Tarihsel açıdan ülkelerin yerleşimlerine bakılırsa bazı kentler sadece topluma değil bütün dünya ülkelerine mal olmuştur. Avrupada bazı kentler vardır tarihe tanıklık etmiştir. Italya‘daki Roma kenti, bir zamanlar büyük Roma Imparatorluğunun merkeziydi. Atina’nın Büyük Iskender’in kurduğu imparatorluğun ana merkezi olarak tarihe damga vurduğunu inkar edemeyiz.
Tarihsel açıdan Hitit Krallığı Anadolu’daki medeniyetin beşiği olarak bilinir. Çivi yazısını kullanan bu krallığın komşu ülkeleri de etkilediğini biliriz.
Bunların dışında bir başka medeniyetin merkezi vardır ki, her ne kadar günümüze kadar yaşamamışsa da, izlerinin kaldığını ve dünyanın 7 harikasından biri olarak anıldığını biliriz. Babil krallığı ve Babilon’un Asma Bahçeleri olarak unutulmayan yerler içindedir. Bilinen en eski kanunların, hatta noterliğin beşiği olarak bilinen bir mekandır.
Osmanlı Devletinin, Doğu Roma İmparatorluğundan aldığı Istanbul kentini, ASİTANE’yi asırlarca olduğu gibi korumuştur. Günümüzde İstanbul’a ihanet edenler hariç, Istanbul bütün dinlerin ibadethanelerinin korunduğu bir mekandır.
Dünyanın başka herhangi bir köşesinden bir semavi din çıkmadığını hepimiz biliriz. Hani Baltik ülkelerinde veya İspanyada bir semavi dinin oluşmadığını, hatta kıta Amerikasında da böyle bir oluşumun meydana gelmediğini bilmekteyiz. Dünyada mevcut semavi dinler her ne hikmetse, dünya ölçeğinde sadece küçük bir üçgen olon bölgede ortaya çıkmıştır.
Aslında Orta Doğu’da bu üçgen içindeki bölgenin aynı zamanda tarih boyunca ticaretin merkezi olduğu da bilinir. Günümüze kadar gelen eski tabletlerden anlaşıldığı üzere, Orta Doğu ülkeleri ve Anadolu’dan ticaret kervanlarının gelip buluştukları bir mekandır semavi dinlerin vücut bulduğu yer. Bir rastlantı mıdır, yoksa ticaretin de bazı ahlak kuralları içinde olması gereği mi doğurmuştur bu sonucu bilmiyorum. Ancak böyle bir bağlantının ihtimali harici bırakılmaması gerektiğine inanmaktayım. Bu üç semavi dinin buluştuğu kent KUDÜS’de ibadet yerlerinin duvarlarla birbirine destek verdiğine de inanmaktayım.
Yaşadığımız yüzyılda ülkeleri yöneten üç delinin birinin, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak ilan etmesini gülerek karşıladım. Amerika’da önemli bir yerde olan dostumu aradım. Bu deli ne yapmaya çalışmakta diye sordum. Aldığım cevap da ilginçti. ‘Bizde inan bilmiyoruz’ dedi.
Fakat bir delinin tek başına, kendi iradesi ile bu kararı verdiğine inanmıyorum. Amerika’yı yöneten güçler, dünyanın kendilerine uzak bir köşesinde mutlaka bir kargaşa çıkarıp, silah sanayilerine destek aramaktalar. Müslüman ülkelerde Ilımlı İslam adı altında ülkeleri yönetmeyi planladılar, Fetullahı maşa olarak kullandılar. Tutmadı. Kudüs’ü İsrail’in başşehri olarak tanımaları da faide vermedi. Bu tanımanın Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda red edilmesinin, dünya ülkelerinin Amerika’ya vurduğu bir Osmanlı tokatı olduğuna inanmaktayım.
Bu adamların Orta Doğu’daki petrol, altın ve uranyuma gözlerini diktikleri aşikar. Şimdi ise sıra hangi planda diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.