Bu kelimeden halkın ne anladığını merak etmekteyim. Siz de benim gibi bu kelimeden milletin ne anladığını düşünüyorsunuzdur. Bir konu nasıl sürdürülebilir olur? Bakın bunun yabancı dilde eş kelimesi ‘sustainable’ olarak geçmekte. Aslında Avrupa Birliği ülkelerinin kalkınma veya enerji konusunu işlerken kullandıkları bir tabir “Sustainable Enerji” Yani planlı bir süreçte yatırımlarla büyüyen enerji ihtiyacına karşılık yapılan enerji yatırımları diye adlandırabileceğimiz bir deyim. Bu tabirlerin kalkınmış veya kalkınmakta olan bir ülke için ne anlama geldiğini iyi anlamak gerekir.
Yıllar öncesine gitmek istiyorum hafızam beni yanıltmazsa. Çocukken babam sabah kahvaltısına Kars peyniri olmadan oturmazdı. Kışın kasap Nihat bize özel sucuk yapardı, bir kaç kilo alınırdı ve bütün bir kış yerdik. Bakkal Hamdi Ağa tezgahın arkasında pastırma kıyar, kimi zaman yarım kilo alınırdı eve. Bolluk ve bereket o tarihlerde mahallede vardı, memur sınıfı olarak düzenli bir yaşamımız vardı. Kasaptan et alındığı zaman önce göz doyardı, sonra sofralar şenlenirdi. Haftada iki kez Sıhhiye’de sempt pazarı kurulur, haftalık sebze ve meyveyi oradan alırdık.
Kimi zaman hammal tutulur bir küfe dolusu sebze ve meyva eve gelirdi. Aslında evde yaşayan çok insan yoktu, valide , peder ve bir de ablam. Amma küfeyle eve gelindiğini çok hatırlarım. Domatesin kokusu, patlıcanın diriliği, biberlerin albenisi bu gün hala beni bu mekana çekmekte. Ancak aynı hazzı, aynı duyguları hissetmem mümkün olmamakta. Türkiye bir zamanlar dünyanın mercimek ambarı, buğday deposu, tütün, pamuk, fındık, meyve ihracaatcısı idi. Hatta ben bile ihracaat konusuna ilk atıldığım tarihlerde, Hollanda’ya pırasa ihraç etmeye kalkışmıştım. Paketlemeyi bilemediğimiz o tarihlerde, çok zorlu günler yaşamıştım. Komşu ülkenin yumurta ihtiyacına cevap vermeye kalktığımda, başıma neler geldiğine ben bile inanamamıştım. Sonra bütün bu konuları bir kenara bırakıp başka işlere devam etmiştim. Yani benim yaptığım ihracaat sürdürülebilir olamadı.
Ülkemde var olan bir çok konunun yavaş yavaş “Unsustainable” yani ‘’Sürdürülemez’’ bir duruma dönüşünü izlemek beni ziyadesi ile üzmekte. Tütün, pamuk, yaş sebze ve meyve, hayvancılık, bütün tarım sektörü hızlı bir şekilde durma noktasına gelirken, ülkemin kalkınma ve büyüme konusu nerede diye merak edildiğini düşünmekteyim.
Bir ülkede büyümenin yabancı ülkelerin Türkiye’deki bankalara yatırdığı kaygan paralarla ölçülmesinin doğru olmadığına inanmaktayım. İşsizliğin arttığı, satılacak milli varlıkların bitip tükendiği bir ortamda, kapanan fabrikalardan dolayı enerji fazlası olan bir dönemde, kimse enerji yatırımı yapmamakta.
Enerji yatırımları sanayide büyüme ile olur, işsizlik bu yatırımlarla düşer. Ülkemizde büyüme olarak telaffuz edilen rakkamların doğru olmadığını ekonomi ile uğraşanlar söylemekte. Aslında bu gerçeği görmek için ekonomist olmaya gerek yok. Ekranlarda, büyük şehirlerde yapılan inşaatlardaki evlerin satılması için verilen ilanlardan anlaşıldığı gibi, biz süratle betonlaşmaya devam etmekteyiz. Ev yapmanın, inşaat yapmanın büyümenin göstergeleri içinde olduğuna inanmamaktayım.
Ülkem artık tarım ürünleri ithal eden, hayvansal gıda ithal eden, sebze meyva ithal eden, yeterince buğday ekimi olmadığından saman bile ithal eden duruma düşmesini üzülerek takip etmekteyim. Nereden nereye geldiğimizi bir düşünün!
Dünyanın kendi kendine yeten 7 ülkesinden biri olduğumuz dönemlerden, 15 sene içinde geldiğimiz yeri iyi değerlendirmemiz gerekir. Aziz Nesin’in tarif ettiği halk konumundan artık çıkmamız gerek. Okyanus bitti, milli değerler yok oldu, satılacak bir Dolmabahçe, bir Topkapı Sarayı, bir de Beylerbeyi Sarayı kaldı. Belki buraların da ipotek edilip para aranmadığını kimse iddia edemez.
Cumhur her seferinde “biz aldatıldık, bizi yanılttılar’’ diye halkın merhametine sığınmakta. Ancak üniversite okumuş bir insanda doğruyu yanlıştan ayırtetme yeteneği olması gerek, bundan yoksun kişiler, her söylenene inanır ve durum sürdürülemez konumuna düşer diye bir sözüm geldi söyledim, hem nalına hem mıhına.