, Bab: 53, Hadis no: 569.
[17] Atatürk’ün kadının örtünmesi ve örtünme şekli hakkındaki görüşlerini içeren tam metin için bkz. Sadi Borak, Atatürk’ün Resmi yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleyişleri, Halkevleri Atatürk Enstitüsü Araştırma Yayınları, Ankara 1980, s. 162 vd.
[18] Abdurrahman Kasapoğlu,  Kadın Modernizm Örtünme, Esra Y., Konya 1994, s. 9-12, 30.
[19] Kur’an, 7 A’raf 20-22.
[20] Kur’an, 33 Ahzab 59.
[21] Bkz. Konyalı Mehmet Vehbi Efendi, Hülasatu’l-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’an, XI/4467.
[22] Bkz. A.g.e., XI/4467; IX/3718 (Vehbi Efendi  Nur Sresi 31. ayeti tefsir ederken de çarşafın tesettür tarzı olduğu sonucunu çıkarmaktadır.)
[23] Fahreddin er-Razi, Mefatihu’l-Gayb, ty., XIII/2006 (Aktaran: Mustafa Öztürk, Klasik Tefsirlerdeki  ‘Tesettür’ Formu Üzerine, İslamiyat IV, 2001, sayı:2, s. 82).
[24] Vehbe ez-Zuhayli, el-Fıkhu’l-İslami ve Edilletuhu, Beyrut 1989, I/584-593.
[25] Muhammed b. Muhammed b. Süleyman er-Rudani, Cem’u’l-Fevaid, çvr. N. Erdoğan, İst. ty., s. 118.
[26] İ. Hakkı Ünal, Hadislere Göre Kadının Örtünmesi, s. 61.
[27] Muhammed b. Devvas Kal’aci, Mevsuatu Fıkhı Abdillah b. ‘Umer, Beyrut 1986, s. 598.
[28] Bkz. İbn Ebi Şeybe, II/331; Abdurrezzak, III/135-136; Said b. Mansur, Sünen, Beyrut 1995, II/7.
[29] Bkz. Rudai, I/199; İbn Ebi Şeybe, I/91.
[30] Bkz. İ. Hakkı Ünal, Hadislere Göre Kadının Örtünmesi, s. 61 vd.
[31] İbn Hacer, Fethu’l-Bari, Daru’l-Fikr, ty., VII/490.
[32] Bkz. Ebu Davud, Libas, 29; İbn Hacer, Fethu’l-Bari, VIII/490 vd.; Seharanguri, Bezlu’l-Mechud, XVI/489.

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 10 / 6 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar


Henüz Yorum Yazılmamış

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git