Bazı meslekler vardır, kısa zamanda el becerisi olan kişiler, çalışmaları ile o konuda usta olurlar. Bazı meslekler vardır ki aileler çocuklarını önce çırak olarak bir ustanın yanına verirler. Çırak olarak tezgahta çalışan çocuğun eli yatkın ise işe devam eder, değilse dükkanda sadece yerleri temizler. Ülkemizde meslek yongaları tarihsel açıdan çok önemli yerleri işgal etmişlerdir.
Meslek yongaları çırakların, çıraklık sürecinin dolduğunu ve imtihana hazır olduğunu belirler, imtihan eder ve kalfalığa geçişini onaylar. Bu imtihanda çırağın ustasının da onay vermesi gerekmektedir.
Bazı mesleklerde kişiler sadece ilgi ile çalışarak elde edilen beceri sonunda usta olurlar. Bu konuştuğumuz klasik ustalık, alaylı mesleklerde kazanılan beceri üzerinedir. Mektepli mesleklerin çıraklık, kalfalık ve ustalık süreçlerini başka kriterler belirler. Ancak bu mesleklerin içinde birisi vardır ki, bir insanın ömrü bile usta olmaya yetmeyebilir.
II.Dünya Savaşı sonlarına doğru Taranto şehrinde bir harp gemisi kızağa konur. Ancak bu geminin inşaa edilme sürecinde II.Dünya Savaşı, Almanların mağlubiyeti ile son bulur. Ancak geminin yapımı bitirilemez. Boyu 73.8 metre uzunluğunda 12.9 metre genişliğinde olan bu tekneye her biri 1.600 beygir gücünde Sulzer marka iki dizel motor bindirilir. Çift uskurlu olan bu teknenin yolcu vapuruna dönüşümü yapılırken, Ekim 1952 senesinde Istanbul’a remork tarafından çekilerek 3 günde getirilir. 1953 senesinde ise İstanbul şehir hatlarında PAŞABAHÇE adı ile Galata köprüsü ile adalar Yalova arasında sefere başlar.
Bahçe tipli üç vapurdan birisi olan Paşabahçe, uzun yıllar Adalar Yalova hattında yüz binlerce insan taşımıştır. Seyahat sırasında martılar vapurla birlikte uçarlar, çocukların onlara attıkları simit parçasını yakalamak için Galata`dan adalara kadar eşlik ederlerdi. Hatta bu gemide bir çok simalar vardı görebileceğiniz, 18.45 Kabataş kalkışlı Heybeli- Büyükada-Yalova seferinde herkes bu kişileri tanırdı. Tombalacı Lütfi, ‘’Golden ciklet çuklat’’ satan garson Hüseyin, yabancı sigara ve viski satan Küt Necmi gibi karakterler, bu vapurun olmazsa olmazları idi.
1934 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün isteği ile Beykoz’da Cam Sanayi kurulmasına karar verilir. Temeli İktisat vekili Celal Bayar tarafından atılır. Bu kurumun oluşmasına İş Bankası önderlik eder. 1936 senesinde üretime geçen Paşabahçe Şişe ve Cam fabrikası 3000 ton kapasite ile başlayıp, 10 senede 6000 ton yıllık üretim kapasitesine ulaşır. Daha sonra elde yapılan süslü cam eşyalar da bu tesislerde yapılmaya başlanır. Burada çalışan cam ustaları tezgahlara çırak olarak girip, zaman içinde kalfalığa yükselirler. Usta olmaları ömür boyunca sürebilir. Çünkü cam ustaları pek kolay yetişmez ve her yeni üründe bir başka deneyimi yaşar, bu sabırlı cam ustaları.
Cam ustalarının bir çeşmi bülbül eseri meydana getirmeleri sürecinde, camla bütünleşmelerini hayranlıkla seyrederim. Kontrollu metal boru içine verdikleri nefesle, sanki cama hayat verir gibi tezgahta boruyu çevirerek keçelerle onu okşamasını seyretmek doyulmaz bir gösteridir.
Dün Beykoz’da dolaştım. Senelerin koşturmasından yorulmuş Paşabahçe vapuru kıyıya bağlanmış, her tarafı pas tutmuş martıların konduğu bir demir yığını halinde, kendisi için verilecek kararı bekler gibi hüzünlü durmaktaydı. Paşabahçe Şişe ve Cam fabrikasının da kaderi, Paşabahçe Vapurundan farklı değildi. Metruk bir halde olan fabrikanın 60 metre bacasının, sanki tarihe meydan okur gibi ayakta dimdik gururlu duruşunu seyrederken gözlerim nemlendi, manzara bana ağaçların ayakta ölmesini hatırlatı diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.