“Samet, baba demişti” der Asya, sevginin emek olduğunu anladığında. Oğlu “baba” dediğinden değil, Asya’yı her şeyiyle sevdiğinden Cemşit’i seçer. Güzel günler göreceğiz diyen o muhteşem şiirli şarkı marş gibi söylenirken ve sürekli geleceği işaret ederken, orta sınıfın taşrada hizmet etme aşkını anlatan dizi bile “Yarın Artık Bugündür” demektedir. Dizideki genç doktor “Ah bir elektromuz olsaydı” der, kalp krizi geçirmekte olan hastasının başında, çaresiz.
Orta sınıf, gitmediği görmediği köyün kendisinin köyü olmadığını 70’lerde anlamıştır da, yurdumun cari solu, halkının sol yanından bihaber ve gittikçe elitize olduğundan yoksul çocuğunun dudaklarını ısırarak baktığı bir ekranda Şırnak’a öğretmen olarak atanmış olmasına neden sevindiğini anlayamaz. Ah bir elektrosu olsaydı! Teşhisini koyar mıydı hemen? Artık orta sınıfın da taşradan çekildiğini, büyük şehirlerde kendi taşrasını yarattığını, artık her bir bireyin kendi yaşadığı yerin dışına çıkamayan birer Ünzile haline geldiğini, kalabalık olan her yerde paniğe kapılmasını öğütleyen canlı bomba sistemin herkesi kendi karanlığına hapsettiğini düşünmeden, adını koyamadığı mücadelenin ekmeğini yerken yuları haline gelmiş fularını düzelterek sorar: Kızın adı neymiş? Ve alır sosyal kabullerin en büyüğünü.
“Ne işi varmış o saatte sokakta?” diye soran tecavüzcü zihniyetin Cihangir şubesi olduğunun farkında olmadan sorar: Tunceli’de öldürülen öğretmenin adı neymiş? Necmettin! Ha o zaman dini bütün bir ailenin çocuğuymuş. “Oh olsun!” demeye getirir lafı. Öğretmen kızın adı da Aybüke’ymiş. O da milliyetçi muhafazakâr bir ailenin çocuğudur besbelli. O zaman haberini “yoldan geçen öğretmen öldü” diye verelim de sitede, tarafsızlığımıza zeval gelmesin. Tanpınar sağcı be abi, okumuyorum ben onu. Bu yaz da motorları maviliklere filan sürelim, mavi yolculuk bu sene Bodrum’da “heval”. Pülümür Çayı’na da raftinge gidelim bir ara, tehlike geçsin de. Bak yeni bir Anadolu deyimi öğrendim “kuru kuru kurbanın olayım, kuru çaylarda boğulayım” diye. Yaz bir yere de ortamlarda solcuyum dersin.
Çocuklara isim koymak zorlu bir iştir. Yeni doğan ünitelerinin başucu kitabıdır yeni doğanlara isim sözlükleri. Saatli maarif takvimlerinin “bugün için yemek listesi” önerilerinin yanında vazgeçilmezidir bugün doğanlara isim önerileri. Çocuklara konulan ismin ekmek parasıyla bir ilgisi olmalı. Soyadlarıyla var olmuş bir hızlı solcu kitlesi, hala bir önceki neslin çektiği çilenin ekmeğini yerken, Dede Korkut’un çocuğa ismini hak etmesini öğütleyen terbiyesinden çok uzakta, bir kısmı mevcut sosyal kabul iklimine yanaşmak için kutsal kitaptaki bağlaçlardan çocuklarına isim türetirken, bir yandan da dudağını ısırarak baktığı ekranda solun en üst mertebesine, şark hizmetini yapmadan 1. Bölgesine atanmayı beklemektedir.
22 yaşında “ben öğretmen oldum” diye sevinen bir genç kızın tabutunun üstüne örtülen al yazma dert olur ismiyle müsemma olamayanların ülkesinin kerameti kendinden menkul yüksek solcularına. Sadece adınız değil, bir bez parçasını ne şekilde bağladığınız bu kitlenin bir zamanlar yerden yere vurduğu bir kavram olsa da, kendi “kamusal alan”ında kabul görebilmeniz için en önemli kriter oluverir. Al yazma bir siyasi simge olarak göze batar. Bir gemici düğümü bağlamak kadar zorlaşır mutena muhalefetin listesindeki baş ve boyun bağlama teknikleri. Maviliklere sürülemez motorlar hep bu yüzden. Kırmızı kamyonda mesele fularda değil, al yazmadadır. Sade tutku, ancak ucuz aşk romanlarında karın doyurur. Al yazmalı, elektrosu olmayan köylerdeki sağlık ocaklarında hastalarını iyileştirir, o köylerin damı olmayan okullarında öğrencilerini eğitir. Bilir ki, Samet kime “baba” dediyse ondadır sevda.