Son bir kaç senedir bütün ülkelerin hassasiyetle üzerinde durduğu tek konu, değişen iklim koşulları ve buna neden olan çevresel etkenler. Aslında insanoğlu doğal yaşamdan çıkıp medeni yaşam yolunda verdiği uğraşılarda, hep yalnız kendini ve yaşadığımız dönemi dikkate almış, gelecek için planlarını ertelemekte hiç tereddüt etmemiştir.
Sanayileşen ülkeler bu gelişim döneminde çevreyi ve yarattıkları kirliliği dikkate almadan gelişmelerini sürdürmüşlerdir. Almanya`dan doğan DONAU, yani Tuna nehri bir tarihte siyah akmaktaydı.
Bu dönem içinde gelişmekte olan ülkelerin, hatta az gelişmiş ülkelerin de seyirci kaldıkları bir hakikattir. Gelişen, sanayileşen ülkelerin diğerlerini sömürme sürecinde dünya inanılması zor bir hızla kirlenmeye başlamıştır. Bir süre kirletmeye devam eden gelişmiş ülkeler, tehlikenin kendilerini de etkileyeceğini anlayınca, konuyu uluslararası bir platforma taşımaya karar vermişler.
20 Haziran 1992de Rio`da Çevre ve Kalkınma konulu bir zirve toplanmış. Bu zirvede ülkeler emisyonlarını 1990lı senelerdeki değerlere indirmeyi kabul etmişler ve bu kararın 21 Mart 1994’de yürürlüğe girmesini öngörmüşlerdir. Türkiye, Afganistan, Andora, Bruney Sultanlığı, Liberya, Filistin ve Somali hariç 186 ülke taraf olmuşlar. Türkiye OECD ülkesi olduğundan hem II. listede hem de I. listede yer almasına karar verilmiş. Bu kararlar verilirken Türkiye itiraz şerhini bile kullanmamıştır. OECD ülkesi olmasına rağmen I. listede bulunan ülkelerin diğer ülkelere Teknolojik ve Mali kaynak vermek mecburiyeti konusunda bigane kalmasını, o tarihteki toplantıya katılan siyasiler bir zafer olarak topluma sunmuş, toplum bunu anlamakta çok zorlanmıştır.
Kyoto protokulü sürecinde II. listede yer alan Türkiye, I. listeden çıkmak için çok çaba harcamış, dış politikamızda her daim yaşadığımız basiretsiz ve istikrarsız tutum neticesinde, ne II. listeden çıkabilmiş, ne de I. listedeki mali sorumluluktan kurtulabilmiş bir durumda, heyetlerimiz bütün konferanslardan olumsuz neticelerle dönmüşlerdir. Hatta bu başarısızlığı bir başarı olarak gösteren Bakanlarımız da bu vebalin altındadır. Bundan 25 sene önce tehlike çanlarının çaldığı, hatta dünya ikliminin alarm verdiğini bizler topluma anlatmaya çalışırken,
- Bize bir şey olmaz, diye konuyu geçiştiren yetkililerin var olduğunu, hatta Enerji ve Tarım Bakanlarından doğrudan dinlediğim oldu. Kutuplarda buzul kütlelerinin yavaş yavaş eriyip yok olmasını ekranlardan seyrederken, boz ayılar için üzüntümün arttığını ifade etmek isterim. Bir nesli tükettiğiniz zaman yerine ne ikame edileceğini düşünmek gerek. Nesli tükenen sadece yer üstünde bizim izleyebildiğimiz değerler değildir.
Yeraltında, yani denizlerde türleri yok olan canlıların da besin zincirinin birer halkası olduğunu unutmamak gerekir. Bu halkadaki bir besin zinciri kırılıp yok olursa, zincirin diğer halkaları bundan çok zarar görür. Aşırı avlanmanın okyanuslarda bir çok dengeyi değiştirdiği muhakkak. Bilim adamları bu dengeyi kurabilmek adına gece gündüz çalışmaktadırlar. Mevcut hali kayıt altına almak için verdikleri uğraşın insan üstü bir gayret olduğuna inanmaktayım.
Bilhassa kapalı bir deniz olan Karadeniz’deki besin zincirinin en altında bulunan canlıların oksijen eksikliğinden yok olmasının başka türlerin ortaya çıkmasına neden olduğu bir gerçektir. Karadeniz’e dökülen akarsuların üzerine yapılan barajlar, derelerin Karadeniz’e taşıdığı bol oksijenli suyu engellediğinden, balık üreme yerlerinin yok olmaya başladığını, her sene tutulan balık miktarındaki azalmadan anlamaktayız.
Bu besin zincirlerinin dışında çok önemli bir göstergesi de doğada yaşayan ve bitkilerin döllenmesine neden olan dünyanın en önemli canlıları olan arıların davranışlarında görülen inanılmaz bozukluklarlardır. Bunları bilim insanlarının tebliğlerinde belirtmekteler.
Yaşadığımız dünyaya ihanet etmenin bedelini insanoğlunun ağır ödeyeceğine inanmaktayım. Çeşitli ülkelerde oluşan çok önemli depremler, okyanuslarda meydana gelen çok büyük boralar, ülkemizde meydana gelen fırtınalar, sel felaketleri bu gidişatın doğru olmadığını göstermekte.
İnsanlık adına bir şeyler yapılmasının zamanı geçti diyemeyeceğim. Her zaman bu konuda yapılabilecek bir kaç adımın olduğuna inanmaktayım. Milyarlar verilip saraylar yapılacağına, milyarlar yetmeyen Diyanete ek bütçe verileceğine bilim ve teknolojiye biraz para ayrılsa da bu konularda bilim insanları araştırma yapsalar, ortaya çözümler üretseler, yetkililer de bunları alıp, odalarını süsleyen kütüphanelere koysalar diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.